Menu
Gazze’nin Gözyaşlarını Kanıksama, Unutma, Uyuşma, Donma!
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Gazze’nin Gözyaşlarını Kanıksama, Unutma, Uyuşma, Donma!

Gazze’nin Gözyaşlarını Kanıksama, Unutma, Uyuşma, Donma!

 

Savaşa maruz kalanlara yönelik tehditlerin en korkutucusu olan bitene alışmamız ve bu insanların durumunun hayatımızın arka planında bir uğultu haline gelmesidir.

İsrail’in Gazze’ye saldırı başlatmasının üzerinden yedi ay geçti. Enkaza gömülmüş ölü çocukların görüntüleri, açlıktan bir deri bir kemik kalmış ölü çocukların görüntülerine bırakırken bir unutma hali söz konusu olabilir mi diye endişelenmekteyiz. Zaman geçiyor ve Gazze konusunda savaşın bitmesi konusunda hiçbir şey yapılmıyor.

Gazze’den ölüm ve yıkım haberleri tüm hızıyla gelmeye devam ederken, Filistinliler doğru düzgün yas tutmak için bile yeterli zaman bulamıyorlar. Zihinleri tek soruyla meşgul: Nasıl hayatta kalacağız? Dayanacağımız daha ne kaldı? İçlerinde kalan tek şey keder ve korku. Hayat enerjilerinin kalmadığı günler geçiriyorlar.

Gazze’deki hastanelerin neredeyse tamamı yok edildi. Şifa ve diğer tıp merkezlerindeki sağlık çalışanları hedef alındı. Pek çok doktor ve hastane personeli soyuldu, dövüldü ve İsrail’deki gözaltı kamplarına nakledildi.  Burada aşırı zorluklara ve işkenceye maruz kaldılar. Hastane elektriğinin kesilmesi kuvözdeki yeni doğanların ölümüne neden oldu. Hastanede çok sayıda doktor ve güvenlik arayan siviller ayrım gözetilmeksizin katledildi. Gazze’nin farklı yerlerinde bulunan toplu mezarlara ilişkin haberlerde sadece Nasir Hastanesi’nde 390 cesedin çıkarıldığı belirtiliyor.

İsrail 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana uluslararası toplumun ve uluslararası kuruluşların bütün tepkilerine rağmen, Filistinli sevil halka yönelik insancıl hukuk normlarını ve uluslararası hukuku ihlal ederek şiddetli saldırılarına ara vermeksizin devam etmekte. İsrail’in Gazze Şeridi’nde hastanelere, sivil yerleşim yerlerine, ibadethanelere, uluslararası yardım kuruluşlarının bulunduğu bölgele yönelik havadan ve karadan devam eden saldırıları ve ablukası sivillerin temel gereksinmelerine ulaşamamasına neden olmakta. Müslümanlar için kutsal sayılan Ramazan Bayramı’nda bile saldırılarına ara vermeyen İsrail, son verilere göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’ye 70 bin tondan fazla patlayıcıyla saldırarak 14.560’ı çocuk, 9.582’si kadın olmak üzere toplam 33.686 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Toplu olarak temiz suya ve temiz hijyen olanaklarına erişimi olmayan 1,9 milyondan fazla Filistinliyi yerinden etti.

İsrail hükümetinin 9 Ekim’de Gazze Şeridi’ne su tedarikinin kesme kararının ardından şartlar daha da kötüleşti. Temizlik, banyo ve çamaşır yıkamak için gerekli olan akan suları yok. Savaştan önce bile kuyulardan temizlik amacıyla bir galon su doldurmak için üç veya dört saat kuyrukta bekliyorlardı. İsrail’in kuşattığı Gazze Şeridi’ndeki nüfusun çoğu temiz suya erişim olmadığı için hastalıkları önlemek amacıyla saçlarını kesiyor.

İsrail’in Gazze’deki soykırımının dehşetini kelimeler anlatmaya yetmez. Bombaların altında, umutsuzca var olmayan güvenli bir yer arayan Filistinliler sürekli kaçmak zorunda. Bina üzerine binanın yıkıldığına tanık oluyorlar. Kısmen ayakta kalan az sayıdaki hastanelerde kan içinde yürüyorlar. Çocukların ve diğer hastaların, hastane zeminlerine serildiğine, uzuvların anestezi yapılmadan kesildiğine tanık olmak zorundalar.

İsrail konvansiyonel silahların yanında açlığı da bir silah olarak kullanmakta. Yeterli gıda ve temiz suya ulaşamayan çoğu çocuk ve yaşlı binlerce sivil bu sebeple hayatını kaybetmekte. Birleşmiş Milletler koordineli uluslar arası kuruluşların bölgede yaptığı incelemelere göre Gazze’nin kuzeyinde nüfusun % 70 ‘i ölümcül açlıkla mücadele etmekte. Her türlü kıtlık, çok yüksek boyutlarda yaşanıyor. Bulaşıcı hastalık özellikle çocuklar arasında yüz bin ishal vakasının bildirimiyle çok artmış durumda. İsrail saldırısında yüzü kısmen parçalanan bebekler, vücudunun % 70 den fazlası yanan çocuklar, öldürme niyetiyle başından ve vücudunun üst kısmından vurulan, aralarında çocuklarında bulunduğu sayısız silahsız sivil, iki ayağı da kesilmiş yürümeyi hiçbir zaman öğrenemeyecek bebekler…

Gazze hastanelerinde sterilizasyon maddesi yok. Günde on dört on beş çocuk amputasyonu gerçekleşiyor. Enkaz altından bacağı kırılarak kurtarılan çok sayıda çocuk ailesini tamamıyla kaybetmiş kimsesiz.

Ürdünlü kadın doğum uzmanı Asil El Jallad kuşatma altındaki bölgede ortaya çıkan kritik insanî durum karşısında yüzlerce kadının bebeklerini doğurmasına yardımcı olmaya ve aylık tıbbi kontroller sağlamaya yönelik gönüllü hizmet vermeye geldi. Asil, Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’taki Al-Mawasi’de bir sahra hastanesinde çalışıyordu. Burada yüzlerce kadına aylık kontrollerinde ve bebek doğumlarında yardımcı oluyordu. Karavanlar ve çadırlardan oluşan sahra hastanesinde yalnızca sekiz yatak vardı. Sınırlı imkânlardan dolayı doğumdan hemen sonra kadınları taburcu etmek zorunda kalıyorlardı. Bu hastane, yerinden edilmiş kadınlara hizmet ediyordu. Eşleri yanlarında yoktu. Asil’in tespitlerine göre buradaki kadınların tamamı yetersiz beslenme ve vitamin eksikliği nedeniyle hamilelik esnasında kilo veriyorlardı. Hastanede temel tıbbi malzeme, ağrı kesiciler, epidural anestezi, kadın hijyen malzemesi ve daha pek çok malzeme yoktu. Dr. Asil düşük sosyoekonomik şartlar nedeniyle kadınlar arasında doğum sonrası koruma ve yeni doğanların yetersiz beslenmesi dâhil çok sayıda komplikasyona tanık oldu. Bu kâbuslar aylardır devam ediyor. Gazze’deki kızlar ve kadınlar dünyanın onları neden terk ettiğini sorguluyor.

Dr. Asil bir ay boyunca beş yüzden fazla kadının doğum yapmasına yardımcı oldu. Her gün 100-200 hamile kadının taramasını tamamladı ve Amman’a döndü. Şu an ikinci çağrıyı beklerken acil çok sayıda doktora ihtiyaç olduğunu da bildirmekte.

BM kadın topluluğu çatışmalardan altı ay sonra altı bini anne olmak üzere on bin Filistinli kadının öldürüldüğünü, on dokuz bin çocuğun ise yetim kaldığını söyledi. Raporda ayrıca Gazze’de bir milyondan fazla kadın ve kız çocuğu, gıdaya, güvenli içme suyuna, çalışır durumda tuvalete veya akan suya erişim olmadan hayati tehlike oluşturan risklerle ve felaket düzeyinde bir açlıkla karşı karşıya denildi.

