Hayat akıyor, tıpkı bir nehir gibi.
Kimileyin sakin ve duru kimileyin de coşkulu ve bulanık... Lâkin ne sakinlik ve duruluk dingin bir hayatın ne de coşkunluk ve bulanıklık müzmin bir başkaldırının göstergesidir. Zira nice dingin görüntü içsel patlamalarla; nice sükseli başkaldırı da yapışık uzlaşma ile yoldaş olmuştur bugüne değin.
Her nasıl akarsa aksın; hayat, insan içindir. Zira ‘zaman’ algısı; salt insana özgü bir algıdır. İnsan bir zamana doğar ve o zamanla kayıtlı bir mekana ve dile tutunur.
Bu zaman algısı ve mekan-dil bağıntısı bir başka insanî edime kapı açar. O ne mi? Elbette ki anlamlandırma. Ancak, doğru bir anlamlandırma yapabilmek için, kişinin önce kendini anlamlı kılması gerekir. Kendini anlamlı kılmak da ancak kişilik sahibi olmakla mümkündür.
Kişilik sahibi olmak; ilkeli ve tutarlı olmaktır. Ancak ilkeli ve tutarlı olanlar, bir değer sahibidirler ve değerin vazgeçilmezliğini, bilinç düzeyinde kavrar ve yaşarlar. Bu kavrayış ve yaşayış da, kendiliğinden sahip çıkış halidir.
Söz konusu sahip çıkış hali, tüm insanî değerlere dönüktür. Yani varlığın görmezden gelinişine hatta unutuluşuna bir başkaldırıdır. Hayatın içinde, kendiliğinden, diri bir başkaldırıdır bu. Varlığı, gafletten ya da bile isteye, unutma taraftarı olanlar, ne kendilerine ne de bir başkasına sahip çıkabilir. Kendine sahip çıkma donanımından uzak düşmüş bir kişinin öteki ile mesaîsi olamaz. Yani, sanrıdan öte bir şey değildir peşine takınılan?
Evet, kişinin kendine sahip çıkabilmesi, yalnızca kendi olmakla mümkündür. Kendi olan, varlığın bütüncüllüğünün farkında olandır çünkü. Bu farkında oluşla bütüncüllüğe katılmak, ilkesizliği ve tutarsızlığı dışta bırakır. Hatta ve hatta yadsır. Üstelik bu yadsıma varlığın unutuluşunu da kapsar.
İlkesizliğin ve tutarsızlığın diz boyunu çoktan aştığı bir zamanda, kendini ve hayatı anlamlandırmak epeyce güç bir edim elbette. Ama önemli olan; güç olanı başarmak değil midir?
Kolaya talip olanların sayısı, bunca göz ve davranış kirliliğine yol açıyorken; ne demeli?
Şunu demeli: İnsan, hayata dahil olmalı; ama ilkin kendi olmalı tez elden.
Bir soru :Her yaşamakta olan, hayata dahil olan mıdır?
Ne mümkün! Kimileri yaşar kimileri hayata dahil olur. Yaşamak, zamanı bir şekilde doldurmaktır; onu, mekanla ve dille sınırlandırmak, kayıtlandırmak yani. Oysa zamanı idrak etmek gerekir. Bu, mekanın ve dilin sınırları ötesinde bir zaman kavrayışı demektir; içkin ve aşkın bir duruş...
Peki niye dahil olunmalı hayata?
Nasibine sahip çıkmak için tabiî. Kim nasibine sahip çıkarsa hayata dahil olur.
Bir durak daha işte: Ancak gidecek bir yeri olanlar ve oraya gitmek için yola koyulanlar sahip çıkabilirler nasiplerine. Bir yerlerden yahut bir şeylerden kaçanlar değil kesinlikle.
O halde ne yapalım: Gidelim mi kaçalım mı?
Ya da şöyle soralım: Biz kimiz; giden miyiz kaçan mı?