Menu
DÜNYEVİLEŞME
Deneme/İnceleme/Eleştiri • DÜNYEVİLEŞME

DÜNYEVİLEŞME



Toprak-tabiatlılık şeklinde tasvir etmeye çalıştığımız şey, insanın kendisini bilmesi, yani topraktan yaratılan ve yine bir kısmını toprağa bırakacak olan varlığın, özünü tanıması… Yani kibirden âzâde, yani kendisini bir şey zannetmeyen, yani haddini bilen bir kul olarak kendisini konumlandırması… Tevazusunun merkezinde kendi egosu değil Yaratıcısı olan, ebedi bir hayat için teklif altına girmeyi nimet bilen ve yaratıcısına güvenen bir nefs olarak hayatını anlamlandırması… Mevlânâ “tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol” derken bir yandan tevazuun önemine vurgu yapmış diğer yandan ise insanın toprak-tabiatlılığa örtülü bir atıfta bulunmuş olmalıdır. Ama sonsuz bakışlı bir toprak-tabiatlılığa…

Toprak-tabiatlılık tabii ki, bir yandan dünya ile ilişkili olmaktır. Ancak bu ilişki biçimi, mevcudu mutlaklaştıran ve onun altında ezilen bir dünyevileşmeyi/teslim oluşu değil, dünyada, öte hayat için nitelikli niyet ve eylem ortaya koyma (amel-i sâlih) biçiminde tezahür eder. Çünkü insan dünyalıdır ama bir gözü ahirette olması gereken bir dünyalı. Ya da şöyle denilse daha açıklayıcı olabilir: İnsanın dünya ile ilişkisi, burayı kendi mülkü bilen bir tavırdan uzak, rabbinin arzı bilen tavra yakın olmalı. Eğer mülk O’nun ise, kula/yolcuya yolculuk düşer ve bir yolcunun azığı, nasibi neyse bir handan, onun nasibi de o kadar olmalı bitimli dünyadan.

İnsanın bir vazifesi var ise yolcu olarak, o da, öte-dünya merkezli bu bilinçlilik hali ve bu halin tevlid ettiği tefekkürdür. Nihâi anlamda nitelikli eylem ile beslenen tefekkür ise, yolcunun, yürüyeceği/yürünecek yolu imâr yükümlülüğünün bilincinde oluşunun tezahürüdür. Ve bu yol açma bilinci erdemli bir tavırdır. Yoksa amacı, bizatihi kendisi olan tefekkür, salt olarak nefsi tatmin eden bir amaç haline gelir. Hâlbuki onun gayesi, sonsuzluğa giden yolda, şimdi-buradanın yani toprak-tabiatlı oluşun getirdiği vasatın, sonsuzluk yolu haline getirilmesinin imkânını arayıştır. Tefekkürün imkânının tespiti ise -hele de böylesi bir tarihi çevrilmişlik içerisinde- oldukça güç. Yani onun nasıl elde edilebileceği, kişinin varlık ve hikmet algısıyla ilişkisi, sonucunun olup olmadığı, varsa ne surette olduğu vs.

Aslına balkırsa tefekkür, bir açıdan ancak dünyevi olanın boyunduruğundan kendini sıyırmakla mümkün olabilir. Yani geçim kaygısı deyince sadece karnını doyuracak kadar ekmek ve dinlenmesini sağlayacak kadar meskeni düşünen bir insan, kendisi ve çevresi ile ilgili daha rahat tefekkür edebilecek, çevresini anlamlandırırken, eşyanın kendisini sarmalayan bağlarından kurtulacak ve onu ait olduğu konuma yerleştirebilmek nimetinin ayırtına varacaktır. Bu da, özü itibariyle toprak-tabiatlı ve sonsuz-bakışlı olan insanın, varlığı ve kendisini tanımasına imkân verecektir. Öte yandan, yemek için yaşayan ve daha konforlusu için bir ömrü heder eden bir insanın fikir üretebilmesi mümkün değildir. Bu zihniyetin ürettiği en önemli şey tüketimdir. Kendisine ait olmayan şeyleri, kendisine ait zannettiği şeylerle emanet almak ve kendisine ait kıldığını farz etmek bu zihniyetin en büyük problemidir. Eşya ile bağlanan, çevresi kuşatılan, onsuz olamama şeklinde bir kaygı ile hemhâl olan insan, râzı eden ve râzı edilmeyi sağlayan bir fikir üretemez. Çünkü gayesi mutlaklaştırdığı mevcudu ve sadece toprak olan, gayesine/toprağına ulaşacaktır. Toprak-tabiatlılıkla, toprağı/dünyevi olanı mutlaklaştırmak arasındaki ince hat fark edilmediğinde, çevredeki her şey “verilen ve sahip olunması gereken” unsurlar olarak işaretlenir. Bu ise, yolcu olma bilincinin gerektirdiği tevâzuu tevlîd eden bir anlamlandırma biçimi olmayıp, nefsi palazlandıran bir teslim oluş halidir. Ve insanın toprak-tabiatlı ve sonsuz-bakışlı özünün, sadece toprağa endekslenmesi ve heder edilmesidir. Zaten dünyevileşme denilen şey de tam burada başlamaktadır.

Dünyevileşme, toprak-tabiatlı ve sonsuz-bakışlı olmanın tam karşısında durmaktadır. Ve kendini bilememe haline tekabül eder. Bu kendini bilemeyiş, bir yandan bilgi eksikliğine göz kırparken, diğer yandan kişinin, irfânî ve hikemî istidâdının farkına varamaması ile ilgilidir. Kendisini sadece, mevcudu bilen/bilmesi gereken bir varlık olarak kabul eden insan, sonsuza bakan yönünü ihmâl etmekte ve özünü değersizleştirmektedir. Sadece mevcudu bilmeye odaklanan bir zihin ise, duyu organlarıyla, bilmenin imkânının kuşatabileceği zannına kapılarak dünyevileşmenin merkezinde kendisine yer bulmaktadır. Dolayısıyla sonsuz-bakışlılık zedelenmekte, irfân ve hikmetin hakikatin bilgisine ulaşmadaki rolü ötelenmektedir. Dünyevileşen zihniyetin belki de en büyük hatası, tek gözlü oluşu, yani sadece içerisinde bulunduğu gerçeklik varmış gibi davranmasıdır. Hâlbuki yalnızca eşyadan âzâd olunduğunda sesi duyulabilen özü, ona, sonsuzluk isteğini kuvvetli bir surette ifade etmektedir. O ki, her ses kulağa hitâb etmez.

Tefekkür zahmetine katlanmayan kişinin aleyhine işleyen zamanın, dünyevileşme ve salt olarak toprağı benimseme tavrını ciddi bir biçimde anlamsız kıldığı/yerle bir ettiği izâhtan vârestedir. Çünkü insan, dünyevi/mevcut olanı kuşatamadığının/kuşatamayacağının farkına belli bir yaş/amışlık/tan sonra varmaktadır. İşte o zaman, insan, özüne dair anlam/landırm/a çabaları yoğunlaştırır ve sonsuz-bakışlı hakikatine doğru kuvvetli adımlar atar. Bu ise, bir yandan elde edemediklerinin acısını dindirme, diğer yandan özdeki sonsuz olma istidâdına kulak vermeyi bünyesinde barındırır. Zorunlulukların inşa ettiği bilinçlilik hali sonucunda, ilerleyen zamanın kendisini yıpratışına cevap veren biri ile, ömür boyu yolcu olma bilincini bilinçli olarak sırtlayan bir cânın aynı olamayacağı da açıktır. Öncelikle o, ömrünü, eşyânın güdümünden kurtararak zaten ödüllendirilmiştir, ikinci olarak ise onun, bir ömür beslediği sonsuz-bakışlılıkla, zamanın kendisini yıpratışına cevap olarak özüne yönelen kimsenin sonsuzluk bilinci aynı nitelikte değildir. Aynı nitelikte olmayan kazanılmışlıkların, aynı surette karşılık bulması eşyânın tabiatına aykırıdır. Arzusu ve arzusunun istikrarı dolayısıyla ömrünü toprak-tabiatlı ve sonsuz-bakışlı olarak geçirmiş gönlün elde edeceği sonsuz/luğ/un niteliği, kesinlikle diğerinden farklı olacaktır.

Özetle insan, kendisine değer katacağını düşündüğü şeyi karşılık olarak bulur. Dünyevileşmeyi arzulayan dünya ile, toprak-tabiatlı ve sonsuz-bakışlı olup öteleri arzulayan, sonsuzluk ile mükafatlandırılır.