Kadınlı erkekli yaklaşık on iki kişilik bir grup ekrana doluştu. Erkekler, temiz ve bakımlı belki de parfümlüydü. Kravatsız olsalar da spor şıklığındaydılar. Kadınlar hâza şıkır şıkırdı. Yaka dekoltelerini boydan boya saran envai çeşit incik boncuklar, kulaklarda omza değmesine ramak kalmış pırlanta taklitleri. Bilekten dirseğe kadar sıralanan “Zulu kadınlarının boyun halkalarından esinlenmiş!” bilezikler, beceriksizce yapıldığından damlamak üzere olan makyajlar…
Kapıda alel acele geçiştirilen hoş geldin faslının ardından ev sahibinin iki dikdörtgen masayı birleştirerek kurduğu en yüksek puana aday ziyafet masasına oturdular.
Anladınız. “Komşu komşu hu!” yarışmasına hoş geldiniz.
Düzenli bir sofra; orta, boydan boya soğuklarla bezeli. Üç çeşit salata, mercimekli köfte, ezme, haydari…Misafirler altışarlı olarak karşılıklı dizildi. Masanın bir başında evin hanımı diğer başında beyi. Kucaklarındaki çocuklar şaşkınlıklarını, uykuyla birlikte gözlerinden akıtıyor.
Çorba servisi yapıldı. “Kıvamı güzel, tuzu fazla, tuzu az, tereyağ mı var ne! Ay ama zararlı…”
Ana yemek sunuldu. Genişçe bir yemek tabağına; bir kase kalıbıyla pilav, püre ve mantarlı et sote birlikte koyulmuş.
Onlar da bitti. Diş temizleme mimikleri arasında yapılan iltifatlar. Tatlı tatlı göbek oğuşturmalar.
”Yedik, yedik ama şimdi bunları eritmesi mesele. Ayol açın şu ortayı içim daraldı. Hep böyle masada mı oturcez! “
Bir alt yazı geçmeye başladı. Üzerine gelen bilmem ne sucukları yüzünden okunamadı.
Masalar kaldırıldı. Herkes koltuğa kanepeye serildi. Gelsin çaylar. Derken kimden geldiği belli olmayan bir ses ”Biz Heybeli’de her gece…”
Maalesef şarkının “Haydi lili lili lili lili…” tarafından sabote edilmesiyle ortalık, nerden çıktığı belli olmayan abartılı Sibel Can, Nükhet Duru ve Asenalarla doldu.
Yazı, son dakika diyordu.
Kenarda alkış tutarak, peçete ve (mahsuscuktan) dolar yağdıran erkeklerden; göbekli olan daha fazla duramadı. Ritmik hareketlerle göbeği önde, kendisi arkada ortaya fırladı. Göbeğini inanılmaz bir şekilde kıvrak idare ediyordu. Sağdan soldan, aşağıdan…
Geri planda kalmanın dayanılmaz eziciliğine tahammül edemeyen Sibel Can kıvrımlı hatun iki eller yanda, parmaklar gerdirilmiş, helezonik hareketlerle ortaya attı kendini ani dönüşler, kıvrım kıvrım sallanmalar, titretmeler…
Benim neyim eksik havasıyla kocasının baştan beri hayır diyen bakışlarını görmezden gelen Asena kopyası geldi ortaya. Bu da bir başkaydı. Uzun saçlarını arada bir elleriyle toplar gibi yapıp aniden salarak, en çok ilgi çekeceğini düşündüğü tarzda salınıyor, kıvrılıyor.
Alt yazı bıkıp usanmadan geçiyor.
”Son dakika …”
Nükhet Duru özentisi de gelince muhteşem üçlü tamamlanmış oldu. Kim göbek atıyor, kim alkış tutuyor, kim “lili lili “ çekiyor? Velhasıl her şey birbirine karışmış.
Yazıyı nihayet yakaladım.
”Cizre’de devriyeye çıkan askeri araca açılan çapraz ateş sonucu üç asker, olay yerinde şehit olurken…”
Canlı yayında eğlence doruğa tırmandı. Yorgunluktan bitap düşenler bir yerlere serildi. Ter boşaldı alınlarından, şakaklarından. Sildiler.
“…yaralı iki asker helikopterle Diyarbakır devlet hastanesine kaldırıldı.”
Üçü de apansız, nerden geldiğini hiç öğrenemeyecekleri mermilerle kamyonetin soğuk zeminine uzanıverdi.
Yola çıkarken düşünmüşler miydi? Terhisine on beş gün kaldığını, geçen hafta doğan kızının kime benzeyeceğini, sanki evlerinden hiç ayrılmamışlar gibi analarının, her bir eşyalarını, odalarını hazır beklettiğini. Belki de ecel daha atik davranıp bunları düşünmelerine fırsat vermemiştir. Belki de alınlarından şakaklarından boşalan kanın rengini bile görmemişlerdir. Tabi ki silememişlerdir de…
Alt yazının duracağı yok. Ne göbek havası, ne çekilen zılgıtlar yazıyı durduramıyor.
“Saldırı da şehit olan erler…”
“Aman uzun zamandır böyle eğlenmemiştik. Yaşamak bu işte! Oh kendimize geldik. Vedalaşırken, haftaya diğer komşuda buluşmak üzere sözler verildi.
Gökten üç elma düştü: Biri eğlenenlerin, biri elinde çay onları seyredenlerin biri de inatçı alt yazıların başına…
Alt yazıdakilerin isimlerini ve annelerini buraya almadık, onlara bu yazı da dünya da şüphesiz dar gelir. Onları artık ötelere ve uyanılması güç rüyalara havale ediyoruz.