Menu
DURMAK VE AĞACIN MEYVELERİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • DURMAK VE AĞACIN MEYVELERİ

DURMAK VE AĞACIN MEYVELERİ

İtirazlarımız olabilir ve olmalı. Bu itirazların kimlik inşasındaki önemi de asla göz ardı edilmemeli. İtiraz sahibi olabilmek, belli bir sâbiteden hareket edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü ancak belli bir sâbiteden hareket edenler tutarlı bir surette itiraz edebilirler. Aksi bir durum, itirazın müdellel ve muknî olamayışı ve retorikle beslenmek durumunda kalması sonucunu doğurur. Sâbite/ler sadece ilke olarak kalamaz, aksine tikel durumlar yani fer‘lere de teşmil olmak gibi bir zorunluluğu da bünyesinde taşır. Bu durum ise şu sonucu doğurmaktadır: Asılda ve temelde farklı olunan düşünce ve/veya kimseler ile fer‘lerde aynı olunamaz…

Aslında sorun da tam olarak böyle bir şey: Tutarlılığı yitirmek. Tarihin belli bir kesitinde kimilerini, isrâf etmek, yeryüzünde aç insanlar varken sefâhate dalmak, sosyal adaletsizliğe destek vermek, tabii çevreyi ve havayı kirletmek, ahlâkî düşüklük sergilemek, iktidarın nimetlerinden nemalanmak gibi ithamlarla suçlarken, içinde bulunulan herhangi bir ânda, normalleşmemesi gereken pek çok şeyi, gayet normalmiş gibi göstermeye çalışmak, isrâfı “Allah’ın nimetlerinin tezâhürü”, iktidarı “Allah’ın bir nimeti” olarak görmek, tabii kirliliği “yeryüzünün insanın emrine verilmesi”, ikici eş almayı “şeriatın dörde kadar evlenme izni vermesi” ile meşrulaştırmaya çalışmak olsa olsa öte dünyada ciddî bir hesâbın olduğu bilincini yitirmek anlamına gelebilir. Halbuki asılda ve temelde farklı olunan düşünce ve/veya kimseler ile fer‘lerde aynı olunamaz.

Tutarlılık bunu gerektiriyor. Ancak insanın tutarlı olabilmesi için öncelikle özgür olması gerekli. Bu özgürlük halkası ise kişinin nefsi ile başlayıp sosyal çevre, maddî imkânlar vs. ile oldukça çeşitli alanlara dağılıyor. Yukarıda zikredilen ve aynı asıllara itimat etmeyen kimselerin aynı fer‘lerde buluşmasını konu edinen örnekler aslında bir sonuçtan ibaret. Şöyle ki; temelde iki farklı dünya algısı var. Biri, bu dünya ile sınırlı olan, diğeri ise dünya-öte dünya ikilemini devamlılık çerçevesinde okuyan anlayış/inanış. İlki için sorun teşkil etmeyen pek çok unsurun, ikinci anlayışın sahipleri tarafından yadırganması, kınanması ve ötelenmesi bir nevi zorunluluk. Keza ikinciler için tam bir anlam alanı doğuran pek çok umde ve eylemin, ilk gruptakiler için saçmalık olması da muhtemel. Öyle ya, herkes dilediğini düşünür ve yaşar. Ancak klasik metodolojide bir nevi tetimme olan tekfîr mekanizmasını işletmeden ve aşırılığa kaçmadan birtakım tespitlerde bulunmak da gerekli. Evet, örnekler bir tür sonuç. Ancak her bir sonucu besleyen bir arka plan olduğu da aşikar. Soruyu tersten sormak gerekirse; fer‘lerde aynı olanların asıllarda ayrı olması mümkün müdür?

Dikkat edilirse işin çehresi bir anda değişiyor ve ciddileşiyor. İnsanın eylemi bir veya birkaç umdeye dayanabilir (kasıt, icbar vb.). Ancak her halükarda dikkate alınması gereken ilk unsur niyet. Niyet, eylemin ilk adımıdır ve olmazsa olmazıdır. Haddi zatında niyet, eylem ve/veya söylem düzeyine çıktığında bağlayıcılık ifade eder. Çünkü sadece kişinin iç dünyasında yeşeren ve solan herhangi bir düşüncenin, tetkik edilmesi, irdelenmesi, eleştirilmesi söz konusu olamaz. Bu ancak iyi bir niyetin öte dünyada karşılığının olacağının düşünülmesi suretiyle bir anlam kazanır ve ayrı bir konudur. Dolayısıyla ele alınması gereken, bir şekilde görünürlük kazanan yani dünyevî anlamda sonuç doğuran niyetlerdir. Ve niyet, bu haliyle kasıt ifade eder. İnsan ise kasıtlı olarak ortaya koyduğu eylemlerinden sorumludur. Asıl-fer‘ ilişkisine dönülecek olursa, burada fer‘lerin seçilişinin kasıt ve dolayısıyla bilinç barındırdığı aşikar. Zaten işte bu durum, asıllara itimat ile ilgili sorunlara kapı açmaktadır.

