Bu yazı bir türkü yazısı değildir.
Bir türkü dinleyicisi olarak iyi bir türkü duyduğumda kaleme sarılma ihtiyacı hissederim.Ama hep tutarım kendimi. Zaten ozan söylemiş söyleyeceğini; onun sözünün üzerine ne söylenebilir ki diye düşünürüm. Ama öyle türküler var ki; sizi bir şeyler yazmaya mecbur eder. Bunlardan biri de ‘Havada Turna Sesi Gelir’∗ adlı türküdür. Geçen yazımızda ‘Havada Turna Sesi Var’ şeklinde bahsettiğimiz türkünün adı aslında ‘Havada Turna Sesi Gelir’ şeklinde olacaktır. Bu hata bize bu yazıyı yazdırmıştır. Çünkü türküler eksik sözü kaldırmaz .
Türkülerde beni çeken sözlerden çok müziktir, söyleyiş tarzıdır. Bu yüzden bazı türküleri bazı sesler söylediğinde kulak kabartmışımdır. Daha sonra o türkü benim türkülerimden biri olmuştur.
Türkülerin hikayesinden, o günkü şartlarda hissettirdiklerinden, okuyanından, yazanından çok; sadece ve sadece naçizane bir türkü dinleyicisi olarak türküleri dinlerken oluşan karşılığıdır, hissettiklerimdir. Aslında türkülerin satır aralarını doldurmak, hikayelerini sakız gibi oradan oraya çekerek dizi filmlerini yapmak türkülerin içini boşaltmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Ozanların teferruata sapmadan, çok yalın bir şekilde, yaşamı imbikten damıtıp en güzel sözü bularak söylediklerine ilave edecek hiçbir sözümüz yoktur.
Hisarlı Ahmet’ten alınan Kütahya yöresine ait ‘Havada Turna Sesi Gelir’ adlı türküyü kendi sesinden yöresel ağızla gerçeğine uygun olarak dinleme imkânımız var.
Bu türküden başka yine ‘Elif Dedim Be Dedim’ ve ‘Yağmur Yağar’ adlı türküleri de söyleyen Hisarlı Ahmet’tir. ‘Elif Dedim Be Dedim’ adlı türküdeki ‘Kuş kanadı kalem olsa yazılmaz benim derdim’ sözü sözler arasına yerleşmiştir. Bu söz o günden bu güne kullanılmaktan bir hâl olmuştur. Hatta bir şairin kitabının da adıdır.
Havada Turna Sesi Gelir türküsünün yiğit bir edayla ağır bir söylenişi vardır. Başta yiğit bir Eğe havasıyla başlayan türküdeki eda; ilerledikçe ağırlaşır ve hüzünlü bir şekilde biter.
Türkü daha başlar başlamaz öyle derinden bir ses gelir ki sizi alır yüzlerce yıl öncesine götürür. Sanki ses bin yıllık bir sestir. Bu sesin içinde tarihimiz, kaderimiz, geleceğimiz, garipliğimiz, yalnızlığımız vardır. Sözlerde açılması gereken bir kapıdan söz edilmese; diyeceğiz bozkırların ortasında çadır kurmuş, çadır sökmüş oradan oraya göç ederken söylemişiz bu türküyü. Biz çadır kurup çadır sökerken üzerimizden turnalar göç etmiş oradan oraya.
Ozanın geçtiğimiz yüzyıl; bindokuzyüzlü yılların başında doğup, sonlarına doğru bu dünyadan göçtüğünü bilmesek böyle düşüneceğiz. Ama biz biliriz ki o gün ağızdan çıkan söz o günün sözü değildir. Belki söz; bin yılın imbiğinden süzülen ve elde kalandır.
Ozanın hayat hikayesinde elde kalan söz şudur: Kutlu toprakları ziyaret edip geldikten sonra türkü söylemeye devam eder. Çevreden Hacı olan insanın artık bu işlerden elini eteğini çekmesi gerekir diyenlere; ‘Ben sazımla Rabbime sizlerden daha yakınım’ der. Burada ozanın dindarlığına atıf, türküdeki güzelliği belirleyen ana unsur değildir. Ozan dindar olamasa da türkü güzel bir türküdür. Bin yılın imbiğinden süzülen söz; içinde bir çok insanî ve sahici duygu barındırır. Önemli olan ozanın bu toprakların sözünü söylüyor olmasıdır. Bu toprakların sözü ise en güzel sözdür. Bu topraklarda söz söyleyen herkes aynı ırmaktan beslenip söylemiştir sözlerini. Beslenilen ırmak ise akıp gittiği zaman ve mekanlarda ne kadar tadı, kokusu, rengi değiştirilmeye çalışılsa da öz itibariyle kendini korumuştur.
Dönelim türküye..
Türkü; havada turna sesi gelir diye başlar. Zihnimizde mekân kavramı oluşmuştur. Gökyüzü ve yeryüzü. Gökyüzünde turnalar uçmakta ve sesi ta yeryüzüne; bize kadar gelmektedir. Zaman ise belirsizdir.
Gökte turnalar göç eder ; biz altında göç ederiz.
Sanki biz hâlâ bu toprakların üzerinde göçümüzü sürdürürüz.
Bu turnalar nerelere gider bilinmez. Ama kültürümüz göç eden turnaları mutlaka kutsal topraklara uğratır. Göç sırasında kutlu topraklara uğrayan turnalar Kâbe’den, Kerbelâ’dan, Bağdat’tan geçer. Turna ile Hz. Ali (r.a) arasında bir ilinti kurulmuştur. Bu yüzden en çok da semah kültüründe kullanılır.
Turnalar ayrıca bir semaha adını da verir:Turna Semah’ı.
Turna Semah’ı turnanın kanat vuruşu, uçuş ve duruşunu canlandıran figürlerle dönülür.
Türküdeki turnanın ağzı dolu yemdir. Ağzındaki yemleri; yani şeker ile hurmayı bize getirir. Kutlu topraklardan gelecek en güzel hediye ise Peygamber Yemişi hurmadır.
Belki de turna, bir güzelin turna şekline bürünmüş hâlidir.
Güzel yârdır.Turna sesi yârin sesidir. Yârin ağzından çıkan söz ise şeker ile hurma değerindedir.
Ama karşımızda ağlayan bir güzel vardır; güzel şeker gibi sözler etmek yerine; ağlayıp durmaktadır.
Ozanımız güzele ‘git güzel karşımda ağlayıp durma’ der.
Yâr çekip gitmiştir. Üzülmüştür.
Gönül koymuştur, kırılmıştır.
Üzerine kapıyı çekerek eve kapanmıştır.
Ozan söylediğine bin pişmandır.
Çünkü yâr kendisi için ağlamaktadır.
Sanki ‘ben senin için, senin âkıbetin için ağlıyorum; sen beni karşından kovuyorsun’ der gibidir.
Buna rağmen sevdiğinden azar işitmiş ve kovulmuştur.
Bu olanlara dair hiçbir söz olmasa burada en içli sesi duyarız, ‘aç kapıyı nazlı yârim, ben geliyorum’.
Bu bir yalvarma sesidir. Öyle bir söylenir ki, bu sözde bin pişmanlık vardır. Özür vardır. Ayrıca bir özür sözüne gerek de yoktur; çünkü bu sözde olmasa da söyleyişte bu pişmanlık ve özür yakıcı bir şekilde vardır. Duygu ise sahici bir duygudur.Bu yüzden türküler sesli dinlendiğinde söyler sözünü. Söz olarak kuru bir ifade sesin rengi ve kokusuyla birleştiğinde söylenmeyenleri de söyler.
Kapının açılması isteği öylesine içten bir duyguyla söylenmiştir ki yâr kapıyı sonuna kadar açar. Çünkü ozan öyle şeylerden bahsetmektedir ki; ortada hayati bir mesele vardır.
Ozan demektedir ki sevdiğine: Benim sonum son değil; düşman elinde ölüm fermanım var.
İşte yârin ağlamasına sebep budur.
Ama bu fermanı yazan düşman sarhoş haliyle yazmıştır. Sarhoş hâlde yazılan söz ise söz değildir. Bu yüzden yazılan bu fermanın hükmü yoktur.
Sonra şöyle seslenir fermanı yazanlara; göndersinler kendi fermanımı kendim yazayım. Öyle bir yazayım ki kalemle, divitle değil; zülfüm teliyle.
Artık zülüf teliyle yazılan fermanın ölüm fermanı olmayacağı da bellidir.
Türküyü bir çok sanatçı okumuştur. Daha da yüzyıllarca okunacağa benzer. Çünkü hakiki bir türküdür. Okuyanlar içerisinde bağlama çalmada kendine özgü üslup ve icrasıyla bir ekol oluşturan Talip Özkan en iyi icracıdır. Talip Özkan türküde müziği öne çıkararak bağlama çalışındaki ustalığı ‘tarama tezeneli icra ve seri parmak hareketleri ‘ ile sesini de aynı ölçüde kullanarak söylemiştir.
Bir diğer icracı ise Sümeyra Çakır’dır. Yakıcı ve derinlerden gelen içli bir sesi olan Çakır; türküyü neredeyse bir ağıt gibi okur. Dinleyenler daha türkü başlarken anlarlar; anlatılanlar acı ve can yakıcıdır.
Bir de şair Erdal Çakır söyler ki; ancak şanslı insanlar dinleyebilir.
Hepsi sekiz dizeden oluşan güfte, müzikle birleşince unutulmaz türküler arasındaki yerini çoktan almıştır. Bize ise takdirin dışında bir şey kalmamıştır.
∗
Havada Turna Sesi Gelir Kanadı Kırma
Ağzı Dolu Yem Getirir Şeker İle Hurma
Git Güzel Karşımda (Bi Danem) Ağlayıp Durma
Aç Kapuyu Nazlı Yarim Ben Geliyorum
Burma Da Burma Duman Tüter Dağın Belinde
Okunmadık Fermanım Var Düşman Elinde
Bunu Da Yazan Yanlış Yazmış Serhoş Halinde
Gönder A Beyim Ben Yazayım Zülfüm Telinle