Menu
HERHANGİ BİRİ'NİN POETİKASI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • HERHANGİ BİRİ'NİN POETİKASI

HERHANGİ BİRİ'NİN POETİKASI

-Anonim Hiciv, Sokak İronisi, Yeni Kuşak Moda Söylemler-

Bugün her saat sonunda değişen bir dünya içinde yaşamakla yükümlüyüz. Etkilerini hesaplayamadığımız, kişisel olarak hesaplayamayacağımız zincir şeklinde her yöne ivmelenen bir dalgalanma var. Şaire kaybolma hissi verebileceğini tahmin ettiğim bir kaos ortamında ne yazık ki bir harita bilgisi mevcut değil. Ne yazık ki veya ne şans ki! Herhangi biri olmak, şairin karşısındaki tek yol bu gibi görünüyor, bu aynı zamanda fırsat da. Harita da her dakika yeniden hesaplanmalı. İyi bir haritacıdır şair, eğer şiirle gerçekten ilgiliyse. Haritanın başlangıcına bakıldığında insanın toprakla, zeminle ilişkisi görülür. Bulunduğu yeri anlama arzusu. Yaşamsal bir öneme sahip. Örneğin; bilinen ilk haritalar akarsuların davranışlarını tespit etmek içindir.

Herhangi biri, bir tür tanrı-şair olarak icat edilmiş bulunan günümüzdeki şairin antikoru anlamına da gelir. İcat edilmiş şair gerçeklikle ilişki kurmanın acemisidir. Mevcut gerçeklikle yeni bir ilişki kuramadığı takdirde sözlerden ördüğü tuhaf zırhla kendini ve çevresini aldatmaya çalışacak, daha kötüsü bunu şiir diye adlandıracaktır. Ondan sanatsal imgelerin iş görmediği yeni dünyada “yeni bir iş kolu olarak şiir”in tanımını geliştirmesi istenmeli. Bu yazı da bunun bir araştırması sayılmalıdır. “Herhangi biri” olarak adlandırdığım antikor, sokağın, sanal sokakların edebiyata kazandırılması gibi pragmatik bir amacı ifade etmiyor. Daha doğru bir ifadeyle edebiyatı diğer her şeyden bir çırpıda ayırmıyorum; ki buna bir sınır çizeyim.

Herhangi biri, şairin özel olduğu duygusunu zaten elinden alıyor. Herhangi birilerinin cennetine dönüşüyor dünya. Bunun şair tarafından alınacak önlemi herhangi birine dönüşmek mi olmalı? Herhangi biri ve şair arasındaki mesafenin çeşitli etkenlerle kapanması, yaratım anlamında şairin geriye bile düşüyor olması, toplumda hâlen “sırlı” addedilen pozisyonunu dolduramıyor oluşu, yergi, ironi ve eleştirel araçların, herhangi biri tarafından daha ustalıkla veya daha pervasızca hayata/dolaşıma sokuluyor oluşu geri döndürülemez bir sürecin sonucu olduğuna göre, bize düşen bu durumu irdeleyerek yeni bir şiir tanımı geliştirmek olabilir. Belki buna uygun bir herhangi biri poetikasından bile bahsedebiliriz. Ona artık yazı boyunca Herhangi Biri diyelim. Herhangi Biri’nin görece gelişmiş nükte anlayışı, kendi durumunu betimlemede yeterlilik anlamında humoru, yarattığı karma izleyici toplumu ona bir persona bahşediyor. Küçük veya büyük, bir sahne bahşediyor.

