Kahire sadece bir resimdir.
Ama çok güzel bir resim.
Resimden çokkatlı yeni binaları çıkarsanız, geriye Binbir Gece Masalları’nın o çok kubbeli, çok minareli gizemli şehirlerinden en alımlısı kalır.
Gerçekte Binbir Gece Masalları’nın şehirlerinden biridir Kahire.
Bunu en iyi El Ezher Parkı’ndan şehri seyrederken anlarsınız.
Parkın tam ortasındaki seyir yerinde durup; şehri üçyüz altmış derecelik bir açıyla seyretmeniz gerekir
Şehrin o güzelim silüetine ilişkin ne varsa çok eskilerden: Tolunoğulları’ndan, Fatimî’lerden, Eyyubî’lerden, Memlük’lerden, Osmanlı’dan kalmıştır.
Daha sonra yapılan herşey bu güzelim silüete vurulan çirkin bir fırçadır.
Bunu da en iyi şehrin ara sokaklarına girince anlarsınız
Şehrin İslami silüetini görebileceğiniz bir diğer mekân da Mehmed Ali Paşa Kalesi’dir; ama bunun dezevantajı uzaktan seyretmeniz gereken yerlerden birinde olmanızdır.
Kubbeler, kubbeler, minareler.
Sanki bu şehirde bir zamanlar bir cami yapma savaşı yaşanmış.
Cami dedikse öyle şimdiki gibi beton garabetler değil; estetik ve sanatın en uç noktasını yakalama çabasında olan eserlerden söz ediyorum.
Sanki yapılan sadece bir mabed değil; yaratıcının şanına yakışacak an güzel evi inşa etme yarışıdır.
Bu eserlerin sadece ihtiyaçtan kaynaklanmadığı çok açık.
Çünkü, diyelim binlerce kişiyi alacak kapasiteye sahip muhteşem Sultan Hasan Camiî’nin hemen on metre yakınına yine aynı büyüklükteki Rifaiye Camiî’ni yapmanın mantığı nedir?
Yan yana durarak muhteşem bir bütünlük oluşturan bu iki camiîde günümüzde nüfusu yirmi milyonu bulan Kahire'de vakit namazlarında iki saf bile dolmuyor.
Bu iki büyük camaiînin yakınındaki irili ufaklı diğer camileri ise hiç saymıyorum.
Kahire sadece güzel bir resimdir demiştik: Evet öyle.
Şehrin ara sokaklarında dolaşmaya devam edelim.
Hayal kırıklığına uğramak istemezseniz şehri sadece seyredin.
Şehrin o muhteşem silüetinde gördüğümüz kubbelerin, minarelerin yanına vardığınızda aslında onların birçoğunun birer harabeden ibaret olduğunu görerek öfkelenmemeniz mümkün değil.
Ve sokaklar, dükkânlar, pazarlar....
Rengarenk meyvelerin dizildiği ve Kahire’de bolca bulunan taze meyve suyu satıcılarının dükkânlarında asgari temizlik kurallarının esamesinin okunmaması yüzünden tadamadığınz tadlar.
Üzerlerinde sineklerin uçuştuğu meyveler....
Ara sokaklarda yürürken burnunuza gelen kesif koku.
Buna rağmen Nil kıyısında nisbeten temiz olan caddede yürümek yerine; sizi sürekli ara sokakların çekmesi nasıl açıklanabilir.
Belki de sürekli yeni bir sürprizle karşılaşmanın albenisi: İlk kez göreceğiniz bir eser; ilk kez göreceğiniz bir sokak.
İlkkez göreceğiniz insanlar; süslenip püslenip Nil kıyısına gelen insanlar yerine doğal halleriyle insanlar.
Kahveler: Tüm Kahire sokakları kahvelerle dolu, nargile kahvelerin vazgeçilmezi; en ünlüleri de Fişhevî ve Necip Mahfuz Kahvesi.
Her ikisi de turistik dükkânların bulunduğu Han Halilî çarşısıda, Fişhevî Kahvesi açık bir mekan: daracık bir sokağı tamamen işgal etmiş.
Sokağa girince kahveye girmiş oluyorsunuz, ama aynı zamanda sandalyelerin arasından insanlar gelip geçiyor.
Necip Mahfuz Kahvesine gelince; diyebilirim ki Kahire’deki tamamen kapalı mekana sahip ve kapısında güvenlik dedektörü bulunan tek kahve.
Bu yüzden girip oturmayı istemedim nedense; Fişhevî Kahvesini tercih ettim.
Belki de Mehmet Âkif’in de El- Ezher’in tam karşısında bulunan bu kahvenin müdavimi olduğunu bir yerlerde okuduğum içindir.
Evet Kahire’yi dolaştıkça, içine girdikçe sadece bir resimden ibaret olmadığını; insanların bu şehirde yaşamalarının bir nedeni olması gerektiğini anlamaya çalışmak en iyisi.
Bu resim bile görülmeyi hakediyor doğrusu.