İsrail güçlerinin Gazze’deki amansız saldırılarının ortasında yaşayan Filistinli kadınlar günlük korku, üzüntü ve travma gerçekliğine katlanıyor. Filistinli kadınlar yedi ay boyunca hayati önem taşıyan kadın hijyen malzemelerine ve hamilelik bakımına erişimden mahrum bırakıldı. Bu durum onları, özellikle çadır ve okul odaları gibi geçici barınaklarda yaşayanlar için daha yüksek sağlık riskleriyle karşı karşıya bıraktı. Zorlu kış koşullarında acıları sıkıntıları daha da arttı. Kışlık kıyafet ve battaniye yetersizliğiyle uğraştılar. Temiz suya, sanitasyon tesislerine ve hijyen ürünlerine erişim ciddi şekilde sınırlandı. Tüm bunlar kadınların enfeksiyon riskini artırıyor. Ağrı kesici ilaçların ve diğer temel tedavilerin yetersizliği, yerinden edilmiş kişiler arasında tıbbi müdahaleye yönelik aşırı taleple birleşince zaten vahim olan durumu daha da kötüleşti. Hastanelerin kliniklerin bile hedef alınmasıyla ortaya çıkan güvensizlik hissi sürekli korku doğuruyor, bu da Filistinli kadınların karşılaştığı uzun vadeli psikolojik sağlık sorunlarını artırıyor. Bureij Kamp’ındaki kadın sağlığı merkezi gibi tesislerin tahrip olması nedeniyle özel psikolojik destek hizmetlerinin kaybedilmesi, birçok kadın ve çocuğun önemli bakım olanaklarından mahrum kalmasına neden oldu. Ekonomik zorluklar ve yetersiz beslenme ile birleştiğinde yaşadıkları sıkıntı çok daha büyük. Fiziksel rahatsızlığa bir de duygusal sıkıntı, utanç duygusu ekleniyor. Bu durum onların saygınlık ve özsaygı duygularını aşındırıyor. Temel tıbbi malzemelerin eksikliği, onların güçsüzlük ve umutsuzluk duygularını artırıyor. Onları kaygı, depresyon ve umutsuzluk gibi çeşitli zihinsel sağlık sorunlarına karşı duyarlı hale getiriyor. Otizmli gibi özel ihtiyaçları olan, engelli çocuklarına özellikle de kızlarına bakan annelerin karşılaştığı acı ise tarifsiz. Bu savaşın üzücü gerçekleri, yaygın korkuya, kaygıya ve iyileşmek için gerekli olan hayati sosyal bağlantıların kaybına neden oluyor. Hamile Filistinli kadınların durumu, mevcut koşullar ve devam eden savaşın yıkıcı etkileri karşısında gittikçe kötüleşiyor. Değişken koşullar nedeniyle hormonları da sağlıksız işliyor. Oysa hamilelik, sorunsuz gebelik, doğum ve doğum sürecini kolaylaştırmak için fiziksel, duygusal, sosyal ve kültürel desteği kapsayan kapsamlı bir bakım gerektirir.

Filistinli kadınların yaşadığı istikrarsız psikolojik ortam, sürekli bombalama ve yaygın korku, İsrail işgal güçlerinin doğrudan hedef alması nedeniyle düşükler ve doğmamış çocuklar da dâhil olmak üzere can kayıpları gibi trajik sonuçlara yol açıyor. Doğum öncesi kontroller ve yeterli beslenme dâhil, olmak üzere uygu tıbbi bakımın olmayışı doğum tarihi yaklaşırken karşılaştığı zorlukları daha da artırdı. Doğum hastanesine ulaşım, oradaki yoğunluk doğum yapmayı bekleyerek acı dolu saatlere katlanmak zorunda kalmak sonra da her gün hayatta kalma mücadelesi vermek.

Bir kadının bebeğini doğurmak için sezaryen yapması durumunda psikolojik stres düzeyleri çok yükselir. Beklenen doğum tarihi yaklaştıkça korku endişe stres acılarını daha da artırıyor. Planlanan doğumlar için hastaneye ulaşan kadınlar çok sayıda yaralı nedeniyle doğumları iptal ediliyor. Doğum yapılan hastanelere çok uzun yolculuklar yaptıktan sonra ulaştıklarında ise ameliyat için anestezi maddesi bulunmadığını öğrenince stresleri daha da artıyor. Anestezinin yetersizliği ile kendi ve bebeklerinin güvenliği tehlikeye giriyor. Ameliyatın ardından uygun ilaç, antibiyotik ve ağrı kesici gibi temel ameliyat sonrası bakımlar eksik olduğundan fizyolojik ve psikolojik acıları daha da derinleşiyor. Potansiyel sağlık komplikasyonları ve enfeksiyonlardan endişe ederken korku ve endişe de onları iyice tüketiyor. Yetersiz bakım nedeniyle bebeklerini kaybediyorlar. Çocuklarını trajik bir şekilde kaybetmenin yarattığı psikolojik şokla mücadele etmeye ve acıya katlanmaya devam ediyorlar. Tüm bunlara rağmen umut ettikleri tek şey; bir gün gelecek tüm sevdiklerini alıp götüren savaş sona erecek.

