Menu
BAHARIN DİRİLİŞ SOLUĞUYLA KURTULUŞA VE DUAYA
Deneme/İnceleme/Eleştiri • BAHARIN DİRİLİŞ SOLUĞUYLA KURTULUŞA VE DUAYA

BAHARIN DİRİLİŞ SOLUĞUYLA KURTULUŞA VE DUAYA

Baharın diriliş soluğu damarlarımıza yürüyor. Dağ çiçekleri, laleler, sümbüller coşmuş yeniden dirilişi yaşıyorlar. Güneşin bakir aydınlığıyla gözlerimizi yeni güne açtığımızda içimizde bir coşku anlam veremediğimiz bir sevinç. Birbirine bitişik, yüksek binalardan, kalabalık arabalarla dolu caddelerden sıyrılıp uçsuz bucaksız ovalara doğru koşmak, bir dağın yamacına oturup çam kokularıyla cennet soluğunu bahara yükleyip öylece dalıp gitmek istiyoruz…

Bahar apansız gelirken günlerimize oysa donup kalıyoruz buruk tebessümlerleler. Doyasıya Rabbimizin uyanış ve esenlik yüklü diriliş soluğunu derinlemesine yaşamak istesek de bir türlü bu uyanışı damarlarımıza yükleyemiyoruz. Toplum olarak yaşadığımız travmatik sancılarla hangi kapıya gideceğimizin şaşkınlığı içinde ayetlere sığınma telaşındayız.

Dünya, Müslüman coğrafyayı uzaktan izlerken ve dağılmış, dumura uğramış, perişan olmuş, kan deryasına dönmüş nice mukaddes şehirleri büyük bir aymazlıkla seyrederken bizler saf olamamanın, kenetlenememenin dağılmışlığını yaşar haldeyiz.

Suriye, Mısır, Arakan derken kendi cennet vatanımızda artık mümin mümini sessiz silahlarla öldürüp, katlediyor. Müslüman ahlaka sığmayan bir anlayışla bağdaşmayacak şekilde, mahremine uzanıyor ve adı konulmamış bir savaşa doğru öylece sürükleniyoruz. An an kıyametine doğru yürümenin telaşıyla şaşkın vadilerde soluklanırken arayış içinde insanlık. “Onlar kederli gözlerle, ( rüzgarın) dağıtıp savurduğu çekirgeler gibi mezarlarından kalkacaklar, Çağrı sesine doğru şaşkınlık içinde koşacaklar ( ve şimdi) hakikati inkar edenler: “ Bu ne felaket bir Gün’dür!” diye haykıracaklar. ( Kamer 7,8)

Adı konulmamış bir savaşın derin bir muharebenin ortasında ayetlere dönme vaktinin geldiğini anlıyoruz. Herkesin ölümü kendi kıyametidir. Ve ölen her insan kadar kıyametler yaşanır dünyamızda. Sonsuzluğa hazırlandığımız demlerde ne yaparsak yapalım her yaşanın bir sonu olduğunu biliriz. Dünyada her an kıyametler kopar. Sorumluluk bilinciyle kuşanmış bireyler olarak sonumuz ne olacak, nasıl bir son istiyorsak o istikamet üzere yürüyüşümüzü ve hayat algımızı düzenlememiz gerekiyor. Bizi bekleyen anlamlı sonun ne olmasını istiyorsak, seçimini yaptığımız hayat tercihlerini, yaşam algısını da gözden geçirmemiz gerekiyor.

Bizi bizden, sorumluluklarımızdan uzaklaştıran tufanların ortasındayız. Bu durumu bireysel olarak yaşadığımızı zannetsek de, İslam coğrafyası tufana çoktan tutulmuş ve kurtarıcı gemisini beklemektedir. Nuh (a.s) gibi imanını inkârcılara karşı zırh gibi bürünmüş öncüler beklenmekte. Coğrafya imamesini yitirmiş teşbih taneleri gibi darmadağınık. Bu dağınıklığın ve sahipsizliğin ortasında yetim çocuk çığlıkları, iffeti çiğnenmiş nice kadının ahı, zulme uğramış insanlığın derin haykırışı saklı.

“ Gerçek şu ki Allah ( yalnızca) kendi davası uğrunda, sağlam ve yekpare bir bina gibi, kenetlenmiş saflar halinde savaşanları sever.” Ayeti Kerimesi ne kadar uzak bozguna uğramış kardeşliklerimize. Bir duvar gibi sımsıkı kardeşliklerimizi yaşayacağımız saflar aranır oldu. Saflarımız sıkı olmadığı için bozguncular aralara nifak sokmakla meşgul. Kurtarıcı bir gemi nerede diye herkes birbirine sorarken kendi içsel gemisini çoktan batırmış. Kıyameti beklediğimiz zamanlarda kendi ahlaki yozlaşmamız bizi zaten kendi kıyametimize taşıyor farkında olmadan.