Herhangi Biri, şiirin bir Tür oluşuna tehdittir. Tür olmak, şiirin şiir olarak koruma altına almaya çalıştığı yapıya süreklilik vaat eder. Şimdide türün temsilcisi olarak bulunan şiir, aynı zamanda türün sürekliliğine bir katkıdır. Bir şiirin bu yapıya uzak düştüğü oranda şiir olarak tanımlanması gecikecek, buna rağmen kendini bu tanıma dâhil edebildiği oranda da türün sınırlarını genişletecektir. Herhangi Biri ise, çoğunlukla, “yaratıcı belleğin temsilcisi” olan türü yeterince tanımayan biridir. Hariçten okuduğu gazelin şiirle buluştuğunu, Şaire esin kaynağı olduğunu veya şiire ayna tuttuğunu bilmediği gibi, doğal olarak kendini türle sınırlı da hissetmeyecektir. Onun doğallığından sudur eden poetikası bunun için kusurlu, eksik, pejmürde, aşırı kişisel, yer yer iğrenç olabilir. Fakat yine de bir bütün olarak Herhangi Birileri yaşamın görünmeyen hassas bir kulağı gibi, duyarlı bir termometre, bir desibelmetre gibi hayattaki tüm titreşimleri, en uzak yankıları almamızı sağlamaktadır. Sokaktaki sesleri dinlemeye çıkardım, toplu taşım araçlarında günlük konuşmalardaki ritmi dinlerdim, bugün artık bunu Herhangi Biri bilgisayarımın ekranına bizzat servis ediyor.

Herhangi Biri, Herkes gibi değil. Herkes’le onu ayıralım. Herkes daha ayıklanamaz ve şifahi kültürün işaretlerini yeniden ve yeniden üretmekle meşgul olandır. “Cana geleceğine mala gelsin” der o, bir kaza sonrası, milyonuncu tekrarcı olarak. Herhangi Biri ise kendisinden bir şey katmayı sever. Her ne kadar benzerlerinin çok olduğunu bilse de hayatının önemli olduğuna inanır ve her türlü ayrıntıyı, gözlemini, vücudundaki ısı değişimlerini, ev ve iş çevresindeki acayiplikleri, normalleri ile birlikte kaydeder. Bu özel kişiyi sevmeye başladığınızda hızlıca benzerlerinin de bir o kadar sempatik olduğu düşüncesine kapılırsınız. Herkes ve Herhangi Biri arasındaki tatlısert gerilim ve etkileşim genişleyen dalgalar olarak çevreye bulaşır. Herhangi Biri zaten neredeyse sadece bulaşabildiği oranda vardır. İzleyicileri oranında önemlidir. Ona verilen filan sayı karakter boşluğun ebadı kadardır.

Herhangi Biri’nin ironisi, insanın içinde bulunduğu durumu değiştirme amacının boşunalığı üzerine kuruludur. Yazgıyı kabulle başlar Herhangi Biri oyuna. Sophokles’e kadar uzanacak bu trajiğin temel belirtisi, kişinin yazgısının ayırdında olmasıdır.

çekirge bir sıçrar iki sıçrar üç sıçrar dört sıçrar beş sıçrar altı sıçrar çekirge işte sıçrar aq.(1)

iki saatlik filmlerin mutlu sonlarına özenmekten değil ama aynılarını iki saatlik çabayla edinmek ümidi yüzünden hayaller hep kırık (2)

telekom neden özelleştirildi dersin
türkan şoray da kanunlarını değiştirince ne alakası
var bütün bunların
bir kereden bir şey olmaz
(3)

Sen dönüp bakmadıkça, ne ölüyüm ne diri. Scrödinger'in kedisi gibi, arafta kalmış biri(4)

öpülepsi hastalığına yakalanmışım. öpülünce geçiyormuş(5)

Bir ultrason faciyası koy adımı
Ellerimin, yüzümün şeklini
Hatta etimin rengini belirle
Kanıma durumu anlat
Kırmızı olması gerektiğini söyle
Buna bütün üroloğlar şaşırsın
(6)

Hadi farkı bulalım. “Tescilli” şiir kıtasının diğerlerinden farkını bulmak istesek ne sözdizimsel ne de kurgu açısından bir fark göremeyeceğiz. Peki, fark olmalı mı? Bunun yanıtını da Herhangi Biri veya Şair versin. Şiir kimsenin tekelinde değildir. Söz alıp başını gitmiştir. Herhangi Biri’nin editöre meditöre eyvallahı yoktur. Herhangi Biri, iradenin gücüne ve önemine inanmaz. Ruhsal ve ahlâksal anlamda insanın dönüşeceğine içten içe inansa bile toplum karşısında ifade etme gücü taşımaz. Büyük işlerden bahsedenlerin fiyasko çıktığına dair yeterince anısı vardır yirminci yüzyıl sonundan. Ne inancı ne inançsızlığı yeterince keskindir.

