Bakmak mı görmek mi?
Hayır!
Birini diğerine tercih etmeyi öneren bir karşıtlama değil bu.
Her ne kadar karşıtlamalardan çokça hoşlanıyor olsak da.
Zira, ne bakmak, görmekten kopuktur ne de görmek, bakmaktan.
Şimdi bir analoji yapmanın sırasıdır sanırım;
ne demişti Cüneyd-i Bağdadî:
“Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.”
O halde;
“Bakmakla görülmez ama görenler bakanlardır.”
diyebiliriz.
Elbette bir paradoks var burada.
Fakat, tam da böyle değil midir manzara?
Evet, görmek için bakmak şarttır.
Ancak her bakan da sahiden gören midir?
Kim iddia edebilir ki bunu?
Sanılır ki; bakmak, gayrı iradî bir eylemdir; görmekse tersi.
Oysa, bakmakta da en az görmekteki kadar iradî bir durum söz konusudur.
Şu farkla ki; görmek, bakmak eyleminin bilinçli halidir.
Her bakan, aynı zamanda görendir yani; fakat görmek istediğini gören.
Her gören de bakandır doğal olarak;
bakmayı bildiği için görmenin de farkında olan,
görüneni olduğu gibi gören.
Kısacası:
bakmak, özneldir;
görmekse, nesnel.
O halde;
görmek istediklerimizi görmek için bakmamalıyız.
Sadece bakmalıyız, baktığımızı bilerek.
O vakit, görünen her neyse; göreceğimiz de odur.
Gözlerimizi kısmadan, bilincimizi perdelemeden görmeliyiz etrafımızı.
Etrafımızda olup bitenleri beğensek de beğenmesek de.
‘Bakar kör’ olmamanın tek yolu bu.
Haydi kaldırın başınızı,
açın gözlerinizi ve bakın etrafınıza.
Bakın ki, göresiniz.
Görün ki, görünesiniz.