Bağa üzüm kesmeye gider misin?
Bu sesi duymayalı çok uzun zaman oldu..
Üstelik şimdi bu sesi duyduğun yer çok farklı bir yer.
Belki de otuz beş yıldan fazla bir zamandır aynı eylem için duyulan bu sesin çağrışımı o kadar çok ki.
Bu sesin içinde çok uzaklarda kalmış bir çocukluk, uzun bağ yolları, üveyikler, arıcık kuşları var.
Bu sesin içinde hasret, gurbet, sıla, bölük bölük turnalar var.
Bu sesin içinde uzun zaman önce kaybedilmiş, uzun zamandır görüşülmeyen insanlar var.
Bu sesin içinde hafızamızın gerilerine itilmiş, üzeri kalın bir örtüyle örtülmüş anılar var.
Eylül ayının ortaları gelmiş, sıcaklar daha etkisini yitirmemiştir.
Buralarda üzüm bağı olmaz, havası uygun değildir, her akşamüzeri sis çöker; bazen birkaç gün kalkmaz.
Sisli hava üzümlere gelmez; bağ olmadığı için ağaçlara yürütülmüş asmalarda bu yüzden üzümler küllenir, daha olgunlaşmadan çürür gider.
Bu yüzden buranın bağları, havası daha uygun olan başka köylerdedir.
Bu yüzden bağbozumuna gitmek uzun ve yorucu bir hazırlık gerektirir.
Akşamdan evde bir koşuşturmadır gidiyor.
Anlıyorsun ki bağbozumu için hazırlık var.
Seni de bağa götürmeleri için yalvarıyorsun.
Erken yola çıkacağız uyanamazsın diyorlar.
Uyanırım diyorsun ve onlardan önce uyanıp, hazırlanıp bekliyorsun.
Erkenden çıktığınız yol uzadıkça uzuyor; önünüzde üç dört saatlik bir yol var.
Hava ısındıkça kara saçlarından alnına doğru ter akmaya başlıyor.
Gün öğleye dayanıyor.
Çam ağaçlarının gölgesi kısaldıkça kısalıyor.
Derelerden, dik yamaçlardan, ince patika yollardan yürüyorsunuz.
İyice acıkıyorsun, sonunda bir ağacın altına oturuyorsunuz, azık açılıyor.
Büyükler pınarda abdest alarak namaza duruyor çimenlerin üzerinde.
Yeniden yola düşüyorsunuz; yolun bir an önce bitmesini istiyorsun.
Akşamdan beri içinde dönenip duran sevinç sağanağa dönüşüyor.
Seni oraya çeken şeyin ne olduğunu düşünmeden, sadece ve bir an önce orda olmak istiyorsun.
Biliyorsun ki herkes döndükten sonra bir iki ay orada kalacaksın.
Oysa senin için bunların hiç önemi yok.
Seni sürekli orda bıraksalar bir daha da arayıp sormasalar hiç umurunda değil.
Gün iyice eğiliyor; ağaçların gölgeleri uzuyor.
Nihayet ikindiye doğru köye ulaşıyorsunuz.
Köye girdikten sonra birkaç evi geçerek ulaşıyorsunuz o yakın akrabanın evine.
Tahta kapıyı açıp giriyorsunuz.
Yer tahtaları gıcırdıyor ayaklarınızın altında.
Sarımtırak bir renkle boyanmış çardak daha yeni yıkanmış.
Önce bir serinlik ve temizlik koksu; sonra ev sahipleri karşılıyor sizi.
Gökyüzünde arıcık kuşları uçuşuyor.
Bahçedeki kara kovanlardan her yana vızır vızır arılar gidip geliyor.
Nar ağaçları çiçeklerini döküp nara durmuş.
Asmalarda üzüm salkımları ışıldıyor.
Hemen sofra kuruluyor.
Ev sahibi eline bir kap alarak bahçeye yollanıyor.
Bir süre sonra geliyor ve sofradaki yiyeceklerin arasına kara kovandan kestiği balı ekliyor.
Gökyüzündeki arıcık kuşlarının arasına kırlangıçlar karışıyor.
Bir süre sonra hava kararıyor ve tepenin arasından altın bir tepsi gibi ay çıkıyor.
Ay ışığında ateşböcekleri oynaşmaya başlıyor.
Yol yorgunluğundan olduğun yerde uyuyakalıyorsun
.
Ertesi sabah, daha gün doğmadan uyanıyorsun.
Sepetler sandıklar hazırlanıp katıra yükleniyor.
Karşı yamaçtaki bağa gidiliyor.
Çam ağaçlarının dallarında ağustos böceklerinin sesleri birbirine karışırken; güneş, toprağın üzerine sıcacık tülünü örtmüştür.
Vadiyi tam ortasından bıçak gibi ikiye bölen dere kayıtsızca akmaktadır.
Sessizlik kaplamıştır her yanı.
Açık bir alanda, koyunlar başlarını birbirine sokmuş; gölgelik bir yer bile aramaya vakit bulamadan; çoktan öğle uykusuna dalıp gitmişler.
Doğa kayıtsız, uysal ve dingin.
Güneş, yeşil yapraklar arasındaki altın sarısı üzümlere vurmaktadır.
Bağa varır varmaz şeftali ağacına koşuyorsun.
Tam da şeftalilerin olgunlaşma mevsimi.
Tahmininde yanılmıyor, bağın tam ortasındaki ağaçta kızarmış tüylü şeftalileri görüyorsun.
Koşarak dalından bir tane koparıp hemen ısırıyorsun.
Şeftalinin suları ağzının kenarından çenene doğru sızıyor.
Daha şeftaliyi bitirmeden, bu kez koşarak incir ağacının yanına gidiyorsun.
Yeşil yapraklar arasında sararmış incirleri görüyorsun.
İncir ağacına doğru koşarken, incir kuşları uçuşuyor.
En sevdiğin incir de yarısı incir kuşları tarafından yenmiş ve güneşin kuruttuğu incirlerdir.
Daha sonra ceviz ağacına tırmanıyorsun.
Ceplerini yeşil cevizlerle dolduruyorsun.
Yorgun düşünceye değin oradan oraya, bir ağaçtan diğerine koşuşturuyorsun.
Bu arada büyükler hummalı bir çalışmaya girişmişler, farkında bile değilsin.
Artık büyükler için bir yıldır beklenen an, onca çabanın, çalışmanın ürününü alma zamanı gelmiştir.
Artık bağbozumu zamanıdır.
Bağbozumu bir şenliktir, esenliktir.
Üzümler kesilip sandıklara dolduruluyor.
İyilerinden seçilenlerse eve götürüp yemek üzere sepetlere yerleştirilerek üzerleri bağ yaprağıyla kapatılıyor.
Toplanan üzümler tahta bir tekneye boşaltılıp, üzerine özel bir toprak serpiliyor.
Güçlü kuvvetli birisi ayağına geçirdiği temiz bir çizmeyle tekneye çıkıyor ve üzümleri çiğnemeye başlıyor.
Teknenin önünde bulunan tahta oluktan ezilen üzüm suyu bir kaba akıyor.
Kaba dolan üzüm suyu büyük bir kazana aktarılıyor.
Kazan dolduğunda altındaki odunlar tutuşturuluyor.
Bir süre sonra kaynamaya başlayan üzüm suyu tahta bir kepçeyle savruluyor.
Üzüm suyu biraz sonra kara pekmeze dönüşüyor.
Pekmez köpüğü kazanın üzerini kaplıyor.
Artık pekmez olmuştur; pestil, bastık, horaf, ceviz sucuğu, samsa gibi kışlıklar yapılabilir.
Bu çalışma gündüzleri sıcakta, geceleri ay ışığının altında birkaç gün sürer.
Yaratıcı’nın verdiği rızk için edilen şükürler, yapılan dualarla artık denkleri yükleyip yola düşme zamanıdır.
Arkada sararmış bağ yaprakları arasında, incir ağaçlarının dallarında gözden kaçmış; bekli de kasten kuşlar için bırakılmış birkaç salkım üzüm, birkaç incir kalmıştır.
Bağ bozulmuştur.