Sıradan insanın kendini ifadesi –sahnede ifadesi-, zamanlama olarak sıradan / sıra dışı ayrımının ortadan kalkmasına ve edebiyatın postmodern dönemine denk geliyor. “Bana trajedi değil sahne lazım”; artık halkımızın -ve şairlerin- mottosu budur; bunu TV’ler de sağlıyor, İnternet medyası da. Karşılıklı bir ihtiyaç belirlemesi bu. Herhangi Biri de sahnede olduğunun ve bir Beckett kahramanı bile olabileceğinin, olduğunun farkındadır. Küçük şeylere inanmaya inanır. Bunun büyük sahnede bir yeri olduğunu bilir. İzleyici argoyla karışık bir dili severek kullanan bu esprili sokak kişisini bağrına basar.
Bayram namazlarında düşündüğüm tek bir şey varsa o da kapının önünde ki ayakkabılarımdır aga.(7)

His ve yara teşhirinden –şiiri böyle kullananların açısından- haz / an teşhirine bir geçişi sembolize edecektir 2000 sonrası dönem. Çünkü dikkatle incelenirse haz / an teşhir edenlerin evvelki yara teşhircileri olduğu görülür. Ya da onların şiirsel genlerini alanlar. Orji, acıya galip gelmiştir. Rabeleis’nin dünyasında olduğu gibi. İnternet yaralarımızı sarıyor, gündüz toplumsal formaliteleri yerine getiriyoruz, geceyse deliler bayramına davetliyiz. ‘90’lar modernist ciddiyetin, ciddiye almanın, lirikle epiğin lokal savaşlarının, şiirde ciddiyetin zamanıysa 2000 sonrası bu ciddiyetin indirgenmiş gülme unsurlarıyla baltalanmasının sergilendiği zamandır. Ama gülmenin ciddiyetin ciddi bir parçası olduğu gerçeğini de bilmeli şair.
Gülme dogmatizmden, hoşgörüsüz ve korkutucu olandan arındırır; fanatiklik ve ukalalıktan, korku ve sindirmeden, öğreticilikten, toyluk ve yanılsamadan, tekil anlamdan, tekil düzeyden, duygusallıktan kurtarır. Gülme ciddiyetin körelip hep tamamlanmamış kalacak olan tek varlıktan koparılmasına izin vermez. Bu, zıt değerler içeren bütünlüğü yeniden canlandırır. Kültür ve edebiyatın tarihsel gelişiminde gülmenin işlevi böyle bir şeydir (8)

O gülme bu gülme mi? Teşhirle tanımladığım durum, ne zaman şiire yakınlaşıyor? Şiirle temas noktalarında ortaya çıkan nedir? Bakalım. Web aracılığıyla başkalarına ulaşan ve başkalarında iz bırakan gündelik yaşam, buhar olup uçan konuşmaya, günlük konuşmaya oranla nispi bir kalıcılığa sahiptir. Bundan dolayı da yazı ve şiir sorunlarıyla buluşabilir. Aynı düzlemde değerlendirilmeyi hak eder. Kitap yayımı gibi tek yanlı olmaktan da çıktığı için eşsiz bir diyalogun umudunu da doğurmaktadır. Yan tesirlerini düşünmüyoruz şu an. Hem kişiler arasında, hem de konular arasında herhangi bir mesafe olmaksızın, önemliyle önemsiz olan birbirine karıştırılarak sunulur. Nietzsche’nin acıyla yoğrulmuş şu gerçeği, bugün Herhangi Biri’nin facebook sayfasında henüz imlayı bile sökmemiş biri tarafından layklanabilir: “Sonunda birden fazla yüze sahip oldum. Ve hangisinin hangisine güldüğünü bilmiyorum.” (9) Tüm yazı bir kenara belki de çözmemiz gereken en zorlu şifre bu cümledir. Oysa ironi adlı bir şiir tanrısı yoktur; ve Sümbülzade’den Muhsin Ünlü’ye bir çeyrek gelişme yoktur. (10)

