Menu
OKUNABİLECEK BİR KİTABI YAZMAK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • OKUNABİLECEK BİR KİTABI YAZMAK

OKUNABİLECEK BİR KİTABI YAZMAK

İnsanın bütün hayatı bilinçli ya da bilinçsiz, gerçek bir kitabı yazmakla geçiyor. İki-üç sayfalık bir deneme, bir makale ya da uzun soluklu bir kitap veya tez çalışmasının bir plan dâhilinde yapılmasının gerekliliği ve o plana sadakat ve onun imkânlarından istifade sayesinde çalışmanın iyi bir hal almasında olduğu gibi, hayat da aynı şekilde bir tarz-ı harekete sahip olunması, bir üslubun karakter ve yaşayış üzerinde etkili olması gibi ihtiyaçlar gösteriyor. İnsan bunları gösterebildiği zaman gerçek kitabı, kendisini mahcup etmeyecek kitabı yazabiliyor. İnsanın bütün hayatı gerçek bir kitabı yazmakla geçiyor.

Nesiller boyu İslâm’ı din olarak benimseyenler, bütün bir hayatın sadece ve sadece kişinin kendisini mahcup etmeyecek bir kitabı yazma çabası olduğunu, dile getirseler de getirmeseler de can-ı gönülden inanmışlardır. Kur’ân’da bu kitabı kimlerinin sağlarından, kimilerinin ise sollarından alacağı haber verilir. Semboller. Gerçekler. Her anı tarassut altındadır inanan insanın. Söylediği ve eylediğinden olduğu gibi niyetinden de sorguya çekileceğini biliyor. Aynı zamanda o, bütün söz ve eylemlerinin niyet denilen altın veya zift mürekkeple kalınca bir kitaba işlendiğinin de bilincinde. İster gecenin bir vakti seccadesinde, ister okulda dersinde, isterse tezgahında müşterisi ile ilişkisinde aklının bir köşesinde kaleme aldırdığı, yazdırdığı bir kitabının olduğunun farkında.

Zaman zaman insan kaybediyor kendini. Bazen kalemin, yazarını umursamaması ve istediği mecraya sahibini çekmesinde olduğu gibi, insan da şuursuz söylem ve eylemlerde bulunabiliyor. Yazılmaması gereken şeyleri bir güzel işliyor “her şeyi açıkça ortaya koyan, ne küçük ne de büyük hiçbir şey atlamadan her şeyi zabteden” kitaba. İyi niyetle olanlar altın yaldızla işleniyor, kötü niyet mahsulü olanlar ise ziftle. Her hesabın görüldüğü gün ortaya çıkan kitabını okumaya gerek bile kalmıyor bazılarının. Zira hep simsiyah, hep katran. Aralarda görünen altın yaldızlar da karalara belenmiş. Kimilerinin kitabı da pırıl pırıl parlıyor, “oku beni” diyor. Sayfalarda nadiren görülen siyahlıklar altın yaldızlara bakıp utanıyor ve ortadan kalkıyor/kaldırılıyor. İnsanın bütün hayatı gerçek bir kitabı yazmakla geçiyor.

Hayatı okumak zor. Zira böyle bir çaba, hayatı bir bütün olarak okumayı zorunlu kılıyor. İnsan hakkında fikir sahibi olmadan toplum, toplum hakkında fikir sahibi olmadan evren, evren hakkında fikir sahibi olmadan Yaratıcı üzerine tefekkür edilemiyor. Hayatı bütün olarak okumak, tüm bunların imkan olduğu kadarıyla birlikte okunması ile doğrudan ilişkili. Okumayan insan yazamaz, yazamıyor. En iyi yazarlar, üslûbu olanlar, kendini okutanlar aynı zamanda iyi okur olanlardır. İnsanın, gerçekliğini hakke’l-yakîn öte dünyada anlayacağı kitabını yazarken karşılaşacağı en temel zorluk okuma eksikliği. Hayatı okuyamayan biri, sonsuzu etkileyen bir gerçek kitabı nasıl yazabilir ki!

Karanlık odalarımız var içimizde. Kimseleri misafir etmediğimizi ve etmeyeceğimizi düşündüğümüz gizli mahzenler. Ara ara içerisine ışık sızdığında tedirgin olduğumuz, içerisinden dışarıya bir iz, bir ses çıkma ihtimalini dehşetle tasavvur ettiğimiz odalar… Kitaba eksiksizce işleniyor ince ince, hem de duygularımızın eliyle, hem de zihinlerimizin ve kalplerimizin sezişiyle… Bazı gizliler gizli değil yazdıranı olduğumuz kitapta. İnsanı sürekli öte dünya merkezli düşünüşe iten bir Allah tasavvurunu destekleyen en etkili unsurlardan biri de işte bu kitap ve onu yazma bilinci…

Kitaba yazdırdığımız bazı unsurlar yazıldıkları an için pek de önemli görülmeyebiliyor. Ama bütün içerisindeki yeri ile öyle bir anlam kazanıyor ki, kişinin ikinci ve gerçek dünyasını inşada merkezî bir rol üstlenebiliyor. Yani pek önemsemediğimiz ancak altın bir niyetle arzulayıp eylediğimiz ya da eyleyemediğimiz bazı şeyler kitapta başköşeye yerleşiyor. Yazdırmakla iftihâr ettiğimiz ve çok önemli gördüğümüz bazı şeyler de var ki, anlamlı bir bütün arz eden kitapta en değersiz bir köşede kalabiliyor. Niyet, sıradan gözükeni sıra dışı; hakkından fazla önem atfedileni ise bayağı bir hale koyabiliyor kitapta. Haddizatında kronolojik olmak gibi bir zorunluluğu kitabın. Belki de niyet sırasıyla önümüze gelecek kitap ve kalb-i selîm’in önemini gerçek manada orada anlayacağız.

Zamanın görece aşındırıcılığına direnmenin tek yolu iyi bir eser ortaya koyma çabası. Bu duygu aynı zamanda sonsuzluğu kurcalamanın, ona inanır gibi olmanın da belirgin bir tezahürü. Sonsuzluğu bedenle, ruhla veya her ne şekilde olursa olsun talep etmek insanî bir durum. Bunu elde etme yolu olarak eseri öncelemek de tamamen insanî. Ancak sorun o ki, ancak sonsuza layık olan eserler sonsuza uzanabilir ve kişiye sonsuzun kapısını aralayabilirler. İşte, insanı sonsuza götüren en sahici eylem, sonsuzu hak değil lütuf olarak görme şuuruyla kaleme aldırılmış olan kitapla, o, çoklarının ana-babasından, evlâd ve iyâlinden, aşiretinden kavminden ve dahi tüm insanlıktan kaçacağı ve onların tamamının fidye olarak verilmesine mukabil kendisini kurtarma kaygısına düşeceği günde yüzleşebilmektir. İnsanı, tutarsa bu kitabı iyi kaleme alma duygusu tutar, o da tutmazsa bilinmeli ki, kitabını solundan alacak niceleri var…

İnsan düşünerek nefes almıyor, adım atmıyor. Başlangıçta öğrense de, talim etse de sonraları bunları meleke olarak buluyor kendinde. Bazı duygular meleke halini almalı yaşayışımızda. Tüm ayrıntılarımız ile gerçek bir kitaba konu oluşumuz ne kadar tedirgin edici ve ne kadar bağlayıcı. “Hesap görme açısından bizzat kişinin kendisinin, kendi aleyhine yeterli olması” da bu durumla doğrudan ilintili. Hasılı insanın bütün hayatı gerçek bir kitabı yazmakla geçiyor.