Kırgızistan’nın sonsuza açılan bozkırları; dertli günlerin, sıkıntılı yılların yorgun yazarını ötelere uğurladı.
Cengiz Aytmatov, Talas şehrinin garip Şeker köyünde dünyaya gözlerini açtığında; o şehir, köy hissetmiş midir acaba? Hiç de güllük gülistanlık olmayan, sayfaları çevrildikçe farklı acılar ve başarılarla dolu bir ömrün Aytmatov’u beklediğini…
Dile kolay; insana verilmiş, konuşma, dolaşma, düşünme, yaşama, inanma özgürlüğüne yine insan tarafından 70 yıl el konması. Bu gün artık insanlığın bir kenara ittiği, ancak filmlere konu olmaktan öteye gidemeyen, sözde siyasi idarelerin, akla ziyan yönetiminde bir 70 yıl…
Babası Törekul’u Stalin’in temizlik harekâtıyla kaybeder; ancak yıllar sonra kemiklerini bulabilir. Babasından sonra amcasını da asrın firavunlarının elinden alamayan bu sarışın çocuk; gün gelecek; her sayfası bir asra bedel kitaplarla köyünü, dünyaya satır satır anlatacaktır.
Baba ve amcadan sonra dayanaksız kalan başını, babaanne Aymkan Hanım ve halası Karakız’a yaslar. Babaanne tam bir Kırgız anasıdır. Geçmişi, diline tesbih eder, anlatır. Ninniler, irticalen şiirler, Manas Destanından dörtlükler, masallar, efsaneler, ozanların atışmaları çocuğun iç dünyasını alabildiğine zenginleştirir. Babaannenin üslubunda tecelli eden Kırgız kültürü kanına, ruhuna işler. Onun dizinde dinlediği unutulmaz Kırgız öyküleriyle kum saati misali günbegün dolar, ta ki ters çevrilip boşalma vaktine dek.
Aytmatov’un kalemi, belki de gücünü ve kıvraklığını işte bu dar zamanların bereketinden alıyordu.
İstese de istemese de ”Yazar kendini yazar.”mış. O da fıtratın bu dayanılmaz cazibesinden kurtulamaz. Babaanne Aymkan Hanım; gün gelir Nayman Ana’ya can verir.
Nayman Ana; Sovyet rejimince binbir düzenle köleleştirilmiş milletlerin öz anasıdır. Mankurtlaştırılmak için kaçırılan, derisi yüzülen kafasına yaş deve postu sarılan, hafızası kaybettirilip düşmanlarının “efendi” bellettirildiği oğlunu arayıp bulan anadır. Oğlunun Mankurtlaştırıldığını, annesini bile öldürebileceğini bildiği halde tek arzusu vardır. Ona “Mankurt olmadığını, atasının Dönenbay olduğunu anlatmaktır. Gider, oğlunu bulur, günlerce onun kulağına “Sen Dönenbay’ın oğlusun!” diye fısıldar. Gün Olur Asra Bedel romanında bahsedilen işte budur. Nayman Ana öz kültürünü kaybeden mankurtlaştırılan milletlere seslenir:”Aslınızı unutmayın!”
Mankurt kavramını edebiyata sokmuş olması bile Cengiz Aytmatov’un edebiyattaki büyüklüğünü gösterir.
İbni Sina gibi düşünürken babaannesi gibi konuşmayı-hiç kimse öğütlemeden-başaran Aytmatov; çektiği baskıyı; zihinsel özgürlüğe, yoksulluğu gönül zenginliğine çevirir.
Yaşadığı Şeker köyün bütün erkekleri askere alınır. Topraktan aldıklarına savaş sebebiyle devlet el koyar. Devir kıtlık devridir. Cepheden her gün ölüm haberleri gelir. Analar oğullarını askere yollamak istemezler. Kocasız kalan kadınlar, oğulsuz kalan analar, babasız kalan çocuklar, asker kaçakları… Halkının yaşantısına şahitlik eder. Hayatın menfilikleri ona çelme takamaz, güngörmüş bir bilge, keramet sahibi bir ulu gibi onları tekamüle yöneltmekten asla vazgeçmez.
Bu takdire şayan çabasının karşılığını “''Bozkırlar ve Dağlardan Masallar'' adlı öykü kitabına Sovyetler Birliği’nin en büyük sanatkarlık ödülü sayılan ''Lenin Edebiyat Ödülü''olarak alır.
1950 lerin SSCB; ömrünün en bıçkın, en cevval dönemini yaşıyor. Orak kadar keskin, çekiç kadar sert, el-aman dinlemez. Ama gel gör ki azimli gönüllerin önünde ummanlar olsa duramaz.