Filistinlilerin hikâyelerini anlamak; unutmaya ve işgale karşı direniştir. Savaşa gerçek hikâyeler veya diğer edebi metinler üzerinden tanıklık etmenin okuru ezen bir yanı vardır. Çünkü artık eskisi gibi olamazsınız.

Kocası İsrail ordusu tarafından gözaltına alındıktan sonra 27 yaşındaki üç çocuk annesi Heba Labbad Middle East Eye muhabiri Aseel Musa’ya, evini terk etmek zorunda kalan hamile bir kadın olmanın İsrail bombardımanının felç edici sesleri arasında doğum yapmanın ve kocasından ayrı olmanın dehşet verici deneyimini anlatıyor:

İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırısı başladığında dokuz aylık hamileydim; hamilelik ağrıları, yorgunluk ve bitkinlik çekiyordum. Acımasız bombalamalar sıkıntımı daha da artırdı. Zaten zor olan hamileliğime korku ve gerginlik kattı. Düşüncelerim beş yaşındaki Leen ve üç yaşındaki iki küçük çocuğumun ve rahmimdeki doğmamış çocuğumun sağlığıyla ilgili endişelerle doluydu. 7 Ekim’de eşim, çocuklarımız ve ben, Gazze’nin kuzeyindeki el- Nasr mahallesindeki evimizden Beit Lahia’ya sığınmak üzere kaçmak zorunda kaldık. İsrail bombardımanından kaynaklanan patlama sesleri acımasızdı. Sürekli ölüm tehdidine ek olarak hâlihazırda katlanmakta olduğumuz zorlukları daha da kötüleştiren ciddi yiyecek, içilebilir su ve pişirme gazı kıtlığıyla da karşı karşıya kaldık. Beni en çok korkutan husus çocuklarım için duyduğum endişeydi. İsrail’in her saldırısında onların ağladığını ve dehşet içinde çığlık attığını görmek dayanılmazdı. Ayrıca doğum tarihim olan 15 Ekim yaklaştıkça, yaklaşan doğumum hakkında giderek daha fazla yaralayıcı bir kaygı hissediyordum. Ancak doğumum gecikti ve biri Ekim ayının üçüncü haftasında, diğeri dördüncü haftasında olmak üzere Şifa hastanesine iki kez gitmek zorunda kaldım. Ulaşım tehlikeli bir zorluktu. İsrail’in savaşın ilk günlerinde Gazze’yi kuşatması ve yakıtı kesmesinden bu yana ulaşım imkânı bulunmadığı için kocam ve ben hastaneye yürüyerek gitmek zorunda kaldık. El Şifa hastanesindeki koşullar üzücü ve korkutucuydu. Her ziyaretim beni endişelendiriyordu. Doğumhane yerinden edilmiş kişilerle doluydu ve İsrail bombardımanları sürekli bir tehdit oluşturuyordu. Ziyaretlerimden birinde İsrail güçleri, El Jalaa Caddesi’ndeki hastanenin yakınına yangın hattı açarak beni dehşete düşürdü. 29 Ekim akşamı doğum sancıları yaşadım ve hastaneye koştum. Ama kendimi tamamen uygunsuz bir ortamda buldum. Oğluma Kenan adını verdim ama İsrail’in saldırganlığı doğum belgesi almamı imkânsız hale getirdi. Devam eden kuşatma nedeniyle Gazze Şeridi’ndeki sağlık sistemi büyük oranda yok edildi. Devlet kurumlarının felç olması nedeniyle oğlum ne aşı ne de tıbbi muayeneden geçebildi. Ama o tüm zorlukların ortasında bir umut ve neşe kaynağımız. İsrail ordusu Filistinlilere Gazze Şeridi’nin kuzeyinden güneyine taşınmalarını emrettiğinde yaklaşan doğumumdan endişe duyan eşim Ayman’ın da aralarında bulunduğu erkeleri tutukladılar. Kadınların ve yaşlıların Kemal Adwan Hastanesi ‘ne gitmelerini emrettiler. Hastaneye yürüdük ve kalbim kocam için ağrıyordu. Bu anlar trajikti ve şimdi bile üç küçük çocuğa bakarken doğum sonrası yorgunlukla boğuşmaya devam ediyorum.14 Aralık’ta İsrailliler kocamı serbest bıraktılar ama o Gazze Şeridinin güneyindeki Refah’ta kalmaya zorlandı. Gözaltında tutulduğu süre boyunca en ağır işkence türlerinden bazılarına maruz kaldı. Çocuklarım ve ben kuzeydeki Beyt lahia’da kaldık. İsrail ordusunun Gazze’yi ikiye bölmesi, eşimle benim birbirimize ulaşma girişimimizi tehlikeli hale getiriyor. Ordunun Beit Lahia'daki internet bağlantısını kesmesi birbirimizin durumu ve refahı hakkında sınırlı bilgi sahibi olmamıza neden olarak aramızdaki iletişimi ciddi şekilde engelledi.