İnsan, çoğu zaman soruları ve itirazları ile ayakta durur. Soru ve itiraz sahibi olabilmek içinse kişi, öncelikle nerede durduğunu belirlemelidir. Evet, durmak, yer tayin etmek demektir. Bu duruş, sürekli kalışı da gelip geçişi de ifade edebilir. Gelip geçişi ifade etmek için “duraklama” tabiri daha hoş olsa da aynı bağlamda “durmak” fiili de kullanılabilir. Ancak durmanın temel çağrışımı, kişinin, yerinden oynamasını gerektiren bir durum olmadığı sürece içinde bulunduğu ve belli bir mesaiden sonra elde ettiği konumun en iyi konum olduğunu düşünmesi haline tekabül eder. Dolayısıyla duran bir kişi, belli bir aktiviteden sonra bulunduğu konumu almıştır. Çünkü durmak için, daha önceki bir zaman diliminde hareket halinde olmak gereklidir. Kişi, bulunduğu konumdan memnunsa ve durmak için en iyi yeri bulduğuna gerçekten inanmışsa, mevcut konumunu zedeleyecek tavırlardan sakınır. Yani insan, bir yandan bir yerde duruyormuş gibi davranırken diğer yandan gidiyor gibi davranamaz. Ya duruyordur ya gidiyordur. Üçüncü şık ise muhaldir. Kişinin durduğu yer aslı, durduğu yerde gerçekleştirdiği eylemler ise fer‘leridir.

İhtidâ fenomeni ile durma eylemi arasında sıkı bir ilişki olduğu malum. Yani hareketli olanlar ve farklı vâdilerde gezinenler, gerçekten durulması gereken bir yerde durduklarına inandıklarında, durma eyleminin hakkını sonuna kadar vermektedirler. Öte yandan zaten en başından beri bir konumda durduklarını zannedenler ise durmanın künhüne vakıf olamamakla fer‘lerde tutarsızlıklara düşmektedirler. Bu, tam olarak yeni bir inşaat için eski enkazın ortadan kaldırılmasının gerekliliği bağlamında anlaşılmalıdır. Zira enkaz kalkmazsa temel (asıl) olmaz, temel durmazsa fer‘ler bünyede kendisine yer bulamaz.

Ortaya niyet koymaktan kaçınma ve asılları ile olan ilişkisini tespit edememe hali, “durmak” değil “duraklamak” veya “duraksamak” eylemiyle ifade edilmelidir. Çünkü ilkinde hale ve asıllara vukûfiyet vardır ve bu eylemle sonsuz bir muvaffakiyet aranır; ikincide ise bulunulan durumdan hoşnut olmama tavrı sezilmektedir. İşte bu durum, eylem tutarlılığının yitirilmesinin en büyük nedenidir. Eğer dışarıdan (aşılama gibi bir) müdahale yoksa bir ağaç tek çeşit meyve verir. Bu ağacın tabiatının gereğidir. Hem kendisine ait tüm özellikleri taşımak hem de birden fazla meyveyi bünyesinde barındırmak mümkün değildir. Çünkü aksi bir durum ya asıllarda ya da meyvelerde bir sorun olduğunu gösterir. Ya mensup olunduğu iddia edilen asıllarla ilişki yoktur veya çok zayıftır ya da bu ilişki vardır ama bu asıllarla ilişiği olamayacak meyveler ona iliştirilmiştir. İlk ihtimal üç bakımdan sıkıntılı; ilk olarak asılsız olma gibi bir durum söz konusudur; ikinci olarak iddia vardır, gerçekliği yoktur ki bu nifâk durumuna tekabül eder; üçüncü olarak da ilişki zayıflığı mevcuttur. Eğer asıllarla bir ilişki varsa ve bununla birlikte ona ait olmayan şeyler kendisine iliştirilmişse bu da iki bakımdan sıkıntılı; ilk olarak asılların kendi meyvelerinin yeterli olmadığı düşüncesi akla gelmektedir ki bu aşağılık kompleksidir; ikinci olarak ise diğer meyvelerin asıllara iliştirilmesi suretiyle aslı aslî konumundan uzaklaştırılma söz konusudur ki bu tahrif çabasıdır.

Sonuç mu? Ne önemi var ki!