Şiirde yaşça da genç olan belli bir kesimin –sıklıkla müstear ad altında bile olsa- itibar ettiği yöntemlerden biri olarak bu, elektronik yayımlanabilirliğin hızı ve dış göz tarafından denetlenmeme fırsatı ile kendini geliştiren, ucu açık, türü hem ihya hem ifsat eden bir yöntem. Ama burada bu ihya ve ifsat kıyıda köşede kalarak kendi çapında gerçekleşiyor olabilir. Sözgelimi seçtiğimiz örneklem kümesi –e-posta şiir, blog, twitter, MSN, buzz iletileri, facebook eklentisi, web tabanlı sözlük maddeleri, bir şairin şiiri veya bir gazete kupürü ne olursa- şiirle ilgili bir bağlama getirip sokmadığımız zaman birçok kişi tarafından şiir olarak tanımlanmayacaktır, doğrusu da bu. Burada konu edindiğimiz şeyin başarısından veya başarısızlığından söz etmediğimiz de böylelikle açıklığa kavuşsun. Daha çok web tabanlı oluşumlarla, burada oluşturulan söz dağarı ve deforme edilmiş söz kalıplarıyla şiirin ortak yönelimini veya denk düştüğü momentleri inceliyoruz. Örneğin Franko Buskas’ın yenilerde çıkan kitabında ifsadın derecesi şiirsel bir bağlama alınarak bile bakılsa eleştirel bir tutum oluşturacak kadar ileri götürülmüyor. “elimde bir şişe kolayla mı ağlasam dünyaya sarılıp” ibaresi rahatça Herhangi Biri’nin ifadesi olarak üretilip tüketilebilir. Ki anlaşılırlığı ve insanî duygusu ile kitabın kalan kısmından daha iyi bir ifade diye bunu alıyorum. Bunu vb. ifadeleri rahatça İkinci Yeni’den alınacak alışılmadık bağdaştırmalara çaktırmadan ekleyebiliriz de, o yedi farkı kimse bulamaz. Bir örnek de Nazmi Cihan Beken adıyla şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanan ci. isimli blog kullanıcısından:
ha annem ha akira ogata
ankara'da soğuk suyla yıkandığım sabahlar
kar sırf taşıtların aydınlığında
a.ına koyardım o törenin böyle
sezon finali olmasaydı (11)

Bir ucu 50 sene önceki yapıbozum kalıplarına, bir ucu da günümüzde webde üretilen anlık iletilere pervasızca dayanan, bununla birlikte “şiir” etiketini ısrarla takınarak ortaya çıkan bu söz/yazıya dayalı oluşumlara nasıl yaklaşmalıyız? Görsel şiir gibi ayrı, bağımsız ve iddialı bir poetika da geliştirmedikleri için, hâlen sözün, hatta basbayağı şifahi sayılabilecek bir geleneğin sürdürücüleri olarak söz aldıkları için “deneysel” veya “avangard” da diyemiyoruz. Çünkü bu yıkıcı güce ve alternatif üretme araçlarına sahip değiller. Modernist ciddiyeti baltalamak tek başına bir iş sayılabilir mi? Öyleyse bile modernist ciddiyeti baltalayan İnternet ehlinin konuşma balonlarından şiiri nasıl ayıracağız? Müstearların ve gerçek isimlerin, rumuzların da hızlı üretimdeki payıyla artan bu anonim hazne, İnternet dolambaçlarında başıboş bir sıvı gibi yayılıyor, etkiliyor, etkisizleşiyor, kılık değiştiriyor ve referans noktalarına başka bir şey olarak dönebiliyor.

Bahsettiğim ciddiyetin sıradanlaşmasını vurgulayan, yakın geçmişte insanları etkilemiş bir şiiri bile fazla naif bulacak uçarı bir zihin geliştiren sonrakilerin kendilerinin de şiiri, kırılgan bir poetikayla sürdürmek istemesine ne demeli? Boşu bir değer yargısı olarak vurgulamaksızın soralım, boş konuşma rağbet görmeli midir? Peki. Anonimleşmeye dair bir soru da, Ellul’un pasajından çıkarıyorum: “Sözler sadece esintidir. Onlar geçip giderler ve hiçbir önemleri yoktur: insan, konuştuğu sözün arkasına bütün bir hayatının anlamını yerleştirmediği sürece bir ifadeyi diğerinden nasıl daha fazla ciddiye alabiliriz?”