Bombalar yağarken ve İsrail ordusu Filistinlileri kaçmaya zorlarken, Shireen Abu Daher Kuzey Gazze Şeridi’ndeki evini terk etmemekte direndi. Güneye doğru uzun yürüyüşün hamile olduğu doğmamış bebeğine zarar vereceğinden korkuyordu. Ancak İsrail saldırıları yoğunlaştıkça sonunda güneye kaçmak zorunda kaldı. En büyük korkularının gerçekleştiği beş saatlik ölümcül yolculuğu Middle East Eye muhabiri Hala Alsafadi’ye anlatıyor: Benim adım Shireen Abu Dahar; 40 yaşında Gazze’den gelen üç çocuklu Filistinli bir anne.  Saldırının başladığı 7 Ekim’den bu yana yoğun İsrail bombardımanına maruz kalan Gazze Şehri’nin kuzeyindeki Jabalia mülteci kampında yaşıyordum. Saldırılarda mahallemiz bombalandı. Evimiz yıkıldı. Annem babam ve kardeşlerim Cebaliye’yi terk edip Refah’daki bir okula yerleşmişlerdi. İlk başta hamileliğimin üçüncü ayında olduğum için bu yolculuğa çıkmaktan kaçındım. Son derece uzun ve tehlikeli olduğunu biliyordum. Bunun iyi bir seçim olacağını düşünmüyordum ama başka seçeneğim yoktu. Sonunda kalabalık bir grupla oraya gitmeye karar verdik. Aralık ayında kendim ve çocuklarım için iki sırt çantasının yanı sıra yolculuk için biraz atıştırmalık ve su hazırladım. Bir gün geri dönüp dönmeyeceğimi ya da doğmamış bebeğimin mahallemizin ve evimizin nasıl göründüğünü bilemeyeceğini düşünerek oradan ayrıldım. Duygularımı bir kenara bırakıp Gazze Şeridi’nin diğer tarafında beni neyin beklediğinden habersiz kaçtım. Yürüyüş sonsuz görünüyordu. Artık Gazze’de değilmişiz gibi hissettim. Hiçbir şey tanıdık görünmüyordu. Kitlesel yıkımın ortasında keskin nişancıların tankların ve askerlerin olduğu çorak bir arazide yürüyorduk. Dizim protez olduğu ve hamile olduğum için diğerlerine yetişemedim. Her saat başı dinlenmek için durmak zorunda kalıyordum. Bu da yolculuğu benim ve çocuklarım için daha da zorlaştırıyordu. Güzergâh üzerinde İsrail tarafından kurulan kontrol noktasına ulaştığımızda, ben geçerken bip sesi çıkardı. Bunun protez dizimden kaynaklandığını biliyordum ve askerlere de bunu söyledim ama umursamadılar. Bana diğer askerlerin bir tepenin üzerinde olduğu yere doğru yürümemi emrettiler. Sadece üç yaşındaki en küçük kızımı almama izin verdiler. Bensiz devam etmekten korkan diğer çocuklarım ağlamaya başladı. Tepeye doğru yürürken askerler onlara beklememeleri ve hareket etmeleri için bağırdılar. Yanımda bir keskin nişancı konuşlandığı için bir şey yapamadım. Askerler bana taşıdığım her şeyi bırakmamı ve ellerimi yukarıda tutmamı emretti. Paketlediğim sırt çantalarını bıraktım ve telefonumu aldılar. Ne suyum, ne yiyeceğim, ne ailemle ne de çocuklarımla iletişime geçebilecek herhangi bir yolum vardı. Keskin nişancı silahını bize doğrulturken askerler emirlerini verdi: “ Düz yürüyün, sağa dönün, sola dönün, durun, yürüyün, dönmeyin, ellerinizi yukarıda tutun.” Ben orada beklerken yağmur yağmaya başladı. Sonra bana daha fazla askerin durduğu çok yüksek bir araziye açılan kum tepesine