Menu
BİR AVARENİN DÜŞLERİ 15- KAHİRE MEKTUPLARI... SEYYAHIN İZİNDE
Deneme/İnceleme/Eleştiri • BİR AVARENİN DÜŞLERİ 15- KAHİRE MEKTUPLARI... SEYYAHIN İZİNDE

BİR AVARENİN DÜŞLERİ 15- KAHİRE MEKTUPLARI... SEYYAHIN İZİNDE

Bir Ramazan gecesi avlunun en uzak köşesinde; ayışığının ve yıldızların altındayım; çıt yok, yalnızca bir ses var, binlerce yıllık bir ses; seslerin sesi; Kur’an sesi.
Uzakta, sütunların arasında gölgeler; eğilip kalkan gölgeler; kadın gölgeleri, erkek gölgeleri.
Sonra eller, yakaran eller; kadın elleri, erkek elleri.
Kahire’ye geldim geleli bu kaçıncı gelişim bilmiyorum.
Hep o yazıyı görmek için geldim.
Kimseye sormadım, nerede o yazı diye?
Kendim görmek istedim; seyyahın anlattığına göre, görmemek mümkün değildi çünkü.
Görmek gerekir demişti seyyah; anlatmakla olmaz, görmek gerekir.
“Harem duvarının sol tarafında bir besmele-i şerife vardır. Sultan Süleyman asrında Karahisarî Hazretleri Kâbe-i Şerife'ye giderken Mısır'a uğrayıp bu cami-î şerifte bir eserimiz olsun diye bir besmele yazmış ki uzunluğu kırk adımdır. Vacibüsseyr (görmek lazım) bir hatt-ı azim olup her elifi sekizer arşın uzunluğundadır ki güya sünbüle-i besmele bismillah ile henüz yazılmış zannolunur.”
Ben göremedim.
Sonra kendime kızdım, yoksa ben bakıp da görmeyenlerden miydim?
Nasıl olur da göremem böyle bir yazıyı.
*
Bu gün Cuma belki bu son gelişim; bu kez tüm öğleden sonramı ayırdım.
Bu gün mutlaka göreceğim ve görünceye kadar her yanını dolaşacağım.
Cuma kılındı, başladım dolaşmaya.
Önce mihrap, ‘haremin sol tarafında’ diyordu seyyah; yani içeride olması gerekir.
Tüm kıble tarafını boydan boya taradım.
Sonra mihrabın önünden, üst kavisindeki; ‘Allahtan başka ilah yoktur ve Muhammed (s.a.v) O’nun Resulüdür’ yazısını okuyarak geçtim.
Seyyahın ‘bir ahşap oyma minberi vardır ki görenlerin aklı perişan olur’ dediği minberin önünde durdum, ve....
Sütunların arasından yürümeye başladım.
Pencere kenarları, sütun başları beyaz taş üzerine çiçek desenleri oyularak işlenmiş.
Tüm nakışlar biribirinden farklı ama, bu işlemeler bir yerden sonra bitiyor.
Çok garip; sütunların geri kalan kısmı artık işlemesiz.
Sonra tam ortaya, seyyahın diliyle ‘Kâbe misali’ şadırvanın bulunduğu yere yürüdüm. Şimdi olmayan hurma ağacının gölgesini, suyu akmayan şifalı havuzdaki su şırıltısını hissetmek istedim.
Şimdi tekrar başladığım noktadayım; artık sormalıyım.
Görmeden gidersem çok üzülürüm.
Daha soracak birini aramaya fırsat bulamadan görevli geldi ve gezdirmek istediğini söyleyen gözlerle başladı anlatmaya.
Mihrabı, minberi işaret etti.
Sonunda sordum büyük besmele nerede?
Tavanı işaret etti; işaret ettiği yerde boydan boya ahşap üzerine ayetler yazılıydı ama ardığım bu değildi.
Hayır o değil ‘Büyük Besmele, Besmele-i Karahisarî nerede?
Yok dedi görevli, büyük besmele yok.
Artık ben de emin oldum; yoktu.
Defalarca yapılan saldırı, tadilatlar sırasında yok olmuştu herhalde.
Belki de en son restore sırasında sütunlara yapıldığı gibi üzeri boyanmıştır.
Belki de, halâ bir yerlerdeydi ama ben görememiştim.

*
Miladi 835 yılında Bağdat’da Abbasi Devleti sırasında, Halife Me’mun’un muhafız alayı komutanı Buharalı Oğuz Türkleri’nden Tolun’un bir oğlu oldu.
Tolun, oğlunun ismini Ahmet koydu.
Askerî ve dinî eğitim gören Ahmed İbni Tolun, 868’de Mısır’a vali vekili tayin edildi. Tolunoğlu Ahmet Mısır’a geldikten yedi yıl sonra bağımsızlığını ilan etti ve Tolunoğlu Devleti’ni kurdu, yıl 875.
Devletin sınırlarını Anadolu Toroslarına kadar genişletti.
Ne yazık ki bu devlet uzun ömürlü olmayacak 905 yılında yine Abbasi’ler tarafından yıkılacaktı.
Otuz yıl hüküm süren Tolunoğlu Devleti’nin bu ortalama insan yaşamından çok daha kısa olan ömründen günümüze öyle bir eser kaldı ki bu kısa ömre değer.
Sultan Ahmet İbni Tolun bir gün Resulluh Efendimizi (S.A.V) rüyasında gördü; Efendimiz ona bir cami yaptırmasını işaret ediyordu.
Rüyada efendimiz caminin kıblesini bile işaret etmişti; hicretten 265 yıl sonraydı.
Bu günden (1429) düşündüğümüzde üzerinden bin küsür yıl daha geçmiş olduğunu görürüz; buradaki küsürat 164 yıldır.
Bu yüzden hicretten sonra geçen bu 265 yılın ne kadar kısa olduğu, henüz herşeyin ne kadar yeni ve diri olduğunu anlayabiliriz.
Ahmet İbni Tolun yeri ve kıblesi dahi işaret edildiği üzere bir cami inşa ettirmeye başladı; gerisini Evliya Çelebi’den dinleyelim:
“Gören kale zanneder. Zira, dört tarafindaki bedenleri ve iki kat duvarlarının metaneti bir kalede yoktur. Kare şeklinde bir büyük camidir. Duvarının boyu tam kırk arşın (26 m) olup Kabe-i Şerife hacminde bina olunmuştur. Mihrabı, Hazreti Resül'ün tarifiyle olduğundan bütün kiblelerden sahihtir. Hazret-i Risaletin nazargâhı olduğundan ruhaniyet vardır.
Hz. Musa (a.s.) koyunlarını bu mahalde otlatır ve ibadet ederdi. Ahmed İbn-i Tolun Camii, çok eski bir mabed olup mihrabı Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Hızır (a.s.) makamıdır. Mihrabında fecir vakti namaz kılanın dünyevi ve uhrevi hayır duaları makbul olur.
Avlusunun ortasında, Kabe misali kubbenin altında şifalı bir havuz vardır. Bu havuzun sol yanında bir büyük hurma ağacı vardır ki Mısır ikliminde misli yoktur. Destur-u Resulullah ile Medine hurması hasıl olur. Avlusu serapa beyaz mermer-i ham döşelidir.
Caminin kuzeyinde ve biraz uzakça olan minaresi dört köşe, üç şerefeli ve gayet sanatkarâne işlenmiştir. İki yüz basamaklı minareye müezzinleri dışarıdan çıkarlar. Yine ol kadar kalın minare değildir. Ancak üstad-ı kâmil öyle sanatkarâne işlemiş ki tabir ve tavsif ile olmaz, görmeğe muhtaçtır.”
Madem seyyahların üstadı Çelebi böyle buyurmuş ‘tabir ve tavsif ile olmaz, görmeğe muhtaçtır’ demiş Kahire’ye gelip de görmemek olmaz diyerek geldim ilk kez buraya.
Daha ilk görüşten itibaren, bu yapının Kahire’deki en kutsal mabed olduğunu hissettim.
Buradaki atmosfer aslında şu; umarım anlatabilirim.
Bin yıllık bir mabedin içindesiniz.
Öyle muhteşem bir fiziki görünüşü, büyüklüğü yok; ama bir yücelik var
Buradaki fark Mimar Turgut Cansever’in “Arab dünyasında meydana getirilen hiçbir eser, İbn-i Tolun Camii'nin yüceliğine sahip değil.” Diyerek kastettiği yücelik.
Bu yücelik seyyahın dediği gibi ‘ruhaniyet’ yani ruh yüceliği olsa gerek.
Çünkü ne Mehmet Ali Paşa Camiî gibi muhteşem bir kubbesi, ne de Sultan Hasan Camiî gibi ince işlenmiş minarelere sahip.
Yüceliği bir ruhu olmasında gizli.
Mabedin bulunduğu mekan, yapılma şartları, üzerinden geçen zaman, sütunlar, işlemeler, buradan gelip geçenler, avlunun ortasında ‘kâbe misali’ şadırvan, burada bin yıldır namaz kılanlar, ellerini açıp yakaranlar, bu arada kurulan yıkılan devletler; ama hep ayakta kalan bir mabed.
Bu gün hiçbir turistik gezinin rotasında yer almayan; ancak meraklılarının arayıp bulduğu bu mekan, daha ilk görüşte bir kaleye giriyormuş izlenimini verse de; avlusundan içeriye adım attığınızda nasıl bir manevi atmosferin içine girdiğinizi anlamanız uzun sürmüyor.
‘Kahire’yi görmeyen, dünyayı görmüş sayılmaz.’ Der Binbir Gece Masalları.
Biz de artık buna ekleyebiliriz:
Ahmet İbni Tolun Camiî’ni görmeyen, Kahire’yi görmüş sayılmaz.