Selvigül Şahin’in ilk öyküsü Yedi İklim dergisinde(Ellerinde Perçemler Ayaklarında İnciler)yayınlandı. Gülendamın Renkleri(2001), Hayırlı Haber(2002), Savrulan(2014) adlı kitapları diğer öykü kitapları. Öykülerinde; zulmün, toplumsal baskıların, kıyımların, değer yitiminin bireyden kopardıklarını akıcı bir anlatımla işledi. Kırık Zamanlar’ın odağında özgürlük, dayanışma gibi soylu bir dava uğruna şehit olan gençleri, dünyanın gözleri önünde sıladan, her şeyinden koparılan savaş mağduru çocukları, kırgın kadınları görüyoruz.
Bilhassa; “Esenlik Yurduna”, “İnşiraha uyanmak”, “Dönüş” öykülerinde gösterilen nesne, duygu ve durumlar çıplak gerçekliğin kaba, rahatsız edici yüzünü göz önünde tutuyor. İnsanın insana ettiği zulmün anlamsızlığını, acıyı, korkudan hareket edememeyi açımlıyor. Örneğin, “Dönüş” öyküsündeki genç kadın, karşılık bulamadığı bir aşkın aurasından uzaklaşamamış, tıpkı “İnşiraha Uyanmak” taki kadın karakter gibi daralan zalim bir çemberin içinde yaşam gücünü tüketmiştir. Acı ve korkudan kıpırdayamamış, özgürlüğünü yitirmiştir. Sevgisizlik savunmasız kılmıştır. Böylesi bir anda uğradığı iğfal, garez unutulası değildir, utanç ve yalnızlığa sürüklenir haliyle. Sonunda, Allah’ın nuruna yönelerek zilletten, korkunun pençesinden kurtulacak ve özgürleşecektir.
“Dünya hayatı denen bu kanlı oyuna başka türlü nasıl katlanır insan”. Bu, öykücünün açık bir mesajıdır. İnsan ilahi bilgiyle yıkanır, nura gark olursa tam insan olur. Anlatıcı, kitaptaki öykülerin nesnesini, duygu durumlarını gündelik yaşamın diliyle iğretilemelere başvurmaksızın doğrudan aktarır. Geriye dönüşlerle metne hareket, derinlik verir. Soyutlama ve sembollerden uzak durması, okurun dikkatini dağıtmasına izin vermez. Modernizmin unsurlarından bolca yararlansa da Selvigül Şahin’de hâkim dil, gelenekseldir.
Ve sanata dair şu sözleri fısıldar bu dil: Sanat, yaşamın bir süsü, ziyneti değildir, insan kültüründeki gerçek rolünün değerini düşürmemelidir. Şahin’in birbirini dölleyen öykülerine rahatlıkla “nehir” diyebiliriz. Şahin, dünyayı, toplumun kesif yüzünü resmeder bütün öykülerinde: Dünya hayatı matah bir şey değildir. Doğayı yaşamından çıkartarak, kendi kendini sakatlamıştır insan. Ruh sükûnetini bulmanın imkânı yoktur, zira modern dayatmalarda aşkınlığın esamesi bile okunmaz. İlişkisellik aslında bitmiştir, kalan nedir? Görkem yoktur, anlayış eriyip gitmiştir. Eğer insan umudu yeniden inşa ederse ne âlâ. Derinlikli, saf yaşam yoktur artık. Yalnızca ölüm bir arınmadır, kurtuluştur. Kitaptaki bütün öyküler bu noktaya sevk ediyor okuru. Bir bakıma, karakterlerinin üzerinden bütün bir toplumu kalp eleğinden geçmeye davet ediyor Şahin.
Toplum, açıkça, bir bellek yarılması yaşamış ve bu yarılmanın sancıları süregelmektedir. Bütün bir Ortadoğu, tek, paramparça bir ruhtur. Özgürlüğü seçmenin, kendi öz benliğine dönmenin bedeli ağırdır, yalnızlaşmadır, ötekileşmedir, öldürülmedir. İnsanın ruhsal özgürleşmeye tırmanacağı yer bellidir. İlahi olan aynı zamanda insanidir de. Bu anlamda Selvigül Şahin öyküleri tarihi, sosyolojik, ideolojik bağlamından kopartıldığında geriye yalnızca bu dertleri anlatmak için başvurulan doğa kalacaktır: Buz gibi pınarlar, menekşeler, düğünçiçekleri, ovalar, üç beş tane kuş türü. Bunlar, küçük mutluluklar olamayacak denli derinlik sağlar ruha. Ama insanın, doğayı yaşamından çıkardığı gibi, doğa da insana uzaktır artık. Doğayı en çok kullandığı “Dönüş” adlı öyküde bile asıl gerçeklik doğrudan ve zorunlu olarak insandır. Bu öykünün öznesi için çocukken oynanan dere kenarı, su.. kıyıcıdır. Her şey ve herkes kıyıcıdır. Şizoid, parçalanmış bir benlikle kendini attığı o dipsiz kuyulardan umulmadık birisinin -Halil’in- sevgisiyle çıkıp arınır, paklanır. Allah’a kavuşur, travma sona erer. Pırıl pırıl bir gelecek sezinler artık.
Şahin, biçim arayışlarına mesafeli bir duruş sergilemektedir. Dert anlatmak, ahlaki tercihlerini vurgulamaktır önemsediği. Kırık Zamanlar’ın mesaj yüklü göndermelerde bulunması belki bu yüzdendir. Birinci tekil zamirinin anlatımı üstlendiği öykülerde, monologa evrilen teatral bir atmosferde soluklanır yazar. Tahkiye ile geliştirir. Yazma sıkıntıları çeken bir yazar olmadığı, içinden geldiği gibi başladığı için, yazmayı konu edinen bir öyküye rastlanmaz. Zaten tercihleri iyice belirgindir; ahlaklı yaşam biçimini önerir öykülerinde. Doğaya, sılaya dönüşün özlemini duyurur, bu özlemi bütün insanların duyması gerektiğini vurgular. Kurtuluş, geleceğe böyle bakabilmede, hasret çekmededir. Yoksa penceresiz, gitgide daralan bir çemberin etrafında döner durur idrak yoksunu modern insan. “Asansör” adlı öykü bu fasit dairenin çıplak bir gösterenidir.
Selvigül Şahin öykülerinin temel karakteristiğini belirleyen şey, “aşksız, zalim mahrumiyet”lerle, “kirlenmişlik”, “zapt edilmişlik duygusuyla kıvranan yoksun”lardır desek yeridir. Örneğin, üniversitede zorla başörtüleri açtırılan, insan olma ve kadınlık onurları toplumun, devletin güçlerince çiğnenen, emeği, hayalleri ruhunun girdaplarına fırlatılan, kendine gelmesi, akıllanması için öylece toplum denilen o binlerce dal ile iç içe geçmiş yabansı ormana bırakılıveren yitik kızlar, delikanlılardır. Toplumu temizliğe, sevgiye davet eder. Ve bu yüzden kelimeleri bir var etme biçimidir ki, arındırır karakterlerini Şahin. Dünyanın sağır pencerelerinin önünde olup biter her şey: iğfaller, katliamlar, her türden kıyım ve garez, kırılan, tozlaşan insanlık.
Kırık Hayatlar, hayatın sillesini yiyenlerin izini sürmeyi başarıyor. Okurda karşılık bulan, sarmalayan bir akıcılıkla. Öykülerinin merkezinde dünyanın utanç tablosu olaylar, olgular yer alıyor. Yazık ki bu tablonun duraklarından kanlı renkler, biçimler yansımıştır; “İnşiraha Uyanmak” adlı öykünün o yara gibi kadın karakteri belki en acısıdır bu tablonun: “Ihlamur ağacının dibindeki kapının ardında kızının saçlarının kokusu kalmıştı. Bez bebeği, sütlü nefesiyle seslenişi, biberonu kalmıştı”.
Şahin öykülerinde, Ortadoğu’nun kederli taze baharlarının, gencecik şehitlerinin ve göçebe kuşlarının nabız atışlarını duyarız.