Sanatçıları değerlendirirken iki şeyi iyi ayırmak gerekir: Merak ettiğiniz sanatı ise ortaya koyduğu ürünlere ve bu ürünler üzerine yapılan değerlendirmelere bakacaksınız.
Kişiliğini, gerçek yaşamdaki iz düşümünü merak ediyorsanız o kişi ile ilgili bilgilerin yer aldığı anılara, günlüklere, mektuplara, onunla yapılan röportajlara, söyleşilere bakacaksınız.
Bazen hayal kırıklığına uğrayıp canınız sıkılabilir. Eserlerini beğeniyle okuduğunuz bir sanatçıyla ilgili onu tanıyanların kaleme aldığı anıları okurken eserleri ile kişiliği arasındaki ters orantı sizi hayal kırıklığına uğratabilir.
Röportaj, söyleşi türleri soru sorulan kişinin tanıtılmaya değer olduğunun kanıtıdır. Sanatçı, dillendiremediği çoğu şeyi eserlerinde satır aralarına saklar; bazen de söyleyemedikleri içinde kalır. Ustaca hazırlanan sorularla bunu ortaya çıkarmak da soruları soran kişiye kalır. Bu türü yapmak büyük bir özveri ve emek ister. Öncelikle röportajı yapılan kişiyi iyice araştırmak, eserlerini not alarak okumak, onunla ilgili çıkan haberleri, yazıları okumak gerekir. Onunla ilgili daha önce röportaj yapılmışsa benzer sorular sormamaya dikkat edilir. Çoğu kez görüyoruz ki bir sanatçının en baskın yanı neyse sorular oradan ilerliyor. Geçmişten bir örnek verecek olursak Cahit Sıtkı Tarancı hep “ ölüm şairi “ olarak anılır. Onunla ilgili yapılan röportajlarda hep bu konudan soru sorulmuşsa bu çok sıkıcı bir durum. Oysa onun şiirlerinde gizli bir yaşam sevinci fısıldar durur. Ki gerçek yaşamında da neşeli olduğunu söyleyenler var.
Bazen de soruları hazırlayan kişi o kadar etkili ve donanımlı sorular soruyor ki bu defa da sanatçının afallayıp kaldığını hissediyorsunuz.
Dikkatli bir okur bu tür yazıları okurken soruların kalitesine ve cevapların doyuruculuğu ile samimiyetine bakar.
Elimde günlerdir okuduğum “ Es “ adlı bu söyleşi kitabının kapağı bile dikkat çekici. Tıpkı aşure gibi. Farklı farklı, uyumsuz gibi görünen isimler bir kadrajda. 38 kişiyle yapılan bu söyleşilerde kimler yok ki: Abdurrahim Karakoç, Ataol Behramoğlu, Sunay Akın, Nazlı Eray, Yavuz Bülent Bakiler, Nurullah Genç, Haydar Ergülen, Ahmet Telli, Ahmet Büke, Cezmi Ersöz, Mustafa Özçelik, Ömer Lekesiz, Sadık Yalsızuçanlar, Necip Tosun, Şakir Kurtulmuş, Ali Haydar Haksal, Ahmet Büke….
Okudukça tat alıyorsunuz. Ahmet Büke, Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli gibi isimlerin sorulara biraz geçiştirmelik cevaplar verdiğini hissedip hafiften sitem edebilirsiniz okur olarak. Dedim ya okur hisseder. Gözünden kaçmaz okurun. Eğer bir röportaj veriyorsanız onun hakkını vermek yerinde bir davranış olur.
Haydar Ergülen’in cevaplar verirken tevazu hırkasını giydiğini hissediyorsunuz. Büyülü gerçekçilik akımının öncülerinden olan Nazlı Eray’ın kendini ön plana çıkardığı cevaplarında haklı başarısına alkış tutup onun daha on altı yaşındayken yazdığı öyküdeki Mösyö Hristo gibi kuş olup hayatınızın muhakemesini yapıyorsunuz.
“ Samimiyetinde samimi olmak “ düsturunu hatırlatan Ömer Lekesiz ile şapkanızı önünüze koyup samimiyetinizi sorgularsınız.
“ Malum, okumak yazmayı getiriyor peşinden. “ diyen Mustafa Özçelik ile okuma eylemi ile onun süreği olan yazma eylemini bir kez daha düşünüyorsunuz.
Ali Haydar Haksal ile çocukken dinlediğimiz masalların etkisine gider, “ gönül düşürmek “ ifadesinin büyüsüne kapılırız.
“ Adem’le başlıyor insanın hikayesi. Şiirin hikayesi de Adem ile başlıyor. İlk insanla, ilk acıyla başlıyor şiir.” diyen Şakir Kurtulmuş’u yakından tanıyıp yıllar önce kaybettiği Şeyma’sının acısını hala diri tutup ara ara onun oynadığı oyuncakları seven bir babayı düşünerek daha da hüzünlenirsiniz . Yavuz Bülent Bakiler’in verdiği dobra ve donanımlı cevaplarla birlikte babasıyla ilgili çizdiği tabloya ve daha on dört yaşındayken elektrik kazasında ölen kız kardeşinin mezarını okuldan her çıkışta ziyaret etmesine kederlenirsiniz.
Zeki Bulduk ismini merak edersiniz mesela.
38 sanatçı arasında sadece 6 kadının olmasına içerler bir kez daha yazarlık, şairlik eril bir duruş mudur, dersiniz. Sonra da sadece kadın sanatçılarla yapılmış bir röportaj kitabı niye yok, diye yazarlar birliği âlemine bir soru yollarsınız.
Kitabın belki de en hüzünlü yanlarından biri ilk sıranın verildiği Abdurrahim Karakoç’un artık yaşamıyor olması. “ Şiir kayıp kentin hüzün dut yaprağı, bazen testi toprağı, bazen uyandırma tokmağı, bazen de bir gül kokusudur. Yağmurun sesidir, su sesidir ve şairin içinden kopup gelen hazların, ıstırapların, serinliklerin, derinliklerin çığlığıdır. Biz nasıl anlarsak öyledir. “ demiş Karakoç. Güzel de demiş. Onun cevaplarını okurken Mihriban türküsünü duyar gibi olup bu dünyadan bir Abdurrahim Karakoç geçti dersiniz.
Gelelim bu kitabı hazırlayan Mehtap Altan’a. Çivi adlı şiir kitabı, İmgenar Sokağı adlı öyküsü, Def adlı denemesini okuyanlar iyi bilir ki Mehtap Hanım imgelerle kendini ifade eden bir kalem. Eğer diğer kitaplarını okumuşsanız Es’teki sorular karşısında şaşırmazsınız. Bazıları röportaj sorularında imge olmaz, diyebilir. Bana sorarsanız bu yanlış. Çünkü röportaj bilimsel bir yazı, bir makale değil. Dolayısıyla soruları imgelerle tatlandırmanın hiçbir sakıncası yok. Sorularında hazırlıklı bir duruş ve kendini ifade gücü görürüz. Bu çalışmasıyla sakıncası yoksa söz edebiyatın, diyerek birçok şeyi özetleyen Mehtap Hanım’ı bu çalışmasından dolayı tebrik ediyor ve devamının gelmesini bekliyorum.