Menu
Hz. SÜMEYYE'NİN SERÇELERİ
Haberler • Hz. SÜMEYYE'NİN SERÇELERİ

Hz. SÜMEYYE'NİN SERÇELERİ

Bismillahivahdehu.

Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’deki sayılı günlerim çabuk bitti, geldim.

Baki olan Allah’tır; Allah’tan başka herşeyin bir mühleti vardır; yaratılmış olmak bir mühlete tabi olmaktır.

Allah el-Vahid ve el-Ahad’tır. Tevhid ise O’nu ‘bir’leyene ait bir fiil nispetidir. Bu nispet, kendini bilende Allah’ın bir olduğu bilgisini gerçekleştirir.’ Bu bilgi sayesinde Beytullah’ın biricikliğinde O’nun güzel isimlerini O’nun Zat’ını göstermeleri bakımından zikrettim, kendilerini göstermeleri bakımından değil.

Bana şah damarımdan daha yakın ve perçemimden tutmuş olan Allah ile aramda bir mesafe olmadığına ve Allah’ın varlığında yalnız kalmam mümkün olmadığına göre kat etmemin nasip edildiği mesafenin kendilerini taklitle yükümlü bulunduğum peygamberlerle, ‘şeâirillâh /Allah’ın nişaneleri’ arasında olduğunu bildim.

Türümün Hz. Adem ile başlayan tavafına katılırken kalbimi, onun Allah ile ahdinin nişanı olan Hecer’ü-l Esved’e yönelterek kendi zamanımdan ‘Bela ya Rabbi’ dediğim zamana kadar olan zamanı, akreple yelkovanın ters dönüşünde tükettim. Kalbimin ahdinin nişanıyla buluşmasına dair benim üzerimdeki hakkını ödemeye gayret ettim.

İnsanlığın babası, meleklerin tavaftaki ‘Sübhanallah, elhamdülillah, lailaheilallah’ zikrine ‘lahavlevelakuvveteillabillah’ zikrini eklemişler. Ben de ona şeriatım gereğince ‘Ve Muhammedün resulullah’ zikrini ekledim.

İslam milletine mahsus, atam Hz. İbrahim’den bugüne ulaşan zihnimdeki hatıra tablolarını yeniden telvin etmeye çalıştım.

Beytullah’ın perdesinde siyahta gizli bulunan nurun ezeli ve edebi bir vaad olarak beyaza sunduğu sonsuzluğu idrak etmeye zorladım aklımı. Sadelikteki asaleti, asaletin hakikate yaraşmasını, o yaraşmadaki semavi özü düşünmeyi ve onun idrakini talep ettim.

İbrahim milletinin annesi olan suya kandım; onu bardaklarla bedenime, dünya gözyaşımla içime akıttım.

Mekke’yi kuran su’yu, Kudüs’ü kuran demir’e vererek ‘İslam çeliğini’ şekillendiren Peygamberlerin Efendisi’ne diz kırarak, baş eğerek, kelimeleri tüketerek, kendisini ziyarete geldiğimi söyleme cüretinde bulundum; ondan şefaat dilendim.

Kudüs’ün banisi olan Kral (Hz. Süleyman) ile Mekke’nin banisi olan zenci köle (Hz. Hacer) arasında durarak İslam ümmetine güç, bizlere ise kendisine köle olma şuuru vermesini niyaz ettim Rabbimden.

Beytullah’ın güvercinlerine bakarak yeni bir sekinet yüklenmeyi diledim.

Hz. Sümeyye’nin serçeleriyle birlikte pıt pıt dolandım mübarek bedenleri örten toprak kümelerin çevrelerinde.

Mescid-i Haram’a yaklaşık üç yüz metrelik mesafede canlı bir trafiğin yaşandığı iki yolun üçgeninde yer alıyor Hz. Sümeyye’nin kabri.

Kabir diyorsam, bizim bildiğimiz manada bir kabir değil; düz yüzeydeki birkaç kabartıdan biri.

Hz. Sümeyye’nin farkı kocası Hz. Yasir’le birlikte İslam’ın ilk şehidi olması.

Onlar, ilk esası ‘Alah birdir, Muhammed onun kulu ve resulüdür’ olan bir inanış üzere şehit edildiler.

Demem o ki, belki de nazil olan ayet sayısı birkaç yüzü geçmiyordu onlar şehit edildiklerinde; Din henüz tamamlanmamıştı.

Demem o ki, ‘Semiğna ve atağna / İşittik ve itaat ettik’ diyerek şehadete yürümüşlerdi onlar.

Hz. Sümeyye’nin serçelerindeki özgürlüğe bakarak, efendileri bildikleri mütekebbirlere şirin görünebilmek için cihadı ve şehadeti kirlenmiş bilgileriyle yoksayanların tutsaklıklarından ve akibetlerinden korku duydum; onlardan, kirli bilgilerinden ve gevezeliklerinden Allah’a sığındım.

Ümmet içinde bozgunculuk yapanlara, küfre hizmet için kendi yöneticilerini düşmanlıklarının hedefi haline getirenlere, din adına bina ettiklerini söyledikleri dünyalık kurumları put edinenlere karşı ilendim.

Onlardan ve şerlerinden sakındırılmayı; söz ve eylemde onlarla eşitlenmekten uzak olmayı niyaz ettim.

Bedduacıdan tiksindim, sahte gözyaşlarından insanlık onuru adına utandım; mübarek isimleri, olayları, şiirleri dillerine dolayarak kendi putlarının bekası için imdat isteyen iki ayaklı şeytan haşhaşilerden ikrah ettim.

Düşünmek ve düşünmeyi düşünmek adına kendisine çok şeyi borçlu olduğum Sezai Karakoç’u sıkça ve minnetle hatırladım; dua niyetine mırıldandım onun ‘Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine’ adlı şiirini.

‘Bize yazarlığımızı değil kulluğumuzu soracaklar ötede’ diyen Mustafa Kutlu’nun güzel tembihlerini hatırladım; ondan ve selam emanetini yüklendiğim herkesten selam ilettim Beytullah’a, Makam-ı İbrahim’e, varlıklarıyla Hicr-i İsmail’i süsleyenlere, Yeşil Kubbe’nin altından dünyayı şereflendirmeyi sürdürenlere, Uhud’tan alemi aydınlatanlara, hurma bahçelerine.

Geldim ve yine kelepçelendim özlemin eşiğine.

twitter.com/OmerLekesiz

(YENİ ŞAFAK, 11.02.2014)

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.