Bazı mekânlarda “ Bugün Allah için ne yaptın? ” yazısıyla karşılaşırız ya…
Takvim Yırtıkları’ nı okurken de Hüseyin Su’nun “ Bugün edebiyat için, okumak için, yazmak için ne yaptım. “ sorgulamalarını buluruz.
Daha ilk ciltte bu sorgulamalar eşliğinde baskın bir Nuri Pakdil karakterinin elektrik akımını hissederiz. Kendisi de 21 Şubat 1987 yılında güncesine şu notu düşerek bunu vurgular:
“ Nuri Pakdil’le yaşamak, voltajı zaman zaman değişse de mütemadiyen elektrik akımına tutulmaktır. Gerilim sözcüğü, bu hali tam olarak ifade etmeye yetmez. Belki yüksek gerilim biraz ifade edebilir.”
Okuduğunuz zaman göreceksiniz ki bu kitap sadece bir günce değil. Bir portre, poetika, yazınsal yolculuğa çıkanlar için bir kılavuz adeta.
Portre diyebiliriz çünkü birçok ismi fiziksel, ruhsal halleri, gündelik yaşantılarıyla o kadar ayrıntılı ve tutarlı anlatıyor ki… Özellikle Nuri Pakdil ile ilgili birçok şeyi öğrenmiş oluyoruz.
Beslenmesine önem veren, uzun uzun yürüyüşler yapan, nerede ne yenilip içileceğini bilen, cömert davranışları olan, yazınsal yolculukta yol arkadaşlarını sürekli teşvik eden, istikrarlı, gergin bir ok gibi baskın bir Nuri Pakdil buluruz.
Hüseyin Su’nun okuma, yazma tutkusunun yanı sıra mütevazı hayatını, kendi tutarlılığını ve temizlik konusunda ne kadar hassas olduğunu öğreniriz. Sadece askerlik günlerinden bir kesit bile bunu anlamaya yeter:
4 Temmuz 1983, Menemen
….. Sırasıyla bizden önceki dönemde askerlik yapanlardan kalan elbiseleri, çamaşırları, postalları verdiler. Üstüme geçirdiğim her parça o kadar kirli ki içinde ürperiyorum. Kepi bir süre başıma koymadım ve elimde dolaştırdım.” Kepini giy hocam! “ diye bağırdı bahçenin öbür ucundan bir er. Kepi çevirip bir daha baktım. Dört formalık bir şiir kitabını dolduracak kadar yazı vardı içinde ve yağdan kirden birbirine girmişti bütün sözcükler. Bir değirmen taşı gibi ağırlığını hissederek başımın üzerine koydum.
Yazınsal yolculuğa çıkanlar için kılavuz diyorum çünkü yazınsal yolculuğun zorluklarını, kendi kalabilmeyi, istikrarı, özveriyi, yol arkadaşlarını yarıda bırakmamayı ve okunması gereken birçok kitabı salık veriyor. Günlükleri okurken yerli ve yabancı ne çok kitap okuduğunu alıntılardan anlıyorsunuz. İlhan Berk, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Ziya Osman Saba, Riyazü’s Salih, Kafka, Paves, Neruda, İlhami Çiçek, Asaf Halet Çelebi, Turan Koç, Epiktos, Zweig, Edmando de Amicis, James Joyse, Şeyh Galip, Henry Miller, Sait Faik, Woolf, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Camus, Sartre… ve daha niceleri…
Dergilerde yazanlar, hele ki yazmaya yeni başlayanlar iyi bilir ki yazılar bazen evrim geçirerek neşredilir. Hüseyin Su da kitabının çıktığını askerdeyken öğrenir. 29 Ağustos 1983’te güncesine şu notu düşer:
“ Bu kitap benim olmaya benim ama beklenmeden doğan ve özürlü bir çocuğa sahip olan bir babanın duygularını yaşıyorum. Şimdi henüz baştan sona okumadım Tüneller’i…”
Tutarlı bir şekilde kendi kalabilmeyi ilke edinen bir Hüseyin Su buluruz. Hayatına eklemlediği insanlardan kopmanın zorluğunu bilen, uykusu kıymık kıymık doğranan, kasten kötülük yapan biriyle neyi konuşacaksın ki deyip ceketini alıp çıkan, kavga etmeyi sevmeyen, çayın kokusunu dahi çok seven, hep döküntü evlerde oturan, on yıl boyunca yazıp on yıl sonunda ilk kez bir yazısından telif almanın tatlı şaşkınlığını yaşayan, bazen almak istediği kitaplarla evin acil eksikleri arasında kalıp almak istediği kitap satılmasın diye onu rafın arkasına yerleştiren, okuma ve yazma merkezli yaşamında yazamamazlık eylemsizliği yaşasa da okuma eyleminden hiç taviz vermeyen; hatta bazen çok okumaktan yazmaya fırsat bulamayan, taşın altına elini koymayıp parmağıyla kendince suçlu birini işaret edenlere karşı içinde direniş gösterip kendini sorumlu gören, derdi dert edinen, insanlarla çok çabuk senli benli olmayıp mesafeyi koruyan, sanki bütünüyle çene olarak yaratılmış insanlara dayanamayan, kendi kalabilen insanları seven, huzursuzluğunun ürpertisinden kendini kurtaramayan modern zaman dervişi buluruz, diyebilim.
Toplumumuz özel olanı çok merak eder. Günlükler merakla okunan ama yazanı az olan bir türdür. Çok mahrem şeyler bulurum ümidiyle bu iç döküm yazılarını okuyanlar hayal kırıklığına uğrayabilir. Ömer Lekesiz ’in de yazısında belirttiği gibi “ Dolayısıyla Hüseyin Su’nun günlükleri, çoğu yazarın pijamalı anlar kaydına, üçüncü kişilerce o günleri kaydeden yazarın hayatına ilişkin çokça merak edilen mahremiyetlerin ifşasına asla denk düşmüyor.”
En özel yazılarında bile kullandığı üsluba, tevazuya, sabra, kararlılığa şapka çıkarabiliriz.
Unutmaya, unutulmaya karşı en dirayetli eylemin yazmak olduğunu bilen yazar on dört yılını kayıt altına almak için takvimleri yırtarken kendini etkileyen olayları, durumları, kişileri, iç sorgulamalarını naif bir şekilde gün gün yığıp önümüze koymuştur.
Bu kitabı okurken en etkilendiğim anlardan biri de Nuri Pakdil’in ona adını verme anı olmuştur:
“ Kapıyı vurup açtım elimde zarfla. Hemen kalkıp kapıya kadar geldi, elimdeki zarfı aldı, elimi sıktı ve sonra da sarıldı. Kulağıma eğildi ve ikimizin duyabileceği bir sesle : ‘ Beyefendi, adınız Hüseyin Su’dur. Nasıl, beğendiniz değil mi? Kerbela’da Hz. Hüseyin efendimizin ‘ Su! Su! diye inleyerek şehit edilişini yeryüzüne bir kez daha haykırmalıyız ve hatırlatmalıyız.’ dedi. “
İsimler kadere sirayet edermiş, derler.
Takvim Yırtıkları’nda da ismiyle müsemma, arayış içinde modern bir derviş bulan okurun çok olması dileğiyle diyorum.