Suya düştün, sırılsıklam oldun.
Çırpınmak beyhude.
Dip seni çekiyor, su kaçıyor boğazına.
Batıyorsun mütemadiyen,
Batıyorsun
Batıyorsun
batıyorsun aheste…
Dip seni koyvermeyip habire
çekiyor kendine...
Çabalıyorsun ama nafile.
Bırak çırpınmayı,
olan olacak!
Gerçi ya batacak
ya çıkacaksın ama
hele bir suyla barışık olmayı dene,
dene suyun halinden anlamayı hele.
Çırpınma artık
ve bırak
kendini suyla birlikte,
birlikte-dalgalanmaya.
Suyun okşayışına bırak kendini:
bırak telaşsız, bırak aheste.
Dalgalan ağır ağır suyla birlikte,
dalgalan korkusuz, ölmüşcesine...
Görüyorsun dip seni artık çekmiyor,
görüyorsun su artık genzini yakmıyor.
Kaslarının tüm gücüyle çırpınmıyorsun artık.
Görüyorsun su artık seni
tutuyor el üstünde.
Sudasın sırılsıklam,
Batmazsın artık, el üstündesin.
Dingin, telaşsız, canlı cenaze…
Uygunluğu buldun artık,
uyabildin, bildin uymayı
şimdi,
şimdi artık
uyuyabilirsin.
Uyu dipsiz bir uykuyla
Uyu suyla birlikte.
Uyu su gibi
Su gibi uyu
Uyu mûnis,
mûnis mûnisss
Suyun uyyykusunuuu…
Uy ki
Uyku,
dalga dalga
kaplasın bedenini.
Uy ki uyuyabilesin.
Uy ve katıl suyun bedene.
Şimdi
dalgalansın bedenin
suyun bedeniyle birlikte.
Hemvücût bir dalgalanıştasın artık
suyla hemhal, suyla birlikte.
Kulaklarında dipten gelen hep o şarkı, o nağme.
Suyun yüzeyindesin, hafif kıpırtılarla,
örtüyorsun onu bir yorgan gibi tüm vücûdunla.
Vücudûnu öpüyor su,
sense içine alıyorsun suyu;
savaşmıyorsunuz artık
sevişiyorsunuz
hafif dokunuşlar,
latif okşayışlarla
ve bir serinlik ki
bir derinlik ki
kaplıyor seni
hücrelerine dek en ücrâ…
Sessizce çekip gitmek istiyor ruhun,
bırakıp orada, suyun yüzeyinde bedenini.
Ruhun ayrılığı arzuluyor belli
bırakıp suda cesedini,
bırakıp onu uykuda,
onu komaya…
Bedenin suda ürpererek hafif
hafif uyuklaya dursun,
şimdi sen
uçmağa heves ediyorsun:
heves ediyor ruhun
biteviye kanat çırpmaya,
gökyüzünün zağarlarına dayanırcasına…
bedende nefes alıp verme oyununa
bir son vermeye
ve böylece yalnız ve daima
gökyüzüyle yek-nefes olmaya,
karışmaya havaya
havalanmaya…
Şevkle ruhun,
ruhun inatla, ısrarla
gökyüzüne katışan bir nefes olmaya
heves ediyor tamahkârlıkla…
* * *
Bedeni suda balık, ruhu tıknefesmiş! Bedeni kafes, ruhu sâfi hevesmiş! Kafes; Hevesi fazla havalı buluyormuş, Heves ise Kafesin onu tıknefes ettiğini söyleyip duruyormuş. Anlaşma uyuşma bir yere kadarmış. Ayışığının suda pırıldadığı işbu güzel akşam meğer o pek mukadder ayrılık vakti çoktan gelip çatmışmış. Kulaklarında dipten gelen o mahmur beste, uygun kıpırtılarla salınadursun Beden suyun yüzeyinde, Heves heveskârlığının doruğunda, ayışığında yukarılara daha da, daha da yukarılara doğru ağmadaymış. Saf bir nefes olarak serâzat kanat çırpacağı enginlere dâhil olacağı ânın gelişine sabırsızlanmadaymış, içi kıpır kıpır “pırrr…!” uçacağı ânı gözleri dikili semâya –havalı dedik ya! – gözlemedeymiş.
Heves, dönüp bir kez daha, bir kez daha bakmış suyun yüzeyinde salınıp duran Bedene. İç geçirmiş, “Ah, demiş, bunca yoldaşlıktan sonra...” Alçalmış suya Heves ve bedeni son bir kez öpmek istemiş usulca. Tutamamış kendini Heves ve dökülen bir damla gözyaşı karışmış Bedenin uykusuna. Meğer Beden de enginlerde kanat çırpmaktaymış rüyasında, uyanır gibi kıpırdanmış o bir tek damlayla. Nefesi daraldıkça daralmış Hevesin ve konuvermiş gölün kıyısına. Hava kararıvermiş birden, ay girivermiş hemen bir bulutun arkasına. “Meğer yine rüyaymış tüm bunlar”, diye hayıflanmış Heves, “Ayrılık bir başka bahara”.
“Meğer ki neymiş”, demiş hevesi kursağında kalan, “ah ne aymazım ben, yine görmüşüm Bedenin rüyasını”. Hayreti hüznüne baskın, devam etmiş Heves: “Meğer o da hep beni görürmüş rüyasında. Meğer aynı kumaştanmışız ha! Demek, ben ancak onun rüyasında kanat çırpmaktaymışım, vay canına! Bedenin rüyasıymışım ben. Can kafesinde mahpusum yine, o uyanınca.”
15 Ocak ‘02
ODTÜ/Ankara