Menu
HAKİKATİN DİLİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • HAKİKATİN DİLİ

HAKİKATİN DİLİ

Her şeyin bir dili var kâinatta. Kuşların, börtü-böceğin, ağaçların, taşların, yıldızların, toprağın ve en önemlisi de insanın, insan-ı kâmil’in… İnsan-ı kâmil’in dili önemli çünkü o, haiz olduğu istidâd mûcibince, hem gönlün/irfânın dilini, hem aklın dilini içerisinde barındırıyor. Yani bu ikisinden neşet eden hakikâtin dilini, varlığı anlamlandırırken başvurulabilecek yegane gerçek dili. İnsan, insan olma erdemini, bu iki dilin hakkını verdiği zaman elde ediyor. Hakkını verdiği şeyler, onu hakikî kılıyor, tam anlamıyla kul eyliyor ve hakikâtin diline aşina kılıyor. Hakikâtin dilinin hakkını veremediği zaman ise, zaten öyle bir derdi, kapasitesi ve vazifesi olmayan sâir canlılar seviyesine düşüyor. Mele-i ‘âlânın buğusundan, yerin katman katman altına yol buluyor. Zor olanı yapıyor ve değerini yitiriyor.

Gönlünü öteleyerek, görmezden gelerek varabileceği hiçbir nokta yok insanın. İrfânın dilini kavramak için adım atmadan, onun künhüne vâkıf olmak için çabalamadan herhangi menzile varmak mümkün değil. İrfânın dilinin en belirgin özelliği, onun kulluk bilinci vermesi olsa gerek. Böyle bir bilinçlilik haline ulaşan insan, hakikâtin dilinin en bariz niteliği olan ‘ene’sini anlamlandırma yolunda ciddi bir virajı dönmüş demektir. Çünkü anlamlı kıl/ın/an bir ‘ben’, anlamlı kıl/ın/an bir hayat demektir. Hayatın anlamının, insanın kendisi olmadığını, kendisinin dışında bir kudret tarafından varlık sahnesine çıkarıldığını, dolayısıyla bu borçluluktan dolayı hayatın anlamının o varlığa boyun eğmek olduğunu hatırlatan; insanın, haddini bilmesi ve O’na boyun eğen ‘ene’sinin O’nun dışındakilere karşı ‘asla boyun eğmem’ şuurunu kazanabilmesi suretiyle ortaya koyduğu bir varlığı anlamlı kılma ameliyesidir bu. Bu dil, bir yönüyle katıksız isyan, bir diğer yönüyle itaatin ta kendisidir. Çünkü itaat edilecek varlığı bilmek demek, itaat edilmeyecek olanları da lâyıkıyla tespit etmek demektir.

İrfânın dili, anlamlı kılan bir dildir. Tevazu sahibi kılan bir dildir. Gönlün sesine her daim tâlib olan, gönlün sesini her an arayan, gönlün sesi için daima her şeyini feda edecek kadar hasbî olan ve hasbî kılan bir dil. İrfânın dili, yolcu olma şuurunun verdiği bir farkındalık halini kucaklama imkânı verir. Üzerinden geçilip gidilen, ayak altına alınıp çiğnenen, kimsenin müdâvimi olamadığı, günleri sayılı bir dünyanın mutlak anlamda yaşanılası bir yer olmadığını keşfetmeyi mümkün kılar. İrfânın dili, dünyadan âzâd edip âhirete âşina kılan, kibirden masun kılıp tevazua yanaştıran, hesâbîlikten uzaklaştırıp hasbîliğine yanaştıran bir dil. İrfânın dili gönül gözlü, gönül sözlü yapan, konuştuğu zaman da sustuğu zaman da dinlenilmesinden zevk alınan, buram buram samimiyet, göz yaşı, yağmur sonrası toprak kokan bir dil. İrfânın dilinin belki de tek zaafı, bu dünya ile ilgili inşâ faaliyetinin devamlı bir takipçisi olma imkânını istenildiği oranda vermemesidir. Bu ise ancak bir yere kadar müsamaha ile karşılanabilir. Son tahlilde ise bu, insanın aşkın varlıkla irtibat kurmasının yegâne yolu olan dinin, yoğun bir surette davasını güttüğü gaye bakımından, ciddi bir eksiklik olarak dikkat çekmektedir. Çünkü ahiret, bu dünyanın inşâsı ile inşâ ol/un/makta ve tevhîdin sürekliliği prensibi bu iki âlemi ayrı görme yanılgısını ortadan kaldırmaktadır. İrfânın dünya ile ilgili kavrayışı ise, dünyaya dünya olduğu için değil, kişinin âhiretteki konumunu tayin ettiği için değer vermeye işaret etmektedir.

