Şiirde yabancılaşmayı sağlayan unsurlar sıklıkla şaşırtıcılık veya buluş çerçevesinde değerlendirilir. İhmal edilen bir başka işlevi daha vardır ki o da şudur: kuralı henüz dil içinde oluşmamış bir kullanım yaratarak muhatabın zihninde bir inşa faaliyeti. Bu oldukça katı biçimci bir davranış gibi duruyor; fakat başka türlü fark kümesindeki anlamı aktarma şansımız yok. Bir şiirin dil içinde kaçak, içeri sızmış bir dil gibi kendi kurallarını işletmeye başlaması bundan dolayı dikkate değer ve nadiren gerçekleşen bir şeydir. Shelley’in kulakları çınlasın! Çoğunlukla da patenti yanlış ellere geçesi, kültürel iktidar eliyle. Şiir dili, muhatap olduğu topluluğa yabancı olabildiği oranda fark yaratır. Fark’ı oldukça özel bir anlam yükleyerek kullanıyorum. Derrida’nın differance veya Lyotard’ın differend’inden kılpayı başka bir şey, şiire özel olarak. Muhataptaki karanlık bölgenin muhatap tarafından ortaya çıkarılmasını sağlayacak bir karşılık bölgesi. Eşlenik bölge. Tek kullanımlık norm diyelim ona.
Şiir diyalojik olabildiği oranda kabul edilemez olmayı da sürdürecektir. Çetin bir savaş durumundan söz etmiş oluyoruz. Bu, kuru sıkı bir muhalefetten, ezberlenmiş bir yer altı söyleminden, lafla etik gemisi yürütmekten oldukça başka bir şey. Diyalog ancak ve ancak karşılıklı mutabakatsızlık durumunda ortaya çıkabilir. Aslında –hadi bu sırrı da verelim- einfühlung da bir aldatmacadır. Kimse kimsenin yerinde değildir. “Yerinde olsaydım”ın nesnel hiçbir karşılığı yoktur. Önce candır.
Yeni bir oyun icat etmek ve birine kurallarını anlatmaya çalışmak oldukça diyalojik bir konuşma yaratmaktadır. Oyun icat etmek şiir yazmaktır. Mucit, başkasıyla olan dilsel bağda asimetriyi ortaya çıkararak çalışır. Şair de. “Herhangi bir sözcükle canın ne istiyorsa onu söylemek gibi bir şey olamaz. Yaptığımız her yeni uygulama karanlıktaki bir sıçrayıştır; her mevcut niyet, yapmak istediğimiz herhangi bir şeye uyacak şekilde yorumlanabilir. Öyleyse ne uyum olabilir ne de çatışma.” (Kripke)
Dua, günah çıkarma, Tanrıyla konuşma vb. görünüşte tekyönlü olan fakat inanan kimsenin bir şekilde –lütuf ve kazalara yüklenen anlamlar aracılığıyla- cevap aldığını düşündüğü eylemler de bize bu konuda bir şey öğretebilir. Bu eylemler esnasında olan şey, aslında kişinin benliğini kurmasıdır. Tövbe, affediş, istek, rica, tapınma vb. tümüyle başkasıyla olan bu ilişki –karanlıktaki bir sıçrama!- esnasında oluşan şey, ortaya çıkan sonuç dilseldir ve bu benliğin öteki sayesinde süreğen oluşudur. İnandığı için bir “şey”le, bir “kimse”yle irtibat halinde olan insanda benlik sürekli kurulma aşamasındadır. Kimse ve şey olarak genişletmemin sebebi, bunu cezbe gibi durumlardan ayırmaya çalışmamdır. Cezbe sağırdır. İrtibatı keser. Mutlak ötekiye katılarak ötekinin parçası olmayı düşler.
Oysa bizim için birisinin kendisinden ayrılmadan bu eylemlere devam ediyor oluşu önemlidir. Aşk gibi kuvvetli durumlarda dilin kaçıyor oluşu da bu dilsel kurulmanın sekteye uğradığının nefis bir kanıtıdır. Benlik askıya alınır. Fakat aşkın elde tutulamayan bir şey oluşu, ötekiyle ilişkinin hep asimetrik kalmaya mahkûm oluşu, yani dolaylı yoldan Zenon paradoksu (Mesafe ile başedilemez. Zenon paradoksu birçok esere uygulanabilir. Proust, heteroseksüel karşılaşmanın imkânsızlığı masalını beslercesine “her cins kendi köşesinde yalnız ölecek” demiştir.) sayesinde zamanla kendimizi yeniden açıklıkla görmeye başlarız. Şiir kendinden biraz geri çekilebilmeyi de gereksinir daha iyi görmek için. Kripke haklıdır. Ne gerçek uyum ne de gerçek çatışma mümkündür. Diyalog ancak bu ne başı ne sonu olan patika yolda sürer sürerse. Yanıtlar ve sorular hiç eşleşmeden. Korku ve ümit arasında sürüyor oyun.
*Çoksesli Şiir Sözlüğü’nün Asimetrik Diyalog maddesinde genişletilmiş olarak yer alacak.