Menu
görme ve körleşme
Deneme/İnceleme/Eleştiri • görme ve körleşme

görme ve körleşme

'Hiç bir yaratma biçimi yoktur ki,
Tanrısal yaratımdan etkilenmemiş olsun.'

Algılarımızın hiç bir uyarıcıyı kaçırmadan sürekli hareket halinde olması imgeyi nasıl etkiler, ona olumsuz bir yorum ekler mi? Sanat bundan nasıl etkilenir? Ya da sadece görme biçimlerimiz mi sanatı şekillendirir?

John Berger Görme Biçimleri'nde (metis) kitabın bir bölümünde önümüze bir görsel koyar. Bu, kitaba hakim olan pek çok görsel yanında hem daha az erotik hem de daha sanatsaldır. 'Gösterdiği' imge, bütün görme biçimlerinin olağan yorumlarını alt-üst etmiş gibidir.

Berger, üzerinde kuşlar uçuşan bir mısır tarlasının yağlıboya versiyonunu gösterir okuyucuya. 'Resme bir süre bakın' der. Sanırsınızki helezonik bir sihir yaşayacaksınız. Hayır öyle bir şey olmaz. Bir süre geçer ve arka sayfayı çevirme 'emri' alırsınız. Gözlerinizin önüne aynı resim gelir fakat resmin altına elyazısıyla bir not iliştirilmiştir: 'Bu, Van Gogh'un kendini öldürmeden önce yaptığı son resmidir!'

Berger az bir boşluk bırak-tırır kitabın mizanpajında. Sanki size o 'bir süre'yi yeniden vermek istemektedir.

Ardından şunu okursunuz: 'Eklenen sözün, imgeyi nasıl değiştirdiğini açıklayabilmek güç, ama değiştirdiği kuşkusuz. Artık imge sözü aydınlatıyor.!'

Yukarıdaki örnekte biz, sanatın bir başka sanatla değişime uğramasa da görselini etkilemese de yorumunu ve bizim ona olan bakış açımızı etkilediğini görmekteyiz. O halde bütün sanat yapıtları için geçerli olan şey görme ve onun biçimleri midir? Sanat denen şey sanatçının görme deneyimlerinin bize yansıyan izdüşümleri midir? Bu yönü ile muhatap olduğumuz sanat objeleri ikinci el bir deneyim midir?

Bunu cevaplarken yerel donelerin, kültürel kökenlerin, çevresel algılayışların, ön-yargıların, art bileşenlerin v.b. insani tüm verilerin birlikte değerlendirilmesi elzem görünmektedir. Bunun yolu şuna çıkabilir. Biz sanat üreten, saklayan, taşıyan, koruyan çoğaltan ve tüketen insan teki olarak, kendi görme-k biçimlerimizi de o sanata katıyoruz. Kategorilerimizi, tanımlarımızı ve sınırlarımızı da bu çerçeve etrafında şekillendiriyoruz. O halde evrensel olan ne varsa yerelin parçacıklarının büyük tabloda görünümünden ibarettir. Tıpkı bir puzzle gibi. Parçacıklar bütüne atıftır, aittir, dairdir fakat ondan değildir.

Görmeye Biçim Verme

Görme biçimleri dediğimiz zaman, üst bir okumaya ya da daha entelektüel bir bakış açısına vurgu yapılıyor sanılabilir. Halbuki görme biçimlerimiz ya da biçim haline dönüşmüş ve bir form kazanmış görmelerimiz bize her türlü 'yaratım' aşamasında kaynaklık eder.

Yaşamın 'en modern' parçası olan reklamlar bu konuda işimizi kolaylaştırmanın yanında tercihlerimizi kategorileştirmemize, ihtiyaç listemizi hazırlamamıza, hatta mutluluk arayışında 'im' lerimizi belirlemeye kadar bize 'sonsuz' seçenekler dünyası sunar.

Bütün bu etkenler gördüklerimize biçim verir. Fakat bununla da kalmayarak o biçimin algılayışımız üzerindeki etkisinden hareketle varlıkları yorumlayışımızı gizlice etkiler. Tercihler üzerindeki etkidir bu ve bunun sonu yaşamlarımızın aldığı biçimlerdir.

Sanat neredeyse bütün dallarının da görme biçimleri ile etki altına alındığını söyleyebiliriz. 'Sanat yapan'ın görme biçimi onun 'yaratım'ına etki eder. Resim, müzik, edebiyat ve bunları kuşatan bütün alt kolların ortaya çıkardığı yapıtlar, yapıt sahibinin görme biçimlerinin bize kadar uzanan izdüşümleridir. O halde, görme biçimlerimizden etkilenen sanatın 'özgün' olabileceğine dair olanaksızlık mümkün görünmektedir. Bir yaratma biçimi yoktur ki yaratılmış olandan ve görme biçimlerinden etkilenmemiş olsun.

Tabiatın en doğal haline 'sanat eseri ya da şaheser' demek daha isabetlidir. Tanrı, bir görme biçiminin etkisi ile yaratımını yapmamıştır. Dolayısıyla ortaya çıkan şey (yaratılan) bir etki sonucu biçimlenmiş değildir. Yaratım da aynı şekilde bir başka yaratımdan yada oluşumdan biçimlenmiş bir pastiş değildir.

Tanrının, yaratım aşamasında nesne biçimlendirmesini bir etkinin ya da manüpilenin odağında olarak yaratma olanaksızlığı bize, tanrısal yaratımın gerçek anlamda bir sanat olduğunu gösterir.

Modern insanın, yaşamından tanrıyı kovma çabalarının yerine sanatı koymasındaki ironinin, daha derin ironileri de beraberinde getirdiğini görmek zor olmasa gerek. Özellikle romantiklerin uzun bir dönem iyiliği ve kötülüğü karşılaştıran, çarpıştıran yapıtlara ağırlık vermesi, göksel olana karşı açılmış savaşın rasyonalizm döneminde de sürdüğünü göstermektedir. (Örnekler en çok romantizm döneminde verilmiş, iyi-kötü karşılaşması fantastik türün en kült yapıtlarını oluşturmuştur.) Bu bir yerde sanat eliyle kötülüğün kutsanması, kanıksanması, söz yardımıyla imge haline dönüşmesini getirmiştir. Bir defa sözle imgeleşen şey artık olağan hale gelmiş ve kayıt altına alınarak kanıksanmış demektir.

Biz bugün şiddetin, kötülükten peydahlanmış, dizginlenemez, hırçın ve yıkıcı çocukluk döneminin şahitleri olarak, yarattığımız imgelere neredeyse her gün kurbanlar sunmaktayız. Modern insan artık kendi 'yarattığı' imgelere kurban vermekle meşguldür. Verilen her kurban, yaşanılanları pornografileştiren 'sanat' yapıtlarımızla yeniden imgeleştirilmekte, olağan hale getirilerek kendi tarihini yazmaktadır. Kötülüğün tarihi.

Eğer biz bugün, yerli edebiyatın ya da dahil olduğumuz Doğu dünyasının edebiyat serüveniyle ilglenmiyorsak, yabancılaşmayı aramıza bir mesafe olarak yerleştiriyorsak; görme biçimlerimizin, tarzlarımızı ve tercihlerimizi belirlemesinden ötürüdür. Pek çok imge ile bulanıklaştırılmış bakışlarımız, duyumsadıklarımızı değil, gördüklerimizi içselleştirmektedir. Her dönemin ayrılmaz parçası kötülük ise, kendine yakın şahitler bulmuş, Kabil'i olağanlaştırmış olarak satırlar arasında paragraftan paragrafa atlayarak dansına devam etmektedir.

Görmenin Ettikleri

Edebi tarihimiz, görme biçimlerinin devşirdiği yabancılaşmaya hayli örnek barındırmaktadır. Özellikle Tanzimat dönemi bu anlamda önemlidir. Bu dönemde siyasi arayış bir kültür arayışına dönüşmüştür. Uzun süren ve hatta günümüze dek izlerini bulabildiğimiz, gazetecilerin yazarların birbiri ile olan kavgalarında daha çok siyasi tercihlerin, taraftarlık duygusu ile kaleme alınmış kavgaların varlığına şahit oluruz. Fakat bu kavgaların başlangıcının bir edebi metin üzerine başlamış olması, algıların ne derece körleştiğini de göstermesi bakımından ilginçtir.

Tercüman-ı Ahval, (1860) başyazarı Şinasi'nin Şair Evlenmesi'ni tefrika eder. Bunun üzerine rakip gazete Ceride-i Havadis (1840) bu tefrikayı eleştiren bir yazı yayımlar. Eleştirinin en önemli yönü 'kocakarılara hitabeden bu tür masalların' hala Türk edebiyatı adına yayımlanıyor olmasıdır.

Bu tepkinin sosyo-psikolojik yorumlarını bir tarafa bırakarak, 'görme'nin çok boyutlu anlamıyla alaka kurduğumuzda, varolanın belli görme biçimlerinden dolayı dışlanması, kabul edilmemesi ya da hor görülmesi ile karşılaşırız. Siyasi uzantısını ve sosyolojik açılımlarını teslim ederek diyebilirizki bu dönem yerli olana gösterilen tepki, modernleşmenin zorunlu getirisi olan 'körleşme' nin bir 'görme biçimi' oluşturduğu yönündedir. Bu görme biçimi ve dolayısıyla körleşme Doğu dünyasında hala süregelmektedir.

'Kocakarılara hitabeden masallar'ın yeryüzünün en iyi fantastik edebiyat örneklerini oluşturduğunu dönemin yazar-çizerleri 'göremedi'ler. Aradan geçen yüzelli küsur yıl sonra bugün dünya, körleşmenin etkisiyle 'göremedimiz' Doğu masallarının büyüsüne kapılmış durumda. En iyi fantastik kurgularda Doğu dünyasının fantastik anlatı geleneğinin izlerini bulmak mümkün. (Avustralyalı tarihçi David Bofinger, Yüzüklerin Efendisi incelemesinde, Tolkien'in ortaçağdan sistematik bir şekilde yararlandığını, ortaçağ tarihini ve ondan daha önceki -Orta Asya, Hint- mitolojik anlatıları kendi yarattığı mitolojiye uyarladığını öne sürer.) Başyapıtların hemen her evresinde bu anlatıların izdüşümlerine rastlıyoruz. Hem popüler kültür yapıtlarda hem de kült yapıtlarda Doğu'nun gizemli hazinelerinin, kahramanlarının, katmanlı anlatılarının ve objelerinin raks ettiğini görmemek için kültürel 'kör'lük içinde olmak yeterli.

Sanatın 'görmediğimiz' ve edebiyatımızdan kovma girişimleri içine girdiğimiz evrenselliğini, şimdi evrensel dünyadan gelen yapıtlar gözümüzün içine soka soka bize gösteriyor.

Görebilene!