İşte böylesine tezatların boy attığı bir vadide; anlatmanın, yazmanın şevki ile Aytmatov ülkesinin susuz edebiyatında filizlenir. Geçmişini anlattıkça güçlenir; güçlendikçe yükselir. 1956 da “Moskova Yüksek Edebiyat Kursları”na davet edilir. Bir zamanlar köklerini kurutmaya çalıştığı bu yazarı, Sovyet’te sever. Aytmatov Rusçaya hakim olur, birçok dünya diline çevrilecek eserlerini bu dilde yazar.
Birçok Rus yazarın imrendiği Sovyetlerin en gözde dergisi“Novy Mir”de “Cemile” isimli hikâyesi yayımlanır. Bu hikâye Fransız edebiyatçı Louis Aragon tarafından Fransızcaya çevrilir. Aragon “Cemile” için Dünyanın en güzel aşk hikayesi der. Cemile’yi Romeo ve juliette ile kıyaslar. Çevirinin önsözünde Cengiz Aytmatov’dan şöyle bahseder:
” Ey Alfred de Musset, Kırgız boylarındaki bu ağustos gecesini de, otuz yaşında hayatını ve gücünü hiç kaybetmediğini söyleyebilen bu gencide kıskanmalısın dostum!”
Babasız büyümenin, çocukluktaki hayal gücünün tezahürü, eserlerinden en çok “Beyaz gemi”de görülür.
Anası ve babası tarafından terk edilmiş bir çocuk; dedesi, ninesi, teyzesi ve onun,kaba, sert kocasıyla Issık göl kıyısında yaşar.Zengin bir hayal gücüne sahip olan çocuk, dürbünle gölde gidip gelen gemileri seyreder.Tayfa olan babasının da bu gemilerde çalıştığını,balık olup bu gemiye ulaşmayı,sıkıntılarını ona anlatmayı hayal eder.Dedesinin anlattığı “Boynuzlu Maral Ana” efsanesi onun Marallara bambaşka bir sevgiyle bağlanmasına sebep olur.Issık göl çevresinde yıllardır gelmeyen maralların bir sabah dedesinin müjdesiyle tekrar geldiklerini öğrenir.Sevinçten uçar. Fakat teyzesinin kocası Orozkul gider bir maral avlar gelir. Hasta yatağından kalkan çocuk çok sevdiği maralının kesilmiş boynuzları bir kenara atılmıştır. Üzüntüsünden ne yapacağını bilemez. Hayalleri depreşir. Birden bir balık olup babasına gitmek ister. Yakınlardaki çaya koşar, azgın sulara kendini bırakır. Hikâyenin son paragrafında dede ya da Aytmatov seslenir:
“Çay boyunca yüzüp gittin çocuğum.
Şimdi ben sana yalnız şunu söyleyebilirim: “ Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşmadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden de budur. Bir şimşek gibi yaşadın sen. Bir defa çaktın ve söndün. Şimşeği çaktıran göktür. Ve gök ebedidir. İşte budur beni teselli eden. Bir başka tesellim daha var: insandaki çocuk vicdanı tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerde beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve sorumluluk denen şey de var olacaktır...
Sana senin sözlerini tekrarlayarak veda ediyorum: “Merhaba Beyaz Gemi, ben geldim!”
Emrinde yaşadığı devletten çok çekmiştir, acılarını, sitemini, devlet birey çatışmasını, Kırgızların hayatında atın, çadırın yerini, devlete yapılan hizmetlerin, hayal kırıklığı olarak geri dönmesini“Elveda Gülsarı” da dile getirir.
Ülkesi Kırgızistan’da “Milli Yazar” ilan edilir. Başarıları birbirini kovalar.
O, ülkesinde filizlenen, köklenen fakat artık oraya sığmayan sürekli uzayan, yeşeren bir sarmaşık misalidir. Kendisinin dediği gibi ”Yazar, ufkunu milli olanın ötesine doğru genişletmek, evrensel olana ulaşmak için gayret göstermelidir.”sözünün gereğince hareket eder. Eserleri, hiçbir tanıtım faaliyeti olmamasına rağmen 154 dile çevrilir.
O, çağının susturulması mümkün olmayan “Yıldırım Sesli Manasçı” sıdır.
Babaanne Aymkan Ana’nın dediğince; günler kum olur, akar gider. Sayısız geceler geçer, yıllar uzak ufuklara giden kervanlar gibi kaybolur.
''Gün Uzar Yüzyıl Olur'' Vakit gelir, zaman erer. Aytmatov’a “gel “ emri vaki olur. Biz de Yahya kemal’in mısralarıyla onu uğurlarız.
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde
Gönlü her yerde buhurdan gibi tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter