Yaşadığımız hayat ve bu hayat içindeki eylemlerimizin iki temel üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz: “Bilgi” ya da “zan”. Bunun dışında başka bir bilgi alanı yoktur. Bilgi alanı, aydınlığı; zan alanı ise karanlığı temsil eder. Bilgi arttıkça, aydınlık alan genişler, karanlık alan ise daralır. Yaşam, karanlık ile aydınlık arasında gelip gider.
Zan, “bilgi”nin zıddıdır. Hangi bilginin diyeceksiniz? İlk etapta o “kitabî bilgi”nin zıddıdır. Eğer bir bilgi “yazılı” bir kaynağa dayanıyorsa bununla uyumlu olmayan ve çelişen bilgi zannîdir. Sözgelimi “dinî bilgi”, “kitabî” bir bilgidir. Kutsal kitaba dayanmayan her bilgi, din konusunda zannî olmaktan öteye geçemeyecektir. İkinci olarak zan, araştırmaya dayanmayan ve dolayısıyla temelsiz bir bilgidir. Ortada onun doğruluğunu gösterecek bir kanıt ya da dayanak yoktur.
Eğer bu iki anlamda da zan, bilgiye dayanmıyorsa, o zaman neye dayanmaktadır? Zan, her şeyden önce tahmini ve keyfi/öznel bir bilgidir. Bu nedenle kişiye ve zamana göre değişir. Zan, hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir şey hakkındaki zihinsel bir spekülasyon, öngörü ve fikirden başka bir şey değildir.
Her konuda bilgi sahibi olmadığımıza göre zan, “bilgisizliğin bilgisi”dir. Tümüyle bilgisiz ve cahil olmaktansa zan sahibi olmak daha iyi değil midir? Buna olumlu olarak verilecek cevap ne kadar doğruysa, olumsuz olarak verilecek cevap da o kadar doğrudur. Çünkü “bilgisizlik” kınanan ve olumsuz olarak değerlendirilen bir şeydir. Bu nedenle insanlar “bilgim yok” demek yerine, “bu konuda şunu düşünüyorum” demeyi tercih ederler. Zannettiklerini “bilgi” olarak görürler. Öte taraftan pek çok kültürde ve toplumda bilgisizce konuşmaktansa, “susmak” olumlu ve erdemli bir eylem olarak algılar. Bu anlamda bilgimiz olmadığı konularda, zan ve tahmin yürütmek yerine susmayı da tercih edebiliriz.
Her zan kötü ve olumsuz mudur? Şüphesiz ki hayır! Zannın bir kısmı, kötü ve yıkıcıdır; bir kısmı ise masumdur. İlkine “kötü zan” (sui zan), ikincisine de “iyi zan” (hüsnü zan) denilir. Kötü zanna sahip olmaktansa, iyi zanlı olmak daha değerlidir.
Zan, bir inançtır ama bilgiye dayalı olmayan bir inançtır. İnanç haline geldiğinde zan tehlikeli bir konuma ulaşır. Çünkü inanç çürük bilgi üzerine temellendirilmiştir. Bu durumda inanç, temelsiz ve dayanaksızdır. Temelsiz ve çürük olan şeye inanç ise, boş-inanç ve hurafeden başka bir şey değildir. Öyleyse zanna dayalı inanç, bilgiye dayanan inançla karşılaştırıldığında alternatif olma şansı yoktur.
Zan, temelsiz ve çürükse neden itibar edilir? Çünkü zan çoğunluğun uyduğu ve salt bu nedenle doğru olduğu kabul edilen bir bilgidir. Doğruluğunu çoğunluğun görüşü olmasından alır. Bu nedenle çoğunluğa uymak zanna uymaktır. Çoğunluk karşısında eleştirel ve sorgulayıcı olmak bize gerçek bilginin kapılarını aralar.
Zan, bir ön-yargı olabildiği gibi bir son-yargı da olabilir. Her ikisi de yıkıcıdır. Tüm önyargılar birer zandır. Şeyler hakkında bilgi sahibi olduğumuz zaman ön-yargılar silinip gider. Kişi bilmediğinin düşmanıdır! “Yabancı”lar ve “yabancı” şeyler karşısında duyduğumuz nefret ve düşmanlık hislerinin kaynağı, ön-yargı niteliği taşıyan zanlardır. Demek ki bilgisizlik önyargıyı, önyargıda düşmanlığı beraberinde getirmektedir.
Bilgi sahibi olmamız ve araştırmamız gereken şeyler, bize “yabancı” olan şeylerdir. Bildiklerimiz, “bizim dünyamız”ı, bilmediklerimiz ise “öteki dünya”yı oluşturur. Bilgi ve bilgilenme, bizim dünyamızdan öteki dünyaya geçmektir. Bu tutumumuzda ısrarlı oldukça dünyalar bizim olacak ve düşmanlıklar ortadan kalkacaktır.
O halde bilgi, barış ve dostluk; zan ise savaş ve düşmanlık getirmektedir. Bilgi karşısındaki tutumumuz, olgular karşısındaki tutumlarımızı da belirlemektedir. Öyleyse ne tarafta olduğunu seçmeli ve bunun gereğini yapmalıyız!
Zan, gerçek (hak) olanla uyumlu değil, tam tersine çelişiktir. Bilgi ise gerçekle uyumlu ve onunla barışıktır. Bu neyi değiştirir? Gerçek hakkında bilgi sahibi olanlar, gerçekçi olurlar. Gerçekler karşısında hayal kırıklığı yaşamazlar. Zanla hareket edenler ise gerçek karşısında çoğu zaman hayal kırıklığı yaşarlar. Onlar için hayat, her zaman sürprizlerle doludur.
Fakat gerçeklik hakkındaki bilgisizliğimizin daha önemli bir sonucu vardır: Zan, gerçeği olduğu gibi algılamamızı engeller ve hatta tahrif etmemize sebep olur. Bilgiyle değil, zanla hareket eden toplumlar gerçeklik dünyasını tanımak ve keşfetmek yerine yıkmaya ve tahrif etmeye yönelirler. Başka bir deyişle gerçeklerle kavga ederler. Doğru bilgi temele dayanmayan eylemler de olumlu sonuçlar vermezler. Doğru eylem (ameli salih) doğru bilgiden türer. Ama doğru bilgi, zorunlu olarak doğru eyleme de yol açmaz.