Şunu akılda tutarak ilerlemekte yarar var. Son günlerde deformatif bir oluşum olan wikileaks örneği bile bilginin tekeliyle ayakta duran iktidarların o kadar da çabuk yara almadığını gösteriyor. Şiirde iktidarlaşan yapının ise kolay kolay yıpratılamadığına, iktidarın simgesi pozisyonundaki şairlere, birkaç yıl evvel direnç geliştiren genç şairin bugün boyun eğmesi pekâlâ kanıt olarak gösterilebilir. Sonuçta şairlerin tepkilerini bu toplumun tepkilerinden ayıran çok az güdü var. Bugün sinizm konusunda şairlerin rekora koştuğunu görmek için yukarıda adı geçen örneklem alanına bakmak yeterli. Wikileaks konusunda bir yazıda geliştirilen şu argüman şiir için de aynen geçerlidir:
Wikileaks gibi bir sitenin tefrika ederek yayımladığı malumatlar, iktidar ve bilginin karmaşık ve dağılmış yapısı içinde kolektif sinizmin duvarına kolaylıkla çarpıp, salt boş gösterenler gibi söylemin dünyasında uçuşabiliyorlar da. Zaten kılını kıpırdatmaktan imtina eden, elindeki imkanları da kaybetmekten korkan ve aynı zamanda da değişime, direnişe inancı kalmamış birey ve kolektifler için bu sunulan malumatların var olan toplumsal yapılarda, sinizmi besleyen bilgi ve hafızaların içinde ve tüketimciliğin fabrikasında hızla ‘seyirlik malzemelere’ ya da bilinmiyormuş gibi yapılacak bilgi parçacıklarına dönüşmesi kuvvetle mümkün (13)

Mahlasları bir kenara bırakarak daha genel konuşmak gerekirse, şiirden günlük iletişim diline, edebiyatın çeşitli türlerinden web sitelerinin ortak jargonuna, bu konuya dair en iyi yaklaşımı menippos yergisine dayandırarak geliştirebileceğim kanısındayım. Çünkü yergi bugün edebiyatta belirleyici bir yerde duruyor. Bu konuyla ilgili Bakhtin’in “Dostoyevski’nin Yapıtlarında Tür ve Olay Örgüsü Kompozisyonunun Karakteristikleri” adlı makalesinde geniş bir bölüm bulunuyor. Belki böylece Herhangi Biri’nin özbilinçli olmayan poetik yönelimini biz saptayabiliriz. Ama bu yönelimin ne tür bir edebiyat eserleri toplamı, nasıl bir külliyat yaratacağı, yaratıp yaratmayacağı endişeli bir soru olarak önümüzde. Şiirle ilgili her manipülasyon, aldık ve kabul ettik desek de, şiirin etkisizleşmesi için geliştirilmiş organize bir işe benziyor son yıllarda. Her örneğimize “bu mu şiirde yuvalanan bazı boş inançları yıkacak şiir” demek gelebilir içinizden. Durmayın, sorun! Başka türlüsüne olan inancı oluşturmak mesele. Bu türlüsünün içsel dinamiklerini anlayalım bir.

Menippos yergisinin önemli özelliklerinden biri, barındırdığı mistik uçların “sefalet doğalcılığı” ile organik bileşimidir. Bakhtin’e göre, bu, Dostoyevski’ye gelene kadar da romansı düzyazının tüm evrelerinde korunmuştur. Sefalet doğalcılığından anlaşılması gereken, hakikatin serüveninin o kadar da steril kanallarda akmadığıdır. “Yeryüzünde hakikatin serüvenleri anayollarda, genelevlerde, hırsızların batakhanelerinde, meyhanelerde, pazar yerlerinde, hapishanelerde, gizli tarikatların erotik grup seks ayinlerinde vb. gerçekleşmektedir. Buradaki fikir sefaletten korkmamak, yaşamın herhangi bir pisliğinden çekinmemektir.” Sinema, dizi, roman dilinin ve İnternet sitelerinde gelişen jargonun sefalet doğalcılığına tam bir örnek teşkil ettiğini söylemek bile fazla. Şiirin argoyla buluştuğu noktalar, sokağın, kişisel hâllerin sansürsüz olarak şiire girmesi; sözgelimi anlatım bozukluklarının deforme edilmiş bir üslup gereği olarak sunulabiliyor olması, bedenin ruhla yolunun ayrılışı, bedenin ruhu soğurup tüketmiş olması, yahut ruhtan, acıdan bahsetmenin tuhaf bir utanç uyandırması, şiirde de bir sefalet doğalcılığının habercisidir.
İnsanın kendine gerekli olmadığı için – buna ayrılmış delikten dışarı attığı kütlenin – dışarı çıkarken geçtiği yer – deliğin ağzı – vücudun sinirle donanmış bir bölgesi olduğu için haz bırakır – posadan kurtulma hazzı – alaturka helalarda bakıp göremezdik – ama alafranga helalarda son bir bakış atabiliyoruz – boka – ters bir koku var mı yok mu – koklayabiliyoruz da mesela – en yakınımızınkini gördüğümüzde bu araştırmaların dışına çıkıp – birden iğrenerek bütün algılarımızı neden kapatıyoruz? BİR KURAM : Bok yoksuldur çünkü, vücut her şeye geride el koymuştur (16)

