11 Nisan 2008 gece 02.30’da Havaalanından Beyrut şehir merkezine doğru yol alırken; yol yorgunu zihnimden bu şehre ilişkin o kadar ses (evet ses) geçiyor ki, ilk bakışta alelade (caddeleri, binaları, ışıkları olan) bir şehirle karşılaşmanın şaşkınlığı içindeyim.
Zihnimden geçen sesler, sabah gün ışıyınca gerçek Beyrut’u göreceğimi söylese de; işte karşımda bir şehir duruyor: Işıl ışıl.
Hangisi gerçek bilmiyorum; zihnimdeki mi, gördüğüm şehir mi?
Evet burası Beyrut.
İlk bakışta diğer şehirlere benzeyen (hele ilk kez gece gördüyseniz) bir şehir.
Gerçekten şaşkınlık verici bir durum.
Belki de bana öyle gelmiştir.
Bendeki Beyrut imgesini oluşturan unsurlar(şiirlerin, yazıların, haberlerin, görüntülerin oluşturduğu) : Yıkılmış, bombalanmış, karanlık, karamsar, içine kapanmış, yılgın, üzgün, yerle bir olmuş bir şehirdir.
Oysa gördüklerim karışsında bu imgeler yerle bir olmaktadır.
Sanki Beyrut, dur bakalım diyor; işte tam da ben buyum.
Aslında diğer şehirlerden bir şehirmiş gibi görünmek benim en aslî karakterimdir.
Çünkü ben sürekli yıkılırım ve küllerimden yeniden doğarım.
Evet bu şehri en iyi ifade edecek cümle bu olmalı:
KÜLLERİNDEN DOĞAN ŞEHİR
Ama bu cümle de o kadar çok kullanıldı ki!
Başka bir şey bulmalı; ama ne?
Yaralı ama; yarasını saklayan desek nasıl olur?
Evet olabilir :
YARASINI SAKLAYAN ŞEHİR
Yaralı, hattâ yarası halen kanıyor; ama gören öyle canlı ve cıvıl cıvıl bir şehir görüyor ki; yok kardeşim ne yarası; bu şehir yaşıyor diyebilsin.
Bu şehir yaşıyor;gerçekten kelimenin bütün anlamlarıyla yaşıyor.
Şöyle düşünelim: Hani bir adam vurulmuş, delik deşik edilmiş, yere düşmüştür; koşarak başucuna varırsın; bileğini tutar nabzına bakarsın; nabzı atmaktadır.
Etrafta kesin ölmüştür bakışlarıyla bekleşenlere bağırırsın: YAŞIYOOOR.
Böyle ama, tam da böyle de değil.
Hani yaşamak vardır ya; adam hayatını yaşıyor deriz
Böyle ama, böyle de değil
Hani yaşayıp gidiyoruz işte, buna yaşamak denirse deriz.
Böyle ama, tam da bu değil.
Hani adam yaralıdır ama, etrafta yaralı olduğunun bilinmesini istememektedir; sağlıklı bilinerek halletmesi gereken son bir iş vardır; kallavi bir iş.
İşi bitirir ve yere yıkılır.
Böyle ama, tam da bu değil.
Beyrut işi bitirip yere yıkılacağa hiç benzememektedir.
Şimdilik bulabildiğim en iyi cümle bu :
YARASINI SAKLAYAN ŞEHİR
Yaralı ama yaralı değilmiş gibi davranıyor; yani yarasını saklıyor.
Şimdi şehrin ruh halini çözdük mü?
Hiç sanmam.
Beyrut için bunun gibi yüzlerce cümle kurulabilir.
Ama, üç günlük Beyrut izlenimlerimin sonucunda bulabildiğim en iyi cümle bu.
Üç gün boyunca sokaklarında, caddelerinde, sahilinde, tepelerinde dolaştım.
Bir gün şehirden çıkıp ülkenin en güneyine indim.
Diğer gün en kuzeyine gittim.
Bir uçtan diğer ucuna kadar gördüm Lübnan’ı.
Evet Lübnan dedim; yabancı bir kelime gibi geliyor Lübnan kelimesi.
Ama bir de şu kelimelere bakın Trablus (Tripoli) , Sayda (Saida), Sur (Sour); ne kadar bizden değil mi?
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Trablus’tan Maraş’a yürüyerek geldiğini anlatırdı dedemin kardeşi.
Anadolu sınırlarına beş saatlik mesafedeki ülke, ne kadar uzakmış gibi geliyor oysa.
Üç günün sonunda hafızamda yalnızca imajlar, resimler, fotoğraflar kaldı ve şimdi ben bunları uç uca ekleyip düzgün cümleler kuramıyorum.
O zaman imdadıma kırık dökük kelimeler yetişiyor.
GECE/ ŞEHİR/ IŞIK/ SABRA ŞATİLLA/ ARİEL ŞARON/ MÜLTECİ KAMPLARI/ FİLİSTİN/ AYETULLAH HUMEYNİ POSTERLERİ/ KARARTMA PERDELERİ/ REKLAM PANOLARI/ POSTERLER/ AFİŞLER/HASAN NASRALLAH / DUVARDA İÇSAVAŞTAN KALMA BİR KURŞUN YARASI/ HÜSEYİN FADLALLAH/ YERDE YENİ BİR FÜZE OYUĞU/ İÇ SAVAŞ/ NİZAR KABBANİ/ BİNALAR ARASINDA ENKAZ BOŞLUĞU/ TRABLUS/ YIKILAN BİNALARIN İNŞAATI/ HİZBULLAH/ SAYDA/ REFİK HARİRİ / KARARGÂH/ Şİİ BÖLGESİ/ SÜNNİ BÖLGESİ/ SUR ŞEHRİ/ AKDENİZ/ HIRİSTİYAN BÖLGESİ/ AMERICAN ENGLIHS LEARNING CENTER/ İRAİL SINIRI/ ZAFER/ YENİ ŞEHİT OLMUŞ KOMUTANIN MEZARI BAŞINDA KUR’AN OKUYAN KADINLAR/ SİYASAL KRİZ/ İSRAİL SALDIRISI/ DÖRT MİLYON MİSKET BOMBASI/ İSRAİL UÇAKLARI/ KALEŞNİKOFLU BAYRAK/ NARGİLE/ YERLE BİR OLMUŞ BİNA/ FRANSIZCA/ TAHLİYE/ HERON/ SURİYE SINIRI/ GÜNEY BEYRUT/ DAHİYE/ 2006 İSRAİL KATLİAMI/ DİRENİŞ.......
Bu imaj/kelimeleri daha da uzatmak mümkün.
İşte bu yüzden; hani deriz ya anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor.
Ama kelimelerin gücüne inanmak gerekir.
Kelimeler de anlatmasa ne anlatır bir şehri?
Belki bir fotoğraf; hani Spencer Platt’e ‘yılın en iyi fotoğrafı’ ödülü kazandıran o fotoğraf:
Yıkılmış binalar, yıkıntılar arasında ne yapacağını bilemeyen, oradan oraya koşuşturan insanlar; önde üstü açık son model bir arabayla geçerken cep telefonuyla fotoğraf çeken gençler.
Tam da savaş sırasında böyle manzaraların yaşandığı bir şehri savaştan iki yıl sonra düşünebiliyor musunuz?
Hayır mı?
O zaman düşünmenizi öneririm.
İsrail’in en büyük savaşa hazırlandığının söylendiği bu günlerde; eğer Beyrut’un ayakta kalmanın kitabını yazdığını bilirseniz; bu haberlere güler geçersiniz.
Bir not: Bizi İsrail sınırına kadar götüren Lübnanlı mihmandar, sınırı göstererek;
işte Filistin dedi.
İsrail değil mi orası dedik saf saf.
Hayır Filistin; işgal edilmiş Filistin toprakları dedi.
Böylece bizim algımızla, bir Lübnanlının algısı arasındaki belirgin farkı fark etmenin mahcubiyetini yaşadık.
Üç günün sonunda yine gece yarısı şehirden ayrılırken; artık çok farklı bir Beyrut vardı zihnimde: Bu şehir sadece yarasını değil, o kadar çok şey saklıyordu ki! bunları üç gün değil, üç yıl da kalsak anlamamız mümkün değildi.14 nisan 2008 gece 01.00