tırmanmam emredildi. Yukarı çıkarken düştüm. Bacaklarımdan sıcak bir kanın aktığını hissettim. Ama kontrol edemeyecek veya bir şey söyleyemeyecek kadar korkuyordum. Tepeye doğru yürürken kanamam devam ediyordu. Onlara ulaştığımda tekrar beklememi söylediler. Kanama sırasında yarım saat daha orada durdum. Bu noktada herkes beni kanlar içinde görebiliyordu. Askerler insanları arıyor ve bazılarına elbiselerini çıkarmalarını emrediyordu. Benden de aynısını isteyeceklerinden korktum. Bana baktıklarını birbirleriyle konuştuklarını ve fotoğrafımı çektiklerini gördüm. Son derce utandım. Kendimi o kadar güçsüz hissettim ki onlardan durmalarını isteyemezdim ya da bir doktora görünmem gerektiğini söyleyemezdim. Sanki bu çok acımasız dünya etrafımda çöküyormuş gibi hissettim. Doğmamış bebeğimi düşündüm. Cinsiyetini bile öğrenmeden ölmüştü. Yanımda olan annesinin ne kadar zayıf ve korkmuş olduğunu gören küçük kızımı da düşündüm. Bensiz kaçmak zorunda kalan iki oğlumu da düşünüyordum. Birlikte yürüyecek birini buldular mı? Hala ağlıyorlar mı? İçlerinden herhangi biri vuruldu mu? Bir süre sonra bir İsrail askeri bana Refah’a doğru normal rotaya dönebileceğimi söyledi. Ağlayarak, kan ağlayarak tepeden aşağı indim. Çocuklarımı aramak için olabildiğince hızlı yürümeye devam ettim kontrol noktasını geçtikten sonra beni beklerken ağlıyorlardı. Ellerindeki telefon da alındı. Onları gördüğümde bedenim çöktü. Çok kanıyordum ve zar zor hareket edebiliyordum. Çocuklar beni kanlar içinde görünce vurulduğumu sandılar ve çok korktular. Eşek arabasındaki yaşlı bir adam beni gördü ve benim için üzüldü. Beni kardeşimin arabayla alabileceği güvenli bir yere götürmeyi teklif etti. Onun telefonunu kullanarak Gazze Şeridi’nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında bizi bekleyen kardeşimi aradım. Ambulans beni oradan Emirlik hastanesine götürmeden önce ağabeyim bizi sığındıkları okula götürdü. Çok fazla kan kaybettim. Ve vücudum çok zayıftı. Doğmamış bebeğimi kaybettim. Başıma gelenlere dönüp baktığımda travma yaşıyorum. Çocuklarım da öyle. Bu şekilde yaşamak zorunda kalmamalıyız. Eğer o ölümcül yolculuğa çıkmasaydım bebeğim hayatta olurdu.

Kadınların yürek parçalayıcı ve dehşet verici deneyimleri, savaşın acilen sona ermesi ve yerinden edilmiş ailelerin evlerine dönüp hayatlarını yeniden inşa edebilmeleri gerektiğinin altını çiziyor. Dünyanın tüm anneleri Filistinli kadınların barış ve güvenlik içinde yaşayabileceği ve çocuklarını onurlu ve güvenli bir şekilde dünyaya getirebilecekleri geleceğe dair dirençli bir umut arıyor ve bekliyor. Bu; kısır savaşın, kaosunun ortasında insanlık ve adalet için çağrıdır. Yedi aydan daha fazla zaman geçti ama Gazze’deki acının tarihi asırlar sürmüş kadar uzun. Gazze’yi unutmamalıyız. Gazze’nin sesi olup zulmü insanlığa duyurmaya devam etmeliyiz. Gazze gündemden düşerse insanlığımızdan da düşeriz.

FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.