Menippos yergisinin andığım özelliğine denk düşen başka bir özelliği, yine şiirimizin belli bir eğilimini açıklamaya yarayacak olan “ahlâkî-psikolojik” deneyselliğidir.
İnsanın alışılmadık, anormal ahlâki ve psişik hâllerinin bir temsili –her tür delilik, çılgınlık (kaçıklık teması), bölünmüş kişilik, denetlenemez hayal kurmalar, alışılmadık rüyalar, delilik sınırlarına dayanan tutkular, intiharlar vb. (…) Rüyalar, hayaller, delilik bir kişinin ve yazgısının epik ve trajik bütünlüğünü parçalar: kişide başka bir kişinin ve başka bir yaşamın olanakları açığa vurulur, kişi son biçimini almış olma niteliğini yitirir ve sadece tek bir şeyi ifade etmekten çıkar; kendi kendisiyle örtüşmez olur (17)

Bir kişinin, özellikle de yazınsal bir karakterin nihai şeklini almamış olması tam da o edebî olan şeyi ortaya çıkarmak için gerekli görünüyor. Sıra dışı olguların, gündelik hayatı bütün sıkıcılığıyla aktaran belli moda dönemler dışında, edebiyatın en önemli malzemesi olduğu inkar edilemez. Yaşamın pisliğini içermek, bir kişinin tüm zamanlarda bu aynı duyguyu taşımaması anlamına da gelir. Çünkü hiç kimse kendisini sürekli ve süreğen bir şekilde “büyük mahv” durumunda tahayyül edemez. Dolayısıyla tam da kendisiyle örtüşmeyeni kendisi olarak algılar ve aktarır. Şiir, şairin kendini bir yanlış görme biçimidir denilebilir. Aziz ironi, şairin kulağına çok da dipte olmadığını fısıldamaktadır.
Demek kösnül bir rüyadayım üçtür gece. gece pasak! gece
pasak! gece demek ağzımın tavanında bir çatlak! yarıldı
yarılacak! sıcak koynumda bir kaltak! soyup sevecek beni
(…)
ancak bu büyük mahva kimse mani olamayacak! ola ki
cesedim yıkanacak (…)
ola ki leşim kaldırılacak. ola ki nehre mut iksiri
içitilecek. ancak kanım benim o zaman sanmam ki arınmış olacak.
(18)

Başka türlerden sıkça yararlanmak da menippos yergisinin bir özelliğidir. Bugün şiirin roman ve resim başta olmak üzere diğer türlerin sınırlarını zorladığı kolayca tespit edilebilir. Bu özellik, “güncel ve revaçta” olana ilgiyle birleşince, yukarıda örneklediğim gibi twitter’ın spontone şairleri de genişleyen tür kapısından rahatça geçebilir. Şiirimiz; -birçok orta yolcu görüşün aksine- uygunluk fikrinin -birçoğu isimsiz olmayı göze alan şair-kişi tarafından da- sorgulanarak şiirsel normların yıkıldığı bir eşiğe adım atmıştır. Fakat “buradan çıkış yok”u da işaretlemektedir bazı belirtiler. Aşırı kişiselliğin toplamda hep bir portreyi birbirine benzeterek bir karikatür çıkardığını iddia etmek de çok mümkün. Bozuk ağız, açık algı, güncel bakış, farklılık isteği ile oluşan ayrıksı tutum aynılaştırmış karakterler oluşturuyor ki şairler de bundan hariç değil. Sahi şair kim? Şairlik beratını kimden alacak bundan sonra?
Bana kandan elbiseler dikme anneciğim!
Sevgim yıllardır çekirdek çitliyor sıkıntıdan
Yaşamak, bende temassızlık yaptı galiba
Ya da
Hayallerimi yıktı yavşaklar
(…)
Ben bu gece geç gelicem Arthur
Orhan Gencebay’a söyle: Yatsın bu dünya
Beklemesin beni.
(19)