Aklın dili ise, hayatı anlamlandırmak için bir başka imkân olarak görülmelidir. Çoğu zaman hesâbî olan, önünü-ardını, başını-sonunu, öncesini-sonrasını, sağını-solunu her daim tartan, hesapsız adım atmaya kalkan her bir melekeyi engelleyen bir dil. Bir yönüyle iyi, bir yönüyle kötü. İyi, çünkü aklın dili pek çok zaman küçük-büyük hatalardan koruyabilir, tedbir almayı sağlayabilir. Kötü, çünkü aklın dili, hakikâtin dilini yakalama noktasında tek başına yetersiz. Yetersiz olduğu gibi, sadece kendisinin yeterli olduğunu düşünerek ve bunun telkin ederek irfânın dilinin önünü ve açılım alanlarını tıkayan bir niteliğe sahip. Aklın dilinin bir boyutu ‘anlamlı bir ene’, bir diğer boyutu sadece ‘ene’. İkisinin farkı ise dünyalar kadar. Birincisi, kendisinin yeterli olmadığını bildiğinden bağlanacak daha üst bir mercî ararken; ikincisi, kendisinin dışında bir bilen kabul etmemeye meyyâl. Kul oluş hali ile rab olduğunu zannetmenin ontolojik başkalığı kadar derin aralarındaki fark. Aklın dili, eğer anlamlı kılınan bir ‘ene’ imkânı veriyorsa, mutlak anlamda kucaklanmalı. Çünkü bu bilincin sonraki adımı, yaratan varlığı bilmektir. Yok, sadece kendini idrâk ederek, kendinin farkına vararak nâkıs bir hayat yorumuna yol açıyorsa aklın dilinin bir önemi yok. Çünkü insanın fıtratı, kulluk bilincinden uzaklaştığı ve kibre yaklaştığı oranda özünü yitiriyor. Böylesi bir anlamlı olduğunu zannetmektense, sadece irfânın dilinin peşinde olmak daha erdemli bir tavır olacaktır.

Hem irfân hem aklın dili ile vücut bulan hakikâtin dilinin en bariz özelliği, zamandan ve mekândan bağımsız oluşudur. Çünkü temiz bir irfân ve arınmış bir akıl da zaman ve zeminden bağımsızdır. Dolayısıyla ikisinin hikmet eliyle yoğrulmuş hali olan hakikâtin dili de aynı özellikleri haiz. O dün olduğu gibi bugün, bugün olduğu gibi yarın da ‘ene’yi ve kâinatı anlamlı kılabilen bir dildir. Coğrafyanın değişmesiyle niteliğini yitirmeyen, sarı ırka, beyaz ırka, siyah ırka göre keyfiyetini kaybetmeyen bir dildir. Çünkü hakikâtin dili, insana seslenen bir dildir. İnsanın, kendisinden hareketle çevresini anlamlandırmak ve yaratıcıya varan yollar bulmak için verdiği mücadele, insan olma özelliğini taşıyan her canlının ortak problemidir. Kişinin kendisini nasıl bir varlık olarak konumlandıracağı, hakikâti temsil yetenek ve sorumluluğunu nasıl âşikar kılacağı, erdeme sarılabilme kaygısını, ıstırap çeken her varlığın derdine ortak olma bilincini nasıl dâim edeceği hep bu problemin içerisinde düğümlenmektedir. Bu dili kazanabilmek ve bu dilin imkânlarından faydalanabilmek yani insan olmanın gerekliliğini kavramak ise, yoğun bir irfân dili ile tedbir almayı sağlayacak kadar akıl dilini gönülde mezcetmek ile mümkün. Yani gönül gözlü olmaktan asla vazgeçmeyerek kadar irfânın dili ve mümin ferâsetinin gerektirdiğini faaliyetleri idâme ettirebilecek kadar aklın dili.

Sözün özü, ‘ene’yi anlamlı kılmak, çevreyi/kainatı ve hayatı anlamlı kılmak demektir. Bu anlamlı kılış ise, kulun, yaratanın vadisinde olduğunun farkına varmasıdır. Farkındalık halinin devamı ise irfân ve akıl dilinin mezcedildiği, hem burada hem sonsuzluk diyarında geçer akçe olan hakikâtin dilini elde etmekle olur.