Kimi kitaplar var ki, kısa sürede çokça baskı yapmakta. Korsan /seyyar satıcılardan tutun da, en ciddi kitapçılarda bile bulunmakta. Çünkü okuyucular tarafından çokça sorulmakta, aranmakta. Ama çokça aranmaları, pekçok baskı yapmaları onların niteliklerinden ziyade yapılan reklâmlarıyla ve hitap ettikleri toplum katmanlarıyla ilgilidir.
Bunun yanında kimi kitaplar da vardır ki, yıllarca sürünürler yayınevi depolarında.Bırakın her korsan / seyyar satıcıyı her ilde bile bulunmaz bu kitaplar. Çoğu kere tozlu raflarda tesadüfen rastlanır onlara. Renkleri solmamışsa ne mutlu! Peki böylesine gözden ırak gönülden ırak kalmalarının, sararıp solmalarının sebebi nedir? Niteliksizlik mi? Hayır, bilâkis tersi.
Demek ki varolan okuyucu kitlesi için söz konusu edebileceğimiz önemli bir ‘nitelik’ sorunu var önümüzde. Şöyle bir bakalım; çok satan, kısa sürede yeni baskılar yapan kitaplar sahiden ciddi okuyuculara mı hitap etmekte; yoksa ‘popüler olan’ı mı aramaktadır? Öte yandan biraz da - belki çokça - reklâm olgusunun katkısı yok mu bu serüvende.Hele her şeyin reklama ayarlı olduğu ve hızla nesneleştirildiği günümüzde.
Hayatımızda yer alan diğer unsurlarda olduğu gibi kitap konusunda da reklâmın etkisi yadsınamaz bir gerçek. Kimin ya da neyin reklâmı yapılıyorsa kısa sürede bir yer ediniyor kendisine. Elbette çok değişik okuyucu katmanlarına hitap
Bu razı oluş, aynı zamanda kitabın da nesneleştirilmesine razı oluştur. Oysa insan, yaratılışı gereği sıradan bir varlık değildir. Ama sıradanlıktan kurtulması, bütün yapıp etmelerini bir bilinç haline getirmesiyle mümkündür. Buna insanın ruhsal, duygusal ve düşünsel gelişiminde önemli bir yer tutan ‘okuma’ eylemi de dahil. Yani okuma eylemimiz bir bilinç haline dönmediği sürece ‘moda kitaplar’ı okumaya hatta yakınlarımıza, tanışlarımıza okuyup okumadıklarını sormaya, okumadılarsa biraz da ayıplamaya devam edeceğiz. Halbuki ayıplanması - daha yumuşak söyleyişle - üzerinde düşünülmesi gereken durum; ‘okuma’nın modacı bir algılayışla yapılması değil mi?İşin bir başka boyutu da, ‘okuma’nın niceliği. Hep duyarız; çok okumadığımız söylenir. Kıyaslama yapılırken de, falanca millet(ler)in otobüste, trende, uçakta bile okudukları yani bir an olsun ‘okuma’dan geri durmadıklar ifade edilir. Ama uçakta, trende ne okunduğu irdelenmez. İşte bir başka sorun da bu. Çünkü ‘okuma’nın bilinç haline dönüşmesi ‘ne kadar’ okunduğundan ziyade, ‘ne’ okunduğu ile ilgilidir.Bu söylediklerimizden ‘bilinç haline dönüşmemiş okuma’nın - çok okumanın- bir yarar sağlamadığını çıkarabilir miyiz? Tam olarak değil. Elbette her ne şekilde yapılırsa yapılsın ‘okuma’nın insanın söz(cük) dağarcığının ve kavrama yetisinin gelişmesine bir katkısı vardır. Ama iş bununla bitmiyor. Bu iki önemli husus yanında okumanın; ‘düşünce’ye ve ‘eylem’e katkı sağlaması beklenir. Bu yüzden, değişim ve gelişim kaydetmeyen, hep aynı düzeyde devam
O halde üzerinde durulması gereken husus; çok ya da az okuduğumuz değil, ‘ne okuduğumuz’ ve ‘nasıl okuduğumuz’ olmalı. Yani bir çok konuda olduğu gibi, okuma konusunda da artık, nicelik tartışmasını aşıp nitelik yapılanmasını ve bunun boyutlarını konuşmamız şart.
O vakit; tozlu raflarda samimi okuyucularını bekleyen kitapların renkleri canlanacak, içimiz ışıyacak, sohbetlerimiz daha düzeyli ve etkili olacak; ne reklam ne kuru övgüler ne pazarlamacı zihniyet okuyucuyu yönlendirebilecek.Bu kadar mı? Hayır. Ötesinde; okuyucu kendisini önemseyecek, bir kitabı okunması gerektiğine inandığı için okuyacak, okudukça yeni düşünce ufuklarına açılacak, düşüncesi eyleme dönüşecek, gerek kendisini ve gerekse içinde yaşadığı evreni varoluşsal boyutlarıyla kavrayarak ‘varlığı’nı bu çerçevede ‘anlamlı’ kılabilecek, tek kelimeyle ‘kendisi’ olacak.