Estiğinde saçlarımızda usulca bir eylül akşamı
Emeklemeyi öğrenircesine bildik seni
Bildik ve vardık huzuruna
Kovma, yüzün çevirme, kabul buyur bizi
Ey serin imsak vakitlerinden yakalanan kalbim
Ilık kuşluk vakitlerinde avun
Avun ki, vardığın kapı kapıların en yücesi
Çağıldayan suların arasından geç git
Çocuk ellerinde açsın güller ve gülücükler
Her yanı sarsın ötelerin kokusu
Gün yükseldikçe yükselsin sıcak ekmek buğusu
İkindiye kavuştuğunda kavuşmuş gibi sevgiliye
Akşam anne ellerinde yücelsin
Ve dokun kalbimize ey oruç.
Anımsadığım ilk oruçlar da yine bu günlere, yani eylül- ekim aylarına denk gelen oruç günleriydi.
Daha öncesini, soğuk günlere denk gelen oruçları hayal meyal hatırlıyorum.
Yakınlarda cami olmadığı, ezan okunmadığı için iftar vakitlerinin radyo anonsuyla açıldığı uzak bir yerlerdeydik.
Yaratıcı’nın elinden başka hiçbir el dokunmamıştı daha.
Yol yok, elektrik yok, ama su var, hem de bolca.
Her yandan fışkırmakta, her yanı yeşile boyamakta.
En yakın camiî yaklaşık üç kilometre uzakta; daha fazla insanın yaşadığı bir yerlerdeydi.
Oradan da ses cihazsız okunan ezanı duymak mümkün olmuyordu.
Şimdilerde cihazla okunuyor ama yine de duyulmuyor.
Ama artık burasının da bir camiî var ve vakitlerde ezan okunuyor.
Radyo tek evde vardı, o da bizim ev miydi?
Radyo iftar vaktini Ankara’ya göre mi verirdi?
Bizler de orucumuzu Ankara’ya göre mi açardık?
İlk hatırladığım oruçlar yine de eylül ekim ayına denk gelen oruçlardı.
Asmalarda üzümlerin son sarısı parlıyordu.
Bağlar bozulmuş, pekmezler çıkarılmış, pestiller, bastıklar yapılmış oruç bekleniyordu.
Batıdan esen rüzgâr sararmaya yüz tutmuş yaprakları savurmaya daha yeni başlamıştı.
Cevizleri çırpma zamanıydı.
Güz yağmurları, uzak dağlarda çakan şimşeklerle geldiğini belli ediyordu.
Gündüzleri sıcak olsa da, akşamları iyice serinlemişti.
Çocuklar sahura kaldırılmaları için annelerini tembihlemişlerdi.
Belki de bu ay çocukların oruç tutmakta en zorlanacakları aylardır.
Çünkü nereye baksalar, hangi ağaca baksalar, hangi bahçeden geçseler mutlaka yiyecek bir şeyler bulabilirler.
Gönülçelen üzümler, narlar, ayvalar, cevizler dallarda ışıldayıp durmaktadır.
Bu yüzden oruca yeni başlayanlar öğleye kadar ancak dayanabilmektedir.
Bu yüzden oruç tutmanın, orucu bozmanın sevabını ve günahını öğrenebilecekleri en iyi aylardır.
Böylece kendiliğinden günah ve sevap kavramları çocukların taze dimağlarına iyici yerleşir.
Bunu çocuklar, kimsenin demesine, hatırlatmasına gerek kalmadan kendiliğinden öğrenirler.
Kışın öyle mi?
Yiyecekler göz önünde değildir.
Hem ortalıkta gönülçelen yiyecekler yoktur, hem de herhangi bir yiyeceğe ulaşmak o kadar kolay değildir.
Yazdan kalmış erik, armut, elma kurularına; pestil,bastıklara ulaşmak için epeyce zaman harcamak, birilerini kollamak, tenha vakitler bulmak gerekir.
Ayrıca bu yiyeceklerin yerini herkes bilmez.
Herkes derken, özellikle çocuklardır kastedilen.
Tabii anneler ve evin büyükleri bilir.
Bu yüzdendir annelerin çocukları okula,oynamaya, davar gütmeye gönderirken ceplerini kuru üzüm, ceviz gibi yiyeceklerle doldurmaları.
Çünkü çocuklar bu yiyeceklerin yerini bir bilseler iki günde talan ederler.
İşte güz günlerinin oruçları en güzel ama tehlikesi en bol, tutması en zor olan oruçlardır.
Çünkü kışın onca çabalarla ulaşılan yiyecekler henüz dalında ve tazedir.
Bahçelerde, ağaç dallarında pervasızca durmakta, çocukların gönlünü çelmeye çalışmaktadır.