Karnaval ortamı kutsalla cismani olanı, yüceyle aşağıyı, bilgelikle aptallığı bir araya getirir. Bunda da tüm hayata yayılmadığı için yalnızca bir askıya alma olduğu söylenebilir. Saygısızlık, karnavalesk bir kategoridir. Bugün edebiyatta izleri hissedilen, ancak daha ziyade web paylaşımlarında görülen “karnavalesk küçük düşürme ve yeryüzüne indirme sistemi” (20) işletilmektedir.

Bir fikri yıpratmanın en iyi yolu olan hiciv görevini yerine getiriyor.

allahcc isimli kullanıcıdan birkaç örnek:
“mevcut erkeklerden hoşlan(a)mayan kızlar için "ademoğlu 2.0.1" yolda.”

“kuran'ı kerim'in sayfaları arasında para saklayan aile büyükleri var. hırsızlar düşündüğünüz kadar imanlı değiller.”

“cehennemde hiç hafta sonu yok, hep hafta içi var, şimdiden uyarayım. her gün pazartesi bile olabilir o derece.”

“bir dahaki sefere ‘yağ, şeker, un’ üçlüsünü en yararlı besinler yaparken, brokoli ve enginarı en zararlı besinler yapacağız. söz...”

“bazı matematikçiler biradaki alkol oranı düşük olduğundan alkolü yok sayıyormuş. kendileri, çarpma işlemini de bizden iyi bilirler.”

Kabak tadı vermiş olan şiirseller açısından kazanıma dönüşebilecek bu çoklaşma, çokdillilik, çok açılı üretkenlik bilginin kullanılma ve yayılma biçimi düşünüldüğünde tehlikeli bir kontrolsüzlüğü beraberinde getirmiştir. Totaliteryen bir kaygıyla bilgiyi sınırlandırmak gerektiği gibi saçma düşüncelere sahip değilim. “Jorge kompleksi” adını verdiğim bu tutuma inanmıyorum. Fakat üzerinden zaman geçtikçe yazılı olarak işlenen yanlış bilginin nasıl ayıklanacağı konusunda öngörüye sahip değilim. Etkisiz söz bulutları olarak dağıldığını düşündüğümüz fikirler, hızlı bir şekilde akış oluşturup bizi de dönüp baskısı altına alan iktidarın dilini oluşturuyor. Sahi biz, “otorite anlamların mahkûmları” olmaktan başka bir tiranın tebaası olarak kurtulmayı hayal ediyor olabilir miyiz?

Mesele yalnızca aykırı fikirler, argonun sınırsız kullanılışı değil, elbette değil; mesele hatta çoğunluk tarafından tehlikeli, aşırı veya abartılı bulunan fikirlerin bile tefrika edilir edilmez nasıl da zararsızlaştığı, kanıksandığı ve umursamazlık kabuğunu kalınlaştırdığı da değil; fakat artık tırnak bile kullanmaya lüzum görülmeden verilen alıntılar, uydurulmuş bir sözün tırnak içine alınarak altına bir fikir adamının, bir filozofun adının konması, Borgesvari bir uydurma oyunculluğun sokaktaki adam tarafından bile uygulanması baş edilemeyecek bir galat-ı meşhurlar yumağı ve haksız anonimleşme oluşturacaktır. Buna hakikaten hazır mıyız? Her birimizin yekdiğerinden sadece tüylerinin rengiyle farklılaşan birer papağan olduğumuz düşüncesini içselleştirmiş olabilir miyiz?

Ben henüz meseleye duygusal yaklaşmıyor, yalnızca sorular soruyor ve şairlerin bu konularda ne düşündüklerini, sır gibi sakladıkları fikirlerini doğrusu merak ediyorum. Bunun severek bir parçası olduklarına göre –aletlerin salt alet olduğu saçma fikri dışında- bir fikir de geliştirmiş olmalılar. Ki karnavalın sadece aptallık, saygısızlık ve düşüklük kısmını almaktan bahseden hiç olmamıştı.

La Bruyere, gülme fikrinin piri Rabeleis için “İncelikli ve yaratıcı bir ahlâk ile küfürbaz bir ahlâksızlığın akıl almaz karışımıdır. Kötü olduğu yerlerde, olabileceği en kötünün ötesine geçer ve yalnızca ayaktakımını eğlendirmeye uygundur; iyi olduğu yerlerde ise, zarif ve mükemmeldir ve en zarif olanı eğlendirebilir.” demekteydi.

-------------

[1] Hüseyin İncesu, kullanıcı adı: drejman, http://twitter.com/drejman (erişim 11.01.2011)

[2] Büşra Nur D., kullanıcı adı: bndglr, http://twitter.com/bndglr (erişim 12.01.2011)

[3] Alıntı Ekşi Sözlük’te Osman Konuk maddesinden.

[4] F., kullanıcı adı: nabokovokoban, http://twitter.com/nabokovokoban (erişim 11.01.2011)

[5] Okan Vardarova, kullanıcı adı: oky, http://twitter.com/oky (erişim 12.01.2011)

[6] Kazım Baran Yılmaz, “Düş Kürtajı”, http://www.antoloji.com/dus-kurtaji-siiri (erişim 20.01.2011). Bu antoloji, kişilerin kendi şiirlerini ekleyebildikleri, Herkes’e açık bir site.

[7] Eldo, kullanıcı adı: eldoorado, http://twitter.com/eldoorado (erişim 12.01.2011). Bu örnekleri, çok iyilerini bularak çoğaltmak çok mümkün.

[8] Mikhail Bakhtin, Karnavaldan Romana, haz., Sibel Irzık, çev., Cem Soydemir (İstanbul: Ayrıntı yayınları, 2001), 142.

[9] George Bataille, Nietzsche Üzerine, çev., Mukadder Yakupoğlu (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 1998), 93.

[10] Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.

Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim,
Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman. (Sümbülzade Vehbi)

"emmeyince sencileyin akmıyor bebeğim
kan ağzıma gürül gürül - alnımda süt dişleri...
seni öyle seviyorum ki condeleezza , bebeğim
ağzına veresim geliyor
ağzımdaki dişleri." Ah.Muhsin Ünlü

(bu iki alıntı İnternet’te arama motoru ile bulundu, yazım yanlışı olabilir, matbu kaynaklarla kıyası yapılmadı.)

[11] d. & ci., http://www.kafamdakikaplumbaga.blogspot.com (erişim 13.01.2011)

[12] Ellul, a.g.e., 194.

[13] Burçe Çelik, “WikiLeaks’ten Sızanlar, İnternet Teknolojisi ve İktidar”, Birikim, sayı 261 (Ocak 2011).

[14] Bakhtin, a.g.e., 228.

[15] Bu üsluba “şiir bilinçli” bir örnek: 029ur adlı blog kullanıcısının metinleri, http://029ur.blogspot.com

[16] Buradaki normalleştirme ile Can Yücel’in “memleketin hali benim halim, / öyle bir kabız olmuşum ki / boğazıma kadar bok içindeyim...” dizelerinde olduğu gibi anormali nitelemek için kullanma arasında büyük fark var. Güntan’ın şiiri için bkz.  http://bugeminezamandirburada.blogspot.com/2009/04/kitaplk-dergisi-nisan09-ahmet-guntan.html (erişim 20.01.2011)

[17] Bakhtin, a.g.e., 230.

[18] Ceyhun Tuna, Terk Gürültüsü, “Sır Dibekleri” (İstanbul: Norgunk Yayınları, 2010).

[19] Merve Burma, “İyi Geceler Arthur”, Fayrap, sayı 17 (Temmuz 2009).

[20] Bakhtin, a.g.e., 239.

[21] Kullanıcı adı: allahcc, http://twitter.com/allahcc (erişim 07.02.2011)

[22] Akt. Bakhtin, a.g.e., 128.

Diğer Yazıları