Menu
MEBDE VE MA’ÂD‘IN ŞERHİ İLE İLGİLİ ŞİİR YAZMAK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • MEBDE VE MA’ÂD‘IN ŞERHİ İLE İLGİLİ ŞİİR YAZMAK

MEBDE VE MA’ÂD‘IN ŞERHİ İLE İLGİLİ ŞİİR YAZMAK

“Bir kitap yazan herkes
Anlam iddiası defterini açtı.
Sen de bir hazinenin kapısını aç,
Ve onun kapısından cevher ve inciler saç.
Mebde’ ve Ma’ad’ın şerhi ile ilgili şiir yaz ki,
Karanlıkta(yazıda) altından daha beyaz bir kitap olsun.
Nereden geldik nereye gidiyoruz?
Mademki geldik, niçin gidiyoruz?
Bunu diyen akıllı, her bir feleğin,

Yukarıda ayrı ayrı aklının, cisminin ve nefsinin olduğunu söyledi” 
Yukarıda ki dizeler Gülşehrî’nin Felek-nâme adlı eserine aittir. Kelâm ilminin en temel konusu olan mebde ve ma’âd konusunun işlendiği kitap, insanın nereden geldiğini ve nereye döneceğini anlatmak için kaleme alınmıştır. Eserin 1439 yılında istinsah edilmiş tek nüshası Ankara İl Halk Kütüphanesi’ndedir. Eser Saadettin Kocatürk tarafından doçentlik tezi olarak çalışılmış, Farsça metni ve Türkçe tercümesiyle birlikte Gülşehrî ve Felek-nâme adıyla 1982 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından neşredilmiştir.

Gülşehrî Anadolu’daki Türk edebiyatının kuruluş evresinin sanatkârlık açısından 
bakıldığında Yunus Emre’den sonra zamanının en heyecanlı şairi ve en usta sanatçısıdır. Gülşehrî’nin adı şuarâ tezkirelerinde geçmez. Ne var ki Keşfu’z-zunûn ve zeyilleri, Osmanlı Müellifleri, Sicill-i Osmanî ve zeyilleri, Kamûs’l-a’lâm gibi daha yakın dönemlerde yazılan biyografik ve biyo-bibliyografik eserlerde de (Köksal, M.F: Tullis Journal.2016) Gülşehrî‘den bahsedilmemesinin izahı zordur. 

Gülşehrî’nin hayatı, ailesi ve öğrenimi hakkında fazla bir bilgi yoktur. Onun hayatı hakkında 
bilinenler ise, sadece eserlerindeki ve sayıları çok az olan gazellerindeki bazı kayıtlardan başka, kendisinden hemen sonra yaşayan birkaç şairin şiirlerindeki bilgilerdir. Gülşehrî’nin doğum ve ölüm tarihleri de bilinmemektedir. XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın ilk yarısında ömür sürdüğü kesin olan Gülşehrî’nin bu bilgilerinin hemen hepsi eserlerinden yola çıkılarak tespit edilmiştir. Araştırmacılara göre en değerli eserlerini yazdığı Kırşehir’de1317- 1318 den sonraki bir tarihte vefat etmiştir. Adının Ahmet mi, Süleyman mı olduğu konusunda da detaylı araştırmalar yapılmış, ortaya konulan bilgi ve bulgular ışığında, Mantıku’t-tayr’dan yola çıkılarak ulaşılan Gülşehrî’nin asıl adının Ahmet olduğu kabul edilmiştir. Hulvî’nin bir eserinden yola çıkılarak Gülşehrî’nin Kırşehir’de yaşadığı bilinmektedir. Şairin Gülşehrî mahlasını Kırşehir’in eski adı olan Gülşehir’den almıştır. Ayrıca Saadettin Kocatürk Kırşehir’de yaptığı bir araştırmada Gülşehrî’nin halk arasında “Günnasır Baba veya Gülşehrî Baba” adıyla anıldığını tespit etmiştir. Onun her ne kadar Mevlâna’nın ölümünden sonra Sultan Veled tarafından mevlevlîği yaymak ve Mevlevî dergâhını kurmak üzere Kırşehir’e gönderildiği söylense de bu durum henüz kesinlik kazanmamıştır. Birçok vesilelerle Mevlâna ‘nın çok etkisinde kaldığı belirtilse de şairin Mevlevî olduğunu doğrulayan bir kayda gerek Mevlevî kaynaklarında, gerek silsilenamelerde, gerekse kendi eserlerinde rastlanmamıştır. Eserlerinden Gülşehrî’nin İslâmi ilimler ve tasavvuf bilgisi yanında mantık, matematik, felsefe ve zamanın astroloji bilgisine de sahip olduğu anlaşılmaktadır. Eserleri didaktik ve sûfîyane olmasına rağmen dili sade ve temiz, üslubu itinalı ve canlı, nazmı ise devrine göre oldukça pürüzsüzdür. Eserlerinde dil ve gramer bilgisine hâkim olduğu bu konuda iyi bir eğitim aldığı anlaşılır. Tüm bunlar şairin usta sanatçı olduğunun göstergesidir. 

GÜLŞEHRȊ’NİN BİZE KALAN ESERLERİ

Gülşehrî, eserlerini zamanın edebiyat ve şiir dili olan Farsça ve Türkçe ile yazmıştır. Farsça 
kaleme alınmış eserleri ile o zamanın edebiyatında önemli yer tutan Farsça manzum ve mensur eserlerin Türkçeye tercümeleri ve birkaç gazeli vardır.

MANTIKU’T-TAYR: Gülşehrî’nin Türkçe olarak yazdığı en büyük eseridir. Şairin metnin 
bir beyitinde Gülşen-nâme ve Gülşen adlarıyla da andığı bu mesnevî, Türk dilinin Anadolu’da kaleme alınmış büyük eserlerinin ilklerinden olması bakımından da çok önemlidir. Ferîdüddin Attâr’ın aynı addaki eserini esas alarak yazdığı, Mevlanâ’nın Mesnevî’sinden, Kelîle ve Dimne’den aldığı hikâyelerle, ayrıca zamana ait birçok sohbet ve şikâyetlerle genişleten şair eserinde iyi bir nazım şekli, zengin bir muhayyile ve temiz bir dil kullanarak iç güzellik bakımından zamanının en üstün eserini yazmıştır. Bu eser vahdet-i vücut inancını işleyen alegorik bir mesnevidir.
‘ARÛZ-I GÜLŞEHRÎ: Farsça olarak yazılmış on altı varaklık küçük bir risaledir. İlk dokuz varakta çeşitli aruz kalıplarının terkip ve teşkilinden bahsedilirken geri kalan yedi varakta bu kalıplara uygun varaklara yer verilir.
KASȊDE VE GAZELLERİ: Gülşehrî’nin bu alanda yedi parça şiiri mevcut olup daha ziyade gençlik çağında yazdığı tahmin edilmektedir.
KERȂMȂT-I AHȊ EVRAN:167 beyitlik Türkçe bir mesnevidir. Edebî ve tarihî bakımından çok değerli olup ilk Türkçe eseridir. Eserde Ahî Evran, cömertliği ile tanınan Hâtim et- Tâî ile mukayese edilmiş ve Ahî Evran hakkında bilgi verilmiştir. 
KUDÛRȊ TERCÜMESİ: Mantıku’u-tayr’ın beyitlerin şairin Kudûrî el Bağdâdî’nin el Muhtasar adlı Arapça eserini nazma çektiği anlaşılmaktadır. Ancak henüz bir nüshasına rastlanmamıştır. 
FELEK-NȂME: İlhanlı hükümdarı Gâzan Han’a sunulmak üzere 1301 yılında Farsça olarak mesnevi tarzında ve fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilun kalıbıyla kaleme alınan manzum bir eserdir.

FELEK-NȂME’NİN KAYNAĞI

Gülşehrî’nin yaşadığı dönem siyasi karışıklıkların olduğu, insanların dünya huzurundan 
umudunu keserek bedene değil ruhî âleme önem verdiği, huzuru ahirette arayan, tasavvufî düşüncenin ağır bastığı bir dönemdir. Bu şartlar altında pek çok şair eserlerine az veya çok sûfîyane bir renk vermiştir.
Felek-nâme’nin beslendiği kaynaklardan biri Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresi 28. ayetinin meali şöyledir: “Allah’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz ki, ölü iken sizleri diriltti! Sonra sizleri yine öldürecek, sonra sizleri yine diriltecek! Sonra döndürülüp O’na götürüleceksiniz.” Bu ayet Felek- nâme’deki “Mebde ve Ma’ad” kavramlarını destekler. Yine Kur’an-ı Kerim’in Tâhâ suresi 55.ayetinde “Sizi o topraktan yarattık, yine sizi ona iade edeceğiz ve sizi ondan bir kere daha çıkaracağız.” Buradan da anlaşılıyor ki Felek-nâme’de Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine birçok telmihin bulunması beslendiği kaynağa delildir.
Felek-nâme’nin diğer bir kaynağı da Mesnevî’dir. Çünkü hemen her şairin kendisinden önce yüzlerce defa tekrar edilmiş belli kalıpların, belli telâkkilerin, belli mecazların, belli duygu ve düşüncelerin etkisinde kalması doğaldır. 
Şairin yaşadığı dönemde hükümdarlar astronomi, rasathane ve takvim bilgisine önem vermekteydi. Gülşehrî’nin rasathanede çalıştığı ya da eğitim gördüğüne dair kesin bilgi yoktur. Fakat astronomi bilgisine sahip olduğu yazdığı eserin içeriği ve adından anlaşılmaktadır. Şairin yaşadığı zaman, çevre ve ilimler de Felek-nâme’nin yazılışını besleyen kaynaklardır.

FELEK-NȂME’NİN KONUSU

Şair eserinde

Nereden geldik nereye gidiyoruz?
Mademki geldik, niçin gidiyoruz?

sorusuna cevap arar. Başı ve sonu olmayan bu köşkteki gök ehli ile yer ehlinin kimler 
olduğunu açıklığa kavuşturmak ister.

“ Bu sabiteler nasıldı, bu gezegenler nedir?
Bu burçların menzilleri ve bu felekler nedir?
Gök ehlinin kimler olduğunu açıkla,
Yer ehlinin de kimler olduğunu söyle.
Ulvî ve süflîden görülen o şey,
Nerede idi buraya nasıl geldi.”

Şair ulvî âlemden süflî âleme gelenlerin, gelmeden önceki durumlarını ve süflî âleme niçin 
geldikleri Felek-nâme’de belirtir. Gülşehrî her bir feleği şehir yapar, fesatlıklar ülkesinin durumuna değinir, sonra da ölüm ve hayatı açıklar. 

“Ey aziz sevgili o kadar çok da,
Bizden azizin (sevgilinin) tatlı sözlerini istedi ki,
(Bu nedenle) her bir feleği bir şehir gibi yaptık.
Bundan sonra fesatlıklar ülkesinin durumlarını,
Baştan başa ölüm ve yaşantıdan açıkladık.”

FELEK-NȂME’NİN SUNULUŞU

Gülşehrî geleneğe uyarak zamanın padişahını över. Bunu şu beyitlerden anlıyoruz.

“Yeryüzünden feleğe melek gibi uçar
Feleklerin sultanı gibi şöhret sahibi olur.
Özellikle, yeryüzünün güneşi ve dünyanın ayı olan,
Bu dünya padişahı zamanında
Yedi iklim padişahı Gâzan Han,
Ki güneş, onun yüzünün gökyüzündeki aksinden ibarettir.”

FELEK-NȂME’NİN MAHİYETİ

Eser tasavvufî olduğu kadar didaktik ve ahlâki bir eserdir. Gülşehrî diğer mutasavvıf şairler 
gibi tasavvuf konusunu yaygın olarak işlememiştir. Sanâ’î, Attâr, Mevlâna ve diğerleri aşkı akla tercih ettikleri halde, Gülşehrî aklı aşka tercih etmiştir. Allah’a ulaşmak ve ilahî hakikati kavramak için aklın rehberliğini kabul eden Gülşehrî, akıl bizi maddi alemin hududundan çıkarıp manevî ve ulvî alemin hudutlarına kadar götürebilir ve oradan öteye geçemez der. Bundan sonra aşkın rehberliğini kabul eder. 

Ruh ve ulvîler arasında münazara şeklinde uzayıp giden konunun esası insandır. Bu dünyaya 
fırlatılmış olan insan, değişime uğramış bütün varlıklar gibi, hiçbir vakit dönemeyeceğini tahmin ettiği aslını aramaktadır. İnsan bu yeryüzüne fırlatılmışlığı ve arayışı içinde yalnızdır, çaresizdir. Çünkü o kendi isteğiyle bu dünyaya gelmemiştir. Aynı şekilde bu dünyayı terk edişi de kendi isteğine bağlı değildir. İşte bütün bunları oluşturan güç Allah’tır der Felek- nâme’de.

Gülşehrî’ye göre hayat, insanın bilgili, şuurlu ve idrak sahibi olmasıdır. Ölüm ise şuursuzluk 
ve idraksizliktir. Bilgi derecesine göre insanın hayat tarzı da değişmektedir. İnsanın iman derecesinde bilginin önemli rolü olduğunu söyler. Eserde Gülşehrî, yaratıkların en ulvîsi olan insana başlangıcının neresi ve dönüşünün nereye olacağını öğretmektedir. Ona göre insanları anlamlı kılan, ilahî yüceliği devamlı olarak aramasıdır. Bu arayışta insana nefsinin esiri olmaması, aklının ve ilahî aşkın esiri olması öğütlenir. Bunu aşağıdaki beyitlerde görebiliriz.

“Biz ne cismimiz, ne de canımızla yaşıyoruz,
Sevgilinin yüzünün güzelliği ile hayattayız.
Sevgilinin mahallesine yolu düşen herkes,
Ölümünden yıllarca önce öldü.
Ölümsüzlük âlemine koşturan kimse,
Oraya varınca, ölüm onu ölmüş buldu.”

“İnsanın düşüncesiyle yaşadığını kabul e
t,
Çünkü canlı duyularıyla yaşar.
Canlı ruhunda his bâtıl olunca,
İnsanın düşüncesi kâmil olur.”

“Akıllılıkta feleğin okundan daha yüceyim,
Feleğin yaşlısı değilim, yaşlıyım fakat ilmin aklıyım”

Felek-nâme’de hikâyeler basittir, sade bir dil ve üslup kullanılarak yazılmıştır. 
Münazaralarda müzik aletleri ve müzik makamları dikkat çeker. Bu da okuyucuya rahat nefes alma imkânı sunar. Gülşehrî’ye göre insanı kötü alışkanlıklardan uzaklaştıran süflî âlemden ulvî aleme yükselten yollardan biri musikîdir. Aşağıdaki dizeler hem Gülşehrî’nin musikî bilgisinin hem de ifadelerimin delilidir. Ayrıca belirtilen her makamın bir anlamı vardır. (Dr. Savaş Barkçin’in,40 Makâm 40 Anlam çalışmasına bakılabilir.)

“Papağan ötmeye başladığında,
Hicâz makamından başlıyordu.
Sonra Isfahan makamına geçiyordu,
Rehâvî makamında diğer bir şarkı söylüyordu.
Rast makamından Irak makamına yöneldiğinde,

Nâhıd, kemer bendini barbuttan koparıyordu.
Zira Nevrûz makamından ancak Dügâh makamına geçilir,
Hisâr makamına Çârgâh makamından geçilirse ziyan olur.”

Felek-nâme’de işlenilen konu insan ve insan ruhudur. Eserde diğer ilimlerden bahsetse de 
yine onları insana ve insan ruhuna hizmet ettirir. Böylece şair özde konu bütünlüğünü sağlar ve iyi bir kompozisyon ile hikâyenin akış bütünlüğünü korumuş olur. Bu durum hikâyenin veriliş tarzından kaynaklanır. Konu ve esas tema ile üslup arasındaki bağ dil ile sağlanmıştır. Başka bir deyişle şair ulvîleri, ruhu, hayvanları, müzik aletlerini dile getirmiş konuşturmuştur. Onlara beşeri ve psikolojik özellikler yüklemiştir. Ana temalardan biri olarak ruha ölüm duygusunu yoğun bir şekilde yerleştirmiş ve bütün hikâyenin özüne gizlemiştir.

“Çeng Rehâvî makamında ayrı bir çalgı olur,
Neyin Rast makamında sesi ayrı bir özellik taşır.
Ney Nevrûz makamında inlerken,
Rebab da Isfahan makamında iyi inliyordu.”

Felek-nâme’de şair dinî ve efsanevî motifleri de kullanmıştır. Çoğunlukla tevhit ve 
münacat bölümlerinde Allah ve Peygamber inancı, tasavvufî kavramlar karşımıza çıkar. Hint –İran ve İslam kültürün den etkilendiğini Kaf Dağı, Simurg, Anka, Burak gibi efsanevi motifleri beyitlerinde kullanmasından anlıyoruz. 

“Ansızın kendi yerinden elinde olmadan,
Sıçradı ve mana bineğine bindi.
Takvâ eğerini Burak’ın üzerine yerleştirdi,
Bindi ve sevinçle yola koyuldu.”

“Bu mavi gök Kaf Dağı’ndan,
Sarıkanatlı Simurg gibi doğunca,
Bu yıldızları yakan süsleyicinin eli,
Gecenin saçlarını gündüzün yüzünden uzaklaştırdı.”

“Şüphesiz Anka gibi Gülşehrî,
Yüzlerce kişi arasında seçkindir.”

“Ruh her hevesin yuvasından,
Anka kuşu gibi inziva burcuna gitti.”

Gülşehrî, devrin ilimleri ile ilgili birçok ıstılah ve tabiri, eserindeki tasvirleri, düşünce, his 
ve hayalleri daha iyi ifade etmek için kullanmış olsa da şair, devrin gerektirdiği ilimlerin bilgisine sahiptir. Bu da eserin ikna edici özelliğini artırmıştır. Aşağıdaki beyitlerin satır aralarında Gülşehrî’nin ontoloji, epistemoloji ve vahdet-i vücud konularına hâkim olduğu anlaşılır.

“Eğer cennetten perdede (gizli) kalırsan,
Güneş kursu önünde kalakalırsın.
Sen kendi varlığından emin olunca,
Tanrı’ya daha çok yaklaşırsın.
Kendi benliğini gizlediğin zaman,
Belirginsizlikte belirginliği bulursun.
Yüzlerce varak okuduğun halde, baktığında,
Eskisinden daha cahil olduğun ortaya çıkar.
Bir ol “dedi ol” deyişiyle senin gibi yüzlercesini yaratanı,

Senin aklın nasıl tanıyabilir?
Gülşehrî’nin resmi yok olunca,
Ressamın varlığı ona ayan oldu.”

Şairin kendini çok çeşitli ilimlerde yetiştirmiş bir kültür adamı olduğunu şu beyitlerde 
görebiliriz.

“İlm-i Külli’yi ezelde öğrenmiş,
Sıır-ı cüz-î’yi de baştan başa toplamış.
( Felek-nâme’deki) fıkıh, tefsir ve Usul-ü din,
Her toplantı ve tören yerinin süsüdür.
İlm-i tabiat ve mantıktan haberdar,
Riyâziyede ve ilahi ilimlerde itibar sahibi,
Menâzır ve merâya (persfektif) bilgisi için klavuz,
Geometri bilimi için geçerli, Öklit teoremini çözmekte yararlıdır. 
Özellikle hey’et ve nücum ilimleri yanında,
Nahiv ve sarf ilimlerine de geniş yer verilmiştir.”

Gülşehrî’nin zamanın ilimlerini yakından takip ettiğini gösteren diğer beyitler.

“O biri gümüşün bir dirhemine,
On dirhem bakır karıştırıyordu.
Söğüt yaprağından biraz, elma yaprağına benzer şekilde,
Sonra onu başka bir ilaçla beyazlaştırıyordu.”

Onun dönüşü de hiçbir şey değildir.
Bu mavi göğün dönüşünü tekrar bil,
Ki bu dönüş gündüze eşit oldu.
Onun dönüşü iki kutupta bir ateştir;
Oğlak burcunun yanında bulunan Şimal Yıldızı gibi.
Rüzgâr güney kutbuna gittiğinde,
Ona mukabil olarak da kuzey kutbunu yapmıştır.”

“Ve matematiği unsurlarıyla ele alırım.
Bunların hesabı ve tanımları meselesi yoluna konunca,
Öklid deki her şeyi gayet başarılı bir şekilde çözümlemek mümkün olur.” 

“Hadiste, tefsirde, fıkıhta ve usulde, 
Bütün yeni ilimleri orijinal buluşlarımla zenginleştireceğim.”

“Benim asıl önem verdiğim ilim, mantık, ilmi olacak.
Ona dayanarak ilimleri ve felsefeyi baştan başa çözümleyeceğim.”

Gülşehrî’nin Astroloji ile ilgili verdiği bilgileri devrin astroloji bilgisi ve mantığı 
çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Şair yeryüzünü yedi iklim olarak tasavvur eder. Yedi iklim görüşü yedi felek ya da yedi yıldız kavramı ile bağlantılıdır. Yedi gezegenin yer aldığı yedi felek onun etrafında döner. Her bir felekte sırası ile Ay, Utârid (Merkür), Zühre (Venüs), Güneş, Mirrih (Mars), Müşteri (Jüpiter) ve Zuhâl (Satürn) yıldızları bulunmaktadır. On iki burcun bulunduğu sekizinci felek ise bu yedi feleği tamamen içine alır. Gülşehrî feleklerin hikâyesini anlatırken ruhun geçtiği feleğin özelliğine değinir. Bu esnada dünyayı nasıl gördüğünü ortaya koyar, tasavvufi anlamlarından bahseder. 

“Sekiz feleği sekiz cennet sayabilirsin,
Dokuzuncusu Tanrı’nın arşıdır.
Bu cevherleri delen o filozoflar,
Cennet Firdevs-i Ȃlâ demişlerdir.
Cennet-i Hâtem dokuzuncu felekte olur,
Orası Hz. Muhammed’in meskûn olduğu yerdir.
Sekizinci felek yüz türlü parlaklığı ve temizliği ile
Emir sahibinin cennetinden başka bir yer değildir ey aziz!

Gül gibi gülen yedinci felek,
Peygamberlerin cennet-i Aden’inden başka yer değildir.
Kimyalarla dolu olan o altıncı felek,
Bütün enbiyaların cennetidir.
Rüzgâr ve yeşilliklerle dolu olan beşinci felek,
Evliyaların cennetidir.
Dördüncü felek Şahtan (Tanrı’dan) haberdar,
Ve cennete vâkıf olan âriflerin cennetidir.
Üçüncü felek zahitlerin cennetidir.

İkinci felek de daima âbidlerin cennetidir.
İlk felek mü’minin cennetidir,
Burada halk onun dilinden ve elinden emniyettedir.
Ay feleğinin kapısının üzerinde yedi cehennem vardır,
O dört anne ve üç çocuk sayılabilir.
Herhangi bir kimse feleğin üzerindeki cennette istirahat ederse,
O zaman burada kalır, cehennemde sürünür.”

Şairin astroloji ilmiyle ilgilendiğini burçlardan bahsetmesinden de anlayabiliriz.

“Onun kısmetinin hepsi de rüyasız oldu.
Ey yüce kişi Yay sahibi Balık’tır,
Ve Akrep onun gönlünü okşar.
İnişte Oğlakta emniyetli değildir,
Kendisi yazık ki Hubutta durur.
Vebalinden İkizler hamile,
Bir vebali ve burcu Başak burcunda,
Bineğinin rengi sürme rengi idi,
Onun güzergâhı gizli, ortaya çıkışı ise çok sevimli idi.”

“Onun sarayı hem Akrep ve hem de Hamel’dir.
Bir buçuk ay, her bir burçta onun işine yarasın.”

“Şerefinden Oğlak burcunda sevinçli ve muradına ermiş durumda,
Ve inişten ötürü ayaklar altına düşmüş vaziyette,
Altıncı evde talihinden sevinç içinde,
Aslan burcundan o korkusuzluk ve ıstırapsızlığın zirvesindedir.
Alçaklardan Kova burcunda üzüntüsü vardır,
Hem Boğa’ya ve hem de Terazi burcuna bu vebaldir.”

Hipokrat’ın hikâyesi başlıklı beyitlerinde hem bedenen hem ruhen sağlıklı yaşamanın 
yolları anlatılır.

“Fazla yemek bedende ıstırabı arttırır,
Çok yediğin zaman kefenini hazırla.
Mideyi az yemekle doldur.
Sıhhatin sana gerekli ise, perhiz et.
Yemeğin kokusunda ve renginde olma.
Az ye, ilaca muhtaç olma.
Melek gibi az yemeği kendine benimse.”

Tasavvuf bilgisi kitabın tamamına hâkimdir. Alegorik beyitlere sıkça rastlanır.

“Cevizin içi(beyni) kabuğundan çıktıktan sonra,
Dostun helvasına layık oldu.
Beyin(iç) helva ile iyi olduktan sonra,
Kabuğunu ister toprağa at ister ateşe.”

“ Bu dört analı, dokuz babalı dünyanın,
Altı yüzlü yedi başlı ejderhası vardır.
Onun her bir başı yüz binlerce ayak kesti,
Her yüzü de her yerde yüzlerce perde parçaladı.
Bu kuvvetli rüzgâr bahçede birçok,
Olmamış meyveleri ağaçtan döker.”

Gülşehrî Türk edebiyatında mesnevi hikâyelerinin ilk tercüme ve şerh edicisidir. Şair Felek- 
nâme’de hayvan hikâyelerine yer vermiştir. Bu açıdan Türk fabl edebiyatının Anadolu’daki ilk şair ve yazarın Gülşehrî olduğu görülür. Hikâyelerinde tabiatı algılama ve tasvir gücü, sorulu ve cevaplı (ruhun cevabı şeklinde) ifadeleri üslubunu yansıtır. 

“Bir gün Hint ülkesinde,
Altınla süslü bir sarayın ortasında şunu söyledi.
Bir kedi bir farenin deliği başında,
Hayretle ve susamış olarak bakıyordu.
Fare deliğinde hareket ediyordu.
Onun muhabbetini kin bahçesine ekiyordu.
Deliğin kapısında fare o kadar hareket etti ki,
Kedinin kuyruğunu ateşte eritmiş gibi (oldu).
Ey hüner ve kahraman arayan fare,
Aslanın kölesi olan ben senin kölen kediyim dedi(diye seslendi).
Şayet o delikten dışarıya çıkarsan,
Ve diğer bir deliğe gidersen,
Ben kararsız ve fikri karışmıştan,
Bu oyunun, Bu hikâyenin ve bu işin arkasından,
Yüz adet ayak ücreti riyasız ve hilesiz,
Elli adet helva kıymeti de benden alırsın.
Eğer bu sıçrama oyununu yaparsan,
Yüz elli adedin hepsini kazanırsın.
Fare, şayet bu oyunun içinde hataya düşülmezse,
Bu bağışın hikâyesi imkânsızdır diye cevap verdi.”
………………

Gülşehrî eserinde ruhen geçtiği menzillerden de bahseder. Ruh sırasıyla, ateş, hava, sudan 
geçerek toprağa ulaşır. Bu unsurların birleşmesi ile aydınlığa çıktığı yerde nefisler âlemine esir düşer 

“Sıcaklık ve soğukluğu işmiş gibi biriktirdi, 
Var olan kuru ve yaş her şeyi yaktı” 

“Ruh üçüncü menzilden koşarak,
Temiz sudan (çıkıp) toprak tarafına gitti.”

Eserin ilerleyen bölümlerinde, insanın beş duyusu ile yol gösterici olur. Örneğin kulak 
sayesinde marifet toplar, burun sayesinde gizli misk aşikâr olur. Gülşehrî’ye göre beş duyu ile elde edilenler geçicidir. Akıl yolu ile elde edilenler kalıcı ve süreklidir.  Gülşehrî hikâyelerinin ve beyitlerinin sonunda Felek-nâme’ye göndermeler yapar. Bu göndermeler bize Felek-nâme’nin okunması gerektiğinin yolunu açar.

“Bu kadar gizli kilitleri açabilecek anahtar,
Ancak Felek-nâme’de bulunabilir.”

“Evren oluş ve bozuluş işlerinde,
Felek-nâme’’ye itimat edilebilir.”

“Bu göz, kulak, el ve ayak gidince,
Gülşehrî’nin adı yerinde kalır.
Sevgi, kin, lütuf ve öfkeden,
Felek-nâme’de dünyanın bütün sırlarının bulunduğunu bil.”

“Yüzlerce müşkülü olan insanoğlu,
Bu Felek-nâme sayesinde kendi müşkülünü halledecektir.”

“Ki her bir gafilin gönlü kendi durumunu bilsin,
Ve Felek-nâme’de kendi durumunu öğrensin diye”

“Bütün ilimlerde zahmete katlanan biz,
(Bunların ) hepsini de Felek-nâme’de zikrettik.”

“Gülşehrî’nin kendisi bu gamı ayan beyan,
Felek-nâme’de yüzlerce keşf ve beyan ile açıkladı.”

“Felek-nâme’yi de her an kulağına küpe et.
Ruh diye adlandırdığımız bu insan nefsinin,
Bedene tam manasıyla hükümranlık ettiğini de unutma.”

“Felek-nâme’den daha iyi hatıra olabilir mi?
Bu hikâye hem bal hem de süt gibi oldu.”

“Gülşehrî’nin coşkusu zevkten başka bir şey değildir.
Felek-nâme’siz de dünyanın tadı olmaz.”

“Din ve adalette talebelik yapan her kimse,
Felek-nâme gibi bir üstat bulamaz.
Âlimin nasihatini can kulağı ile dinle ki,

Yeni ay gibi görünesin.”


“Gülşehrî gibi bir kimsenin talebesi olma,
Bu Felek-nâme sana üstattır ve yeter.”

“Herkesin eşyası elbise ve kadehtir,
Bizim kazancımızın adı Felek-nâme’dir yeter.”

“Felek-nâme’den öğrenmedin mi?
Gülşehrî gibi, yerinde ve ölçüsünde,
İlim arayıcı ol ve amele bağlan.
İddia defterini mana ile aç,
Felek-nâme’den de bir ahenk çal.”

“Hikmette, akıllı isen,
Niçin Felek-nâme’den gafil olasın”

Gülşehrî eserin son kısmında ruha devrini tamamlatır.

“Tanrı’nın zatında yokluğu seç,
(Tanrı’nın zatında yokluğu seçen) cehennemden emin olur.
Eğer cennette de örtüde kalırsan
Güneşin kursunun (yuvarlağının)önünde kalmış olursun.
Herkesin imdadına yetişen (elinden tutan) bir şeyi vardır,
Gülşehrî’nin kazancı işte bu hiçtir, yeter.”

Gülşehrî ‘nin, Felek-nâme’nin yazılışında kullandığı dil ve üslup okuyanları etkileyecektir. 
Bu entelektüel ve tasavvufî eser önemli bir kültürel mirastır. Okuyucu tasavvufî anlamda eserin zevkine varıp sabır ve sebat ederek okuması faydalı olacaktır. Büyük eserler insanların gönlüne hitap ettiği sürece büyüklüklerini muhafaza ederler. Günümüze kadar korunarak gelen bu kültürel miras nesilden nesile aktarılarak değerlerin korunması ve yaşatılması açısından da önem arz etmektedir. 

Kaynak: KOCATÜRK, S.1982,Gülşehrî ve Felek-nâme. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Ankara.350s.
Beyitler: Doç. Dr. Saadettin Kocatürk tarafından yapılan tercümenin orijinal hali korunarak aynen yazılmıştır.
Resim: KÖKSAL, M.F. 2016. Gülşehrî Hakkında Notlar. Tullis Journal, Cilt:1, Sayı:1- Haziran, 35




Felek-nâme’nin bugün Millî Kütüphane koleksiyonlarında bulunan 06 HK 817 Numarada kayıtlı biricik nüshasının kazınıp ve karalanarak önemli bilgilerin yok edildiği kısımları.

FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.

Diğer Yazıları