Menu
ACZİYET
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ACZİYET

ACZİYET

İnsan, âciz. Geçmişine elini uzatıp onu olmasını istediği gibi şekillendirmediği gibi, geleceğe dair plan kurabilme lüksüne de sahip değil. Sadece ânı ile ilgilense yarını hakkında, sadece yarını ile ilgilense günü hakkında âciz. Ne kadar tedbir alırsa alsın hasta oluyor, ne kadar görmezden gelse de çevresindekiler ölümlerle eksiliyor, maddî kayıplara uğruyor, bunlar onun kendisi dışında bir varlığa sığınmasını zorunlu kılıyor. İnsanın aczinin bir yönü, yaratan-yaratılan denklemindeki farklı hayat kategorilerinin zorunlu bir sonucu, diğer yönü ise, bizatihi içinde yaşadığı dünyanın kullanılmaya elverişli bir aracı olarak konumlandırmasının meyvesi. Burada temas edilecek olan daha ziyade bu ikinci yön.

İnsanın âcizliğinin en büyük sebebi, zihninin bir bütün olamaması, birden fazla parçaya ayrılması ile ilgili. Bizzat kendisi dağılan zihin, dağınık gibi görünen şeyler arasındaki bağlantıları kuramaz oldu. Dünya ile âhiretin bağlantısı koptuktan sonra hayatı ne anlamı var? İnsan-insan, insan-kâinât, insan-yaratıcı, kâinât-yaratıcı bağlantıları o kadar yıpratıldı ki modern dönemle birlikte... Hayatı anlamsız kılmak için ne gerekiyorsa hepsi yapıldı. İnsan direnemedi. Âciz hale getirilen insan ise, yeni işleyişin işçisi olarak konumlandırıldı. Yaratıcının esmâsına âyine iken, yaratılmışların kaprislerinin yansımaları onun üzerinde görülür oldu. Bir olan yaratıcı ile olan bağını yitirerek bin yaratılmışa perestiş etti. Her yönüyle biricik olan özünü ve kâinâtı da sıradanlaştırdı.

İnsan, insan olarak değil dişli olarak hayatını sürmeye başladı şu acayip zamanlarda. Kocaman bir çarkın minicik bir dişlisi. Üretim-tüketim dengesinin hem üreteci hem de tüketici safhasında basit bir dişli. Satmak için üreten, kazanmak için tükettiren sistemin her yandan mağduru. Çalışırken tüm insanî vasıflarından arındırılan ve ne kadar makineleşirse o kadar övgü alan insan, ne kadar çok tüketirse kendisini o kadar memnun hissetmeye başladı. Daha fazla tüketmek için daha fazla üretimde pay aldı. Sisifos muydu şu Yunan mitolojisinde tepeye ulaştırmakla memur kılındığı kayasını bir türlü oraya eriştiremeyen eski kral? İnsan sisifoslaştırıldı… Gayesi madde kılındı.

İnsanın görerek, gözleri ile erişebileceği bilgi miktarı belki de tarih boyunca hiç modern zamandaki kadar olmamıştı. O, dinlemeyi bırakıp görmeyi merkeze aldığından beri özünden uzaklaşıyor. Çünkü dinleyebilmek, bilginin, kişinin dışında olduğunun bir tür kabulü iken görme bizatihi insanı merkeze alan bir şey. İnsanın kulak vermekten vazgeçtiği şeylerin en önemlilerinden biri de kendisi. Sürekli koşturuyor, sürekli olarak dönüş/türül/en ve her geçen gün daha yaşanılmaz hale ge/tiri/len dünyada. İnsan mantıkî tutarlıklık açısından hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi âhirete çalışamaz. Bu tam anlamıyla bir zihin bölünmesi. Aslolan hayatın bütünlüğüdür. İnsan, kendini dinlemekten vazgeçerek, sadece dünyanın zâhirini gördüğü için âciz galiba.

İnsanın, özünden uzaklaşarak elde ettiği her başarı, onun âcizliğini gösteren iyi birer örnek. Eğer elde edilen makam, mevki, mal-mülk, sevgi, evlat vs. kişinin, kendisine yabancılaşmasını sonucunu doğuruyorsa gerçekten tam bir hezimet. Çünkü insanın referans noktaları farklılaşıyor ötelerle irtibatı olmayan başarılar sonucunda. O artık kendisini sadece kul olarak tanımlayamaz hale geliyor. İşi-maaşı, evi-arabası, eşi-evlâdı kalın perdeler olarak onunla hayatının anlamı arasına giriyor. İnsan başarı zannettikleriyle mi âciz oluyor yoksa?

Âcizliğin bir yönü de vicdân ile insan arasındaki mesafe ve insanın bu mesafe ile kaybettikleri. Ne kadar bastırmaya çalışsa da insan, vicdanı sürekli bir açlık çekiyor. Vicdanın bu açlığı, insanın aidiyetini gösteriyor: İnsan dünyalı değil, ukbâlıdır. Buradaki yani dünyadaki varlığı ise sınırlıdır ve sınırlı olan her şey gibi ona acı vermektedir. İnsanın nefsi/özü, onu buradan çekip ötelere götürme azmiyle hareket eder, diğer taraftan iyi eğitilmediği zaman sadece dünyaya bakan havâs-ı selîmeyi ve hatta her şeyi bir araç olarak kullanır ve insanı dünyaya bağlamak için elinden geleni yapar. Bu durumda şunları sormak gerek: Vicdân/ım benim için ne ifade ediyor; vicdân/ım kâinât için ne ifade ediyor? İki dünyalı tek bir hayat üzerinde düşünmek zorundayız…

Gökyüzüne bakabilmeli insan, yıldızları, bulutları görebilmeli, yeşilin tonlarını en ince ayrıntısına kadar fark edebilmeli, gökkuşağının renklerine hayran olabilmeli, kesinlikle sevmeli… Kendi dinlemeli sonra. Ve sonra kendi kendine sorduğu her şeyi değiştirebilecek olan soruya yine kendi kendine cevap verebilmeli. Kulluk, yaratıcıya olan aczin göstergesidir doğru, ama öte yandan kulluk, var edilen şeylere karşı aciz olmamanın ve anlamı bulmanın da göstergesi.