John Berger
A’dan X’e John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar
Çeviren Aslı Biçen
Metis Yayınları
2008 İstanbul
185 Sayfa
‘Evren beyne benzer, makineye değil. Hayat şu anda anlatılan bir hikâyedir. İlk gerçeklik hikâyedir. Tamircilik bana bunu öğretti.’ Xavier
Terörist bir şebekenin kurucu üyesi olmakla suçlanan, iki kere müebbet hapse mahkûm edilmiş Xavier, sevgilisi A’ida’dan gelen mektupları, hapishanenin 73 numaralı hücresinde, ranzanın karşısındaki duvara mektup gözleri yapıp, boş Marlboro kartonlarından yaptığı rafı, koli bandıyla duvara yapıştırarak biriktirir. Hapishane, şehirde yüksek güvenlikli bir başka hapishane açılınca boşaltılır. Berger, kitabında A’ida’nın gönderdiği bu mektupları ve Xavier’in habersiz olduğu, hiç okumadığı, ‘gönderilmemiş mektupları’ yayınlıyor. Mektupların birçoğunun arka sayfasında Xavier’in yazmış olduğu küçük notlar var ki yazar bunları da kitabında italik harflerle yayınlamış. Yazar gönderilmiş ve gönderilmemiş mektupların eline nasıl geçtiğini açıklamıyor. ‘Açıklarsam başkalarını tehlikeye atabilirim’ diyor. Ve nihayetinde ‘Sunuş’ bölümünü şu sözlerle bitiriyor: ‘Xavier ve A’ida şimdi her neredelerse, ölü ya da diri, Tanrı gölgelerini korusun.’
‘Bir milyar insanın içme suyu yok. Brezilya’nın bazı bölgelerinde sokakta satılan 1 litre içme suyu, 1 litre sütten daha pahalı, Venezüela’da ise 1 litre benzinden. Buna rağmen Bothia ve Ence’nin sahip olduğu iki kâğıt fabrikasının, Uruguay nehrinden günde 86 milyon litre su çekmesi planlanıyor.’ Xavier
Xavier mahkûm olmadan 3 yıl kadar önce tanışıyor A’ida ile. Birlikteliklerini bir evlilik ile taçlandıramadan, ayrılmak zorunda kalıyor bedenleri. Parmaklıklar yalnız bedeni hapseder, ruh muktedirdir güneşin yirmi dört saate yayılmış ritüeline! Gözlerden, görülenden öte, bir mucizenin ilhamı ile anlamlı kalır kelimeler, kelimeler özgür kalır, esarete sarf edilmiş her cümle ile. Her mektup ile adı yahut nedeni olmayan bir özleme ışık tutar özgürlük! Evli olmadıkları için A’ida’nın, sevdiği adamı görmesine izin vermez hapishane yetkilileri. Xavier hapse girdikten sonra, A’ida’nın yaptığı evlenme başvurularının hepsi reddedilir. Böylece, bir daha asla göremeyeceği sevgilisine ömür boyu aşkını koruyan A’ida’nın mektupları ile baş başa kalırız. Büyük bir aşktan bahsediyoruz! Evet, her aşk aslında çok büyüktür. Aşkın büyüğü küçüğü yoktur, ancak artık tanımlayamadığımız her iyi duyguya aşk demek kolayımıza geliyor ya, bu çiftin birbirlerine karşı besledikleri aşkı nitelemem gerekiyor. Büyük bir umut taşıyor A’ida. Hiçbir nedeni olmadan, hiçbir mantıklı açıklama getirmeden bekliyor.
‘Umutla beklenti arasında büyük fark var. İlk başta süreyle ilgili olduğunu düşünmüştüm, umudun daha uzaktaki bir şeyi beklemek olduğunu. Yanılmışım. Beklenti bedene ait, umutsa ruha. Fark bu. İkisi birbiriyle temas ediyor, birbirini tetikliyor ya da yatıştırıyor ama her birinin hayali farklı. Bir şey daha öğrendim. Bir vücudun beklentisi bir umut kadar uzun sürebilir. Seninkini bekleyen benim vücudumun mesela.’ A’ida
Mektupların birçoğunda Xavier ile A’ida’nın birliktelikleri süresince yaşadıklarına ayrıntıları ile tanık oluyoruz. Genç kız, yaşadıkları her şeyi tüm ayrıntıları ile hatırlamak, hatırda tutmak istiyor. Belki de Xavier’e içinde bulunduğu şartlara dayanması için gereken tüm inancını, ümidini sadece bu şekilde kazandırabileceğini hissediyor.
‘Gözler için dört ya da beş resmi sıfat var: kahverengi, mavi, ela, yeşil! Senin gözlerinin rengi Xavier.’ A’ida
Bir daha asla göremeyeceği, dokunamayacağı, sesini duyamayacağı, teninin kokusunu hep yakınında hissedemeyeceği biri, bir sevdiği, sevgilisi için öteki, tüm özgürlüğü ile ne yapabilir ki? A’ida bu aşk için o kadar çok fedakârlık yapıyor ki! Zamanla genç kızın hayatının da neredeyse dört duvar arasında geçtiğini fark ediyoruz. Her gün onlarca kişiye iyiliklerini sunduğu eczanesi ve çatı katındaki dairesi, etrafı hıncahınç dolduran sesler, tanıştığı, sohbet ettiği arkadaşları, komşuları, hiçbiri ama hiçbiri A’ida’nın ruhuna diktiği parmaklıkların ardına geçecek kadar yaklaşamıyor yalnızlığına. Aynı zamanda, Xavier’in bedenini esir alan parmaklıklar da, ruhunun şehrin dört bir yanındaki insanların sorunları ile boğuşmasına, dünyanın dört bir yanındaki haksızlıklara karşı durmasına engel olamıyor.
‘Üzerine yazdığım bu kâğıda baktığımda sesini duyuyorum. Sesler de yüzler kadar birbirlerinden farklı ama tanımlaması çok daha zor. Birine sırf tarif etmekle, sesini hiç yanılmadan tanımasını nasıl sağlayabilirