Gece, sükûn ve sükût, hâl ve tefekkür, muhasebe ve ıstırap, hayal ve gerçek, uyku ve rüya, muştu ve kabus, dost ve düşman. Gece, insanın sınırlılığının, acziyetinin, her hali ile zayıflığının zirve yaptığı zaman. Direncin kırıldığı, gönlün ötelere dair arayışlara girdiği, insan olmanın hakkını verememenin doğurduğu suçluluk psikolojinin dile geldiği an. Gece, dua zamanı; dilin susup gönlün, halini haykırdığı an. Gece, sözün kenara çekilip sustuğu, kalbin çığlık attığı zaman. Gece, karanlık, O’ndan başka hiç kimsenin olmadığı hissi. Ve gece, görememek, kabri hissetmek, düşünmek sonsuzu, sonsuzun bir adım öncesini.
Gece, bir derinlik, bir sınırsızlık, bir sonsuzluk denemesi. Ya kapkaranlık kabrin provası ya sonsuz bir günün öncesi sabredilmesi gereken bir sınav. Yorgun olana deliksiz bir uyku, susuz olana devasa bir cennet, dertli olana bitmek bilmeyen bir zaman dilimi. Bazı zaman ne kadar zor ilerliyor dakikalar, kıpırdamıyor sanki saatin kadranları, birbirinin takip etmiyor akrep ile yelkovan. Hele bir de geceye sarktı mı zaman, ıstırap öyle bir oluyor ki deme gitsin. O mutluluk anlarında fırıl fırıl art arda koşturan bu ikili, gecenin karanlığında adeta hastalıklı bir kaplumbağa oluyor. Derdi katmerliyor, yineliyor. İnsanın aklına gelmeyen dertlerini dahi düşündürüyor. Farazi sorulara verilen farazi cevaplara mahkum ediyor zihni. Böyle anlarda fecir nasıl da aranıyor, kabul edilmesi en çok istenen bir dua oluyor. Gün dönüyor…
Gece, kaldırımların, tüm günün yorgunluğunu atarcasına sakinliği ve simsiyah hali, başıboş köpeklerin rahatlığı ve sessizliği, yokuşların daha bir çekilmez olması, yolların bir türlü bitmemesi, lüzumsuz adamların lüzumsuz naraları, evini kaybetmiş kızların sakız sesleri, evini arayan çocukların kağıt toplamak için sürüdükleri arabalarının gıcırtısı. Ama öte yandan gece, dipsiz bir gök, içerisinde kaybolunası yıldızlar, mırıldanan bir sevda şarkısı, hatırlanan çizgiler, ay ışığında daha bir esrarengiz olan Kız Kulesi ve sert dalga sesleri. Gece, adımlanarak da adımlanmayarak da bitmeyecek yollar, sürekli olarak bir ağacın dallarına konan çiğ taneleri, sert bir rüzgar, soluk bir sokak lambası, ışıksız pencereler…
Bazı şeyler, kendisine nereden bakıldığı ile anlam kazanıyor. Siyah-beyaz bir resmin gecesiyle rengarenk olanın bir farkı yok. Tek ortak noktaları birden fazla renkten tek renge koşturmak. Aslolan siyah/karanlık mıdır, yoksa gündüz/aydınlık mı, burası da muğlak. Çünkü kainatın dengesi bakımından mutlak bir eşitlik var bu zaman dilimlerinin arasında. Ama anlam yüklemek bazı olgulara, onları tanımlamak ve tanımlarken alışkanlıklardan yola çıkmak ünsiyetin sorgulanamaz devamlılığını intâç ediyor sanki. Bu bağlamda gecenin anlamlı kılınması ve farklı açılardan çeşitli fikirler muvacehesinde tartışılması önemli. Ama gecenin dinlenme yeri olduğu aşikar, bu durumda gündüz de yorulma yeri oluyor. Acaba kendisi için yorulduğumuz şey doğru mu?
Gece, insanın zeminini farklılaştıran farklı bir zaman dilimi. Sanki gece müşfik bir anne, sanki sımsıkı sarınılacak bir battaniye. İnsanın algısını zorlayan bir sükunet, gökyüzüne bakıldıkça derinleşen bir ahenk. Kalp atışlarının ritmini, güneşini arayan kelebeğin kanat çırpışının sesini duymanın imkanı. Gece, tam bir masumiyet ve eşitlik. Zengin-fakir, amir-memur, hoca-talebe herkes eşit uykuda. Hırlı da hırsız da, zalim de mazlum da aynı dinginlikte uyuyabiliyor ortamını bulduğunda. Zulmü tabiat haline getirmiş bir insan ne kadar da masum olabiliyor uyurken; adeta zulmetmeyi bıraktığı için yüzüne bir bebek masumiyeti iniyor. O zulmederken çatılan kaşlar, sürekli gergin mimikler gidiyor, zulmetmemenin huzuru yansıyor yüze. Çünkü masumluk hali tabiî, zâlimlik hali arızî.
Gece, sıradanlaşan ve gürültüye ve koşturmacaya boğulan hayatların soluğu, yıllar yılı akla gelmeyen eskilerin yadı. Geçmişle sınırsız diyaloglar, gelecekle meçhul söyleşiler. Gece, derdin, dert olduğu için değil, yoldaş olduğu için sevildiği; kimseye açılamayan isteklerin göğe rahatlıkla yükseldiği zaman. Gecesi olmak, çoğu zaman gündüzü olmaktan daha cazip sanki; ama kucaklanabilen, hasbıhâl edilebilen bir geceye ermek.
Gece önemli bir başka açıdan da; çünkü o gündüzün habercisi. Evet, belki gece kimileri için meşakkatin, derdin, tasanın başlangıcı, ama onlar da yeni bir günün doğması için yine geceye ihtiyaç olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla gece, bir gebelik halidir tam olarak. Ama neler getireceği belli olmayan bir gündüzün doğumu bazen çok zor oluyor. Nasıl günün dertleri geceyi telef ediyorsa, gecenin üstü kapalı işaretleri de günün rengini sanki hissettiriyor…
Gece bir kaçış; gürültüden, insandan, âlemden ve bizzat insanın kendisinden. Gece bir sığınak; zihne, gönle, ruha ve her türlü insanı melekeye. Gece istidatların keşif yeri. Sahi Yusuf ne geceler geçirdi kuyu dibinde, biliyor mu insan? Sabahın yakın olduğunu hatırlatan bir kutlu elçi, bu sözü geceleyin/geceden söylemiyor mu? Nuh gece-gündüz demeden çakmıyor mu çöl gemisinin tahtalarını? Resûl-i Ekrem isrâyı, miracı geceleyin tatmadı mı? Yine geceleri adımlamadı mı yaşlı gözlerle bakakaldığı Mekke’den Yesrib’e? Hasılı gece de gündüz gibi, ilgilisine göz kırpan bir âyet değil mi?
Sözün özü gece, sıradanlaştırıldığında sıradanlaşan, inkişâfının yolları arandığında imkânlar sunan bir zaman…