Sağduyulu ve erdemli bir duruşla yeniden bahar soluğuyla direnme ve dirilme zamanlarındayız. Hak ve hakikat savunucularının yanında olduğumuzu göstererek ayetlerin bizi kuşatan, kul ve insan kılan, erdemli ve soylu bir davanın neferi eyleyen diriltici muştusuna tekrar sarılma zamanlarındayız. Kıyametler bitmez. Bizim de bir gün bizi sarsacak küçük kıyametimiz kopacaktır. O zaman gelmeden, tükeniş soluğu bizi bizden, bizi insanlığımızdan ve tüm sorumluluklarımızdan alıp götürmeden ayağa kalkıp kıyama durmalıyız.

Yalancı ve yapay putların önümüzü kapattığı demlerdeyiz. Yüreğimize gümrah ırmaklar gibi imanının güçlü akışını  engelleyen kelime, düşünce, ekollerin, cemaatlerin ve  partizanlıkların kuşatması altında inim inlerken ayetlerin diriltici soluğuna uzanma zamanlarındayız. Havasız kaldığımız, tükendiğimiz, hayat damarlarımızın kesintiye uğradığı zamanlarda toplum olarak bizi inşirahlara taşıyacak yegâne Kitap’a dönme zamanlarındayız.

Efendimiz, barışın, esenliğin, dostluğun, kardeşliğin ve savaşın peygamberi. Efendimiz, onun adını her anışımızda damarlarımız serin serin akan kanın yeşerttiği duyarlılıklarımız vardır. O’nun tüm cehalete, atalete, erdemsizliğe, soysuzluğa, şirke, küfre karşı duruşu vardır. Sonra onu mübarek kılan yüzündeki mahzun tebessümüyle tüm münafıklara karşı sabrı ve tevekkülü kuşanmış halleri vardır. Her kesimden, her milletten ve meşrepten insanlarla, yaratılmış mahlûkatla kurduğu kutlu bir hukuk ve birliktelik vardır. Gözlerinin içine bakarak ona yalan isnat eden, onun kutsallarına dil uzatan, iftiralar atan ketum ve ikiyüzlü insanlar vardır çevresinde. Tüm bunlarla birlikte efendimizin geliştirdiği şefkat sarmalıyla kuşattığı insanlığa karşı, derin duyarlılıkları, apayrı duruşları sezişleri vardır. Mübarek ayaklarına kan doluncaya kadar arkasından taşlarla kovalayan Taif halkına bile dua etme büyüklüğünü göstermiş sabır abidesi halleri vardır…

Şimdi Efendimiz Muhammed Mustafa (a.s)mın ahlakına, sabrına, kuşatıcılığına, güvenilirliğine, dürüstlüğüne en fazla ihtiyaç duyduğumuz zamanlardayız. Biliyoruz ki ancak O’nun bizleri bir eden, bizleri erdemliler topluluğunda var eden, bizleri tavizsiz ve tutarlı kılan ümmet ipine tutunarak karanlıklarımızdan, kuyularımızdan çıkabiliriz. Yürek kuyularımız ne denli derin olsa da Resul’ün uzattığı kurtuluş ve beraberlik ipi, Allah’ın bu günümüze kadar uzanan kurtuluş ipi bizi karanlıklarımızdan kurtaracak güçtedir. Yeter ki o ipe toptan tutunalım. Yeter ki bizi esenlik ve kurtuluşa taşıyan Resul’ün miras bıraktığı güzel ahlakını kuşanalım. Onu aramızda dolaşıyor gibi, bizimle yaşıyor gibi, çocuklarımızın saçlarını okşuyor, gözlerimizin derinliklerine bahar bakışlarını bırakıyor gibi yanımızda, yakınımızda hissedelim. Çünkü yaşadığımız bu dipsiz, karanlık günlerin aydınlığına ancak Efendimizin cennet esintili yaşantısını mihmandar eyleyerek çıkarız.

Baharı yaşatan Rabbimize şükretme makamında, Efendimizi evlerimize konuk edelim. Onun sözlerinin kuşatıcılığını çocuklarımızın yüreklerine taşıyalım. Barışın, dostluğun, kardeşliğin tılsımı, yaşanası ülkemizin kurtuluş reçetesi Efendimizin duruşunda gizlidir bunu bilelim. Tüm ihanetlere, tüm zulümlere, baskılara, acımasızlıklara karşı güzel insan nasıl bir davranış sergilediyse bizde O’nun yolundan gidelim. O’nun sünnetini yaşarken, kurumuş hayat damarlarımıza ayetlerle bahar aşısı yapalım. Ancak o zaman hayatın, kurtaran anlamlı duraklarına ulaşabiliriz.

(Özgün Duruş Nisan 2011)

SELVİGÜL

1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.

Daha fazla görüntüle