Menu
Akademyanın Ezberini Bozan Bir Çalışma: Gözün Menzili
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Akademyanın Ezberini Bozan Bir Çalışma: Gözün Menzili

Akademyanın Ezberini Bozan Bir Çalışma: Gözün Menzili

Özlem Hemiş’in, Temsil Biçimleri Üzerinden Bir Zihniyet Çözümlemesi başlığı altında, İÜ Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde yaptığı doktora çalışması (2012), geçtiğimiz Temmuz ayında Vakıfbank Kültür Yayınları’nca, Gözün Menzili: İslami Coğrafyada Bakışın Serüveni adıyla  kitaplaştırıldı. 

Hemiş, ne klasik ne de modern anlamıyla İslam sanatları içinde yer al(a)mayan tiyatrodan hareketle, İslam sanatları hakkında bir çalışma yapmasının –benim de çok merak ettiğim- nedenini kitabının Önsöz’ünde şöyle iletmiş:

“Batılı insanlık tarihinde derin bir gelenekten soluklanan tiyatro kavrayışı, bireyin ve toplumsallığın tarihini anlamaya el verir. Ritüellerden filizlenen tiyatronun zamanla dinsel temelinden kopuşu ve toplum tasavvurundaki tüm değişimleri içeren evrimi tarihine dokunmuştur. Burada böyle bir izi başka alanlardan sürmek ve Batılı tarzda tiyatronun kavrayış ve yaygınlaşmasında arzulanmış hedeflerle buluşmadığı sıklıkla dile getirilen tiyatromuza yönelik eleştirileri anlamak için dolaylı bir yoldan yürümek gerekti. Modem ki tiyatro bir temsil sanatıydı ve bakış menziliydi, özsel olarak bu toprakların temsil anlayışına ve bakış stratejilerine yönelmek doğru olacaktı. Bu nedenle temsilin ve bakışın sorunsallaştırıldığı bu çalışmada, inceleme alanı olarak Osmanlı minyatürlerini, bu alanın soy kütüğünü ve neşet ettiği iklimi seçtim, çünkü hem göz-resim-yazı ilişkisi ile nakkaşın amelindeki güdülerin anlaşılması için hem de performativitenin canlılığını deneyimlemekte ve/veya misal aleminden ibret almakta lezzet bulan bir seyir geleneğinin bugüne düşen izini aramak için uygun bir mecra olarak görünüyordu. Tiyatrosal temsilin gereksindiği sabit bakışın dışında bir bakış olanağı hayatı sanata tercüme etmenin başka imkanlarına yol açıyor, kendine özgü bir dili olan minyatürlerin canlılık uyandıran etkisi seyircisine sanat yapıtı ile karşılaşmada, adına ‘hayret’ diyeceğim farklı bir deneyim alanı vaadiyle de cezbediyordu.“

Hemiş, ilk bakışta İslam sanatına ilişkin yerli çalışmaların Oryantalist bibliyografya içinden yapılması şeklindeki akademik teamüle uymadığını ima eden bu yaklaşımını, çalışmanın maksat ve arayışı esasında şu başlıklar altında daha açık hale getirmiş: 

1-Akşam Diyârı’yla Sabah Diyârı’nın sanatsal zihniyetlerini, jeopolitik bir konumla değerlendirmek yerine, ilgili zihniyetlerin nasıl biçimlendiği görmeye çalışarak, katlarını açarak izlerini sürmek; bu bağlamda kültür mozaiğini tartışma dışına iterek asıl parçaları bir arada tutan harca bakmak (s. 13),

2-Çalışma sürecinde, bir metot yaratmak yerine, meta-odos, yolda olmak, yola koyulmak, yolu takip etmek, yolu açan Taonun sağladığı temaşadan yararlanmak; sabitlenmiş bir hakikatin temsili dışında, kâinatın köklerindeki tekvinin çoğulluğunun eylemselliğine öykünerek bakan ve üreten mecraları aramak, bakışı gezdirmenin muhtemel imkanında iz sürmek; bu maksatla entelekheiaya  doğru araçsal bir çizgi çizmek yerine, düşüncenin ve gözün arada kayarak yol almasındaki dinamizmle sürece hız kazandırmak (s. 19),

3-Zuhûrun gerçekleştiği bâtını ve ruhu; zaman ile zemini bu kitabın uzamında keskinleştirerek ele almak (s. 20),

4-Osmanlı ile İran minyatürleri arasındaki farkı ortaya koyup, mevcut görüşleri de değerlendirerek asıl minyatürün ontolojik temelini görmeye çalışmak (s. 22),

5-Bu çalışmada, âlem görüşüyle âlemi düzenlemenin iç ilişkisini gözeterek, farklı âlemlerin birbirlerine değdiği noktaların izini sürerken bir köken arayışı ya da ideolojik bir bağlanmayla hareket etmemek (s. 23),

6-İlkel sözcüğü başta olmak üzere, dini, mitik ya da tarihsel kimi terimlere giydirilen Oryantalist tanımların sorunluluğuna dikkat çekerek, bunları en azından paranteze alma tutumuyla o tanımlara teslim olmadığını göstermek (s. 80), 

6-Tradisyonalistleri izleyerek, disiplinler arasındaki sınırları esnetme zevkiyle biraz spekülasyona açılma arzusu taşımak (s. 157).

Yukarıdaki akademik teamül vurgumu tekrar hatırlatarak, bu maddelerden benim ulaştığım sonuç, Hemiş’in bu çalışmasında, benzeri çalışmalardaki Oryantalist bibliyografya saplantısından büyük oranda kurtulmuş, dolayısıyla mezkur akademik teamülün ve dolayısıyla yerli Oryantalizmin ezberini büyük oranda bozmuş olduğudur. 

Kitabın bu önemli özelliğini, -tematik farklarına rağmen İslam sanatı terkibinde buluştukları için- iki eserdeki bibliyografya bilgileriyle de tahkim edebilirim: 

Hilmi Ziya Ülken’in İslam Sanatı’ndaki (İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Yayımı, İstanbul 1948) kaynak eser sayısı 61; bunlardan Müslüman / yerli yazarlara ait olan eser sayısı 8 adettir. 

Suut Kemal Yetkin’in İslam Sanatı Tarihi’ndeki (A.Ü. İlahiyat Fakültesi, Türk ve İslam Sanatları tarihi Enstitüsü Yayımı, Ankara 1954) kaynak eser sayısı 152; bunlardan Müslüman / yerli  yazarlara ait olan eser sayısı sadece 22 adettir. 

Hemiş’in bibliyografyasındaki 442 eserin ise, 207 adedi Müslüman / yerli  yazarlara aittir.  

Bu tespitlerden sonra Gözün Menzili: İslami Coğrafyada Bakışın Serüveni adlı çalışmanın içeriğine, -onu belirleyen büyük bir iddiayı yüklenmiş olması nedeniyle- İslam Coğrafyasında terkibinden başlayarak ana hatlarıyla bakalım: 

İslam sanatları dediğimizde, Akşam ve Sabah diyarlarında birlikte hüküm sürmüş, özünü Kur’an ve Hadis’ten alarak zihniyet oluşumunu İslam metafiziğinin / tasavvufun içinde tamamlayan bir sanatlar topluluğundan söz ediyoruz demektir. 

Buna göre, a)Agra / Hindistan’dan, Bali / Endonozya’ya; b) Yezd / İran’dan Lizbon / Portekiz’e; c)Karabalgasun / Uygur’dan, Berat / Arnavutluk’a uzanan, inanç ve zihniyet yönünden müşterek ancak a)Hind, b)Fars-Arap ve c)Türk ayrımıyla müstakil olan İslam sanatı, bir araştırmacı tarafından ne fiziken ne de fikren kat edilmesi mümkün olmayan bir genişliğe sahiptir. 

Dolayısıyla Hemiş’in de mezkur iddiasını İslam coğrafyası esasında ispat etmesi imkansızdır. Eğer bu iddia kitabın satış kaygısına bağlı olarak yapılmışsa, bu durumda da kendi tematik nazariyat çabasıyla değer kazanan kitabın buna muhtaç olmadığını söylemek durumundayız. 

Nitekim bu tespitimiz, kitaptaki görsellerin cılızlığıyla da pekiştirilmiş gibidir. Hemiş, İslam coğrafyasından çok az bir mekanı ve/ya malzemeyi bizzat kendi yerlerinden görebilmiş; kaynak taramasıyla edindiği -basıma uygun çözünürlükte olmadıklarından çoğunluğu pul büyüklüğündeki- görselleri çalışmasına mecburen dahil etmiştir. Burada görmekten, saha çalışmasını kastetmediğimizi, en azından belli başlı maddi kültür değerleriyle -örneğin İslam İberyası’na, Türkistan’a mahsus eserlerle- turistik bir gözle de olsa yakın temas kurulmasını kastettiğimi belirtmeliyim. Çünkü böylesi bir temas bile, nazari bir çalışmadaki üsluba derinlik, hükümlere inandırıcılık kazandırır. 

Kitap Giriş, Zihniyet ve Kâinat Kavrayışı Arasında Temsil; İslami Sanatın Zemini; Bakışın Serüveni başlıklarıyla üç bölüm ve bunların içindeki 25 ara başlık ile Sonsöz, kaynakça ve dizinden oluşmuştur. 

Hemiş, Giriş kısmında çalışma alanıyla, çalışmasının İslam esaslı içeriğini buluşturma maksadına yönelik olarak theatron, theoria, theoros ve berzah terimlerine, resim üzerinden Çin’deki bakışı da ekleyerek kendi bakış açısını, çalışma tarzını –yoğun ve güzel dille- çerçevelemiştir. 

Kitapta yer alan 1.369 dipnotta aslan payı İbnü’l-Arabî’ye ait olduğu için, daha Giriş’te (s. 12) tekrarlanan doğru bilinen bir yanlışı işaretlemek ihtiyacındayım:

İbnü’l-Arabî Vahdet-i vücud geleneğini tesis etmemiştir. O İslam metafiziğini tasavvuf kurumu içinde mezcetmiş, onun bu çabası Konevî, el-Cîlî, el-Kayserî vb. tarafından Vahdet-i vücud terkibiyle kendisinden sonra sistemleştirilmiştir. 

Bu yanıyla Vahdet-i vücud, bütünlüklü bir metafizik olarak sadece tasavvufun değil, Oğuz Türkleri’nin çok kavimli ve çok dinli bir dünyayı yönetme talebinin karşılığıdır. İbnü’l-Arabî’nin İşbiliyye’den Malatya’ya kadar –Sezai Karakoç’un kelimeleriyle “Yolları bir urgan gibi / Ayağına sarıp” gelişi, siyasetin uzağında olmadığı için, öğrencilerinin de onun derleyip toparladıklarını -yüzünü fethe dönmüş- bir kavmin hizmetine sunmamaları zaten düşünülemezdi. 

Hemiş, Birinci Bölüm’de, zihniyet ve temsil terimlerinin incelenmesinden, Türklerin serüveniyle sınırladığı kâinat tasavvuruna ve devamında mülk, nur vb. terimlerine geçiş yapmıştır. Bu bölümden başlayarak konuları birbirlerinin içinden açma (s.42 / dipnot 57, s.73, s. 95) gayretine de tanık olduğumuz Hemiş, yine de bu bölümü teknik bir düzeyde nakletme problemiyle yüz yüze gelmekle kalmamış, daha basit, daha kısa olarak ifade edilebilecek kimi karşılaştırmalarda, hükümlerde de sözü gereğinden fazla uzatmıştır. 

Hemiş, kendini bilmek, tevhid - berzah, tecelli - cilve, kalem - levha, cemal – hicap, hayal – gölge, şehadet – hayret gibi tasavvufi mertebelerle  doğrudan ilişkili olan İslami Sanatın Ontolojik Temelindeki Anahtar Kavramlar’ın sanata indirgenmesiyle de önem kazana İkinci Bölüm’de, salt İbnü’l-Arabî’nin paradigması içinde durmuş, bu konularda başvurulması zorunlu olan el-Herevî, İmam Rabbânî gibi isimlerin görüşlerine ise hiç uğramamıştır. 

Bu husus aynı zamanda, akademik teamüle itirazı nedeniyle değerli olan kitabın bir diğer sorunlu noktasını oluşturmaktadır: Ele aldığı konuları zihniyet planında tasavvufun / hâl ilminin içinden anlamaya ve anlatmaya çalışan Hemiş’in, hâl ilmini tecrübî bir dille nakleden tasavvuf erbabını ıskalamaması, sadece İbnü’l-Arabî’nin –bir kısmı da maalesef bağlamından kopartılmış- görüşleriyle yetinmemesi gerekirdi. Ayrıca böylesi bir çalışmada uğranılması zorunlu olan birçok Müslüman nazariyatçının ilgili eserleriyle doğrudan bir temas kurmamasını; akademik çalışmalarda sıkça rastladığımız “...’den...’den... nakleden...” klişesine fazlasıyla yer vermesini de yine bu cümleden bir eksiklik olarak kaydetmemiz elzemdir.  

Üçüncü Bölüm, kitabın ilk adıyla mütenasip olarak Bakışın Serüveni’ne tahsis edilmiştir. Çin, Bizans, İran ve Osmanlı’dan karşılaştırmalı bakışlara Babürler’in dahil edilmemesinin mantığını anlamak benim için zor olsa da, bu bölüm deyim yerindeyse kitabın omurgasını oluşturmaktadır. Sadece Şenlikname Düzeni, Kainat Kitaptır, Harf ve Figür, Nakkaşın Ameli şeklindeki ara başlıklar bile bu bölümde ele alınan konuların değerini ve yoğunluğunu anlamaya yeterli görünmektedir.

Sonuç olarak, Özlem Hemiş’in Gözün Menzili: İslami Coğrafyada Bakışın Serüveni adlı kitabının, yukarıdaki hak teslimlerini ve eleştirileri de yüklenmiş olarak, mevcut akademik şartlanmaları, Oryantalist tutumları kıran bir kitap olmasıyla değerli olduğunu ifade etmeliyim. Bu sonucumu tamamlaması bakımından, Hemiş’in Sonsöz’ündeki son paragrafı naklederek yazımı noktalayayım: 

“Bir süredir kendinden her zaman memnun olan ana akım tiyatro dışındaki üretimlerde, yeni mecralara açılmaya hevesli görünen plastik sanatlarda ve edebiyatta ‘estetik’ üzerinden yürüyen sorgulamalar, Türkçe düşünmeyi ve Yunanca etimolojisinden bağımsız olarak nüfusumuza geçirdiğimiz sözcüğün içine gizlice yerleşmiş olan ‘etik’i biraz daha görünür kılmanın yerinde olacağı fikrini esinledi. ‘Bulduğun şeyin ahlakını’ yapmadan sanatını yapmanın olanaksızlığı günümüzde göz acıtacak denli büyük bir sorunsal olarak duruyor. Bu yolu kat ederken bir yandan da ileride bu soruya açılmak için ipucu toplamaya çalıştım.”


(Şiraze dergisi, Kasım 2020, sayı: 2)

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.

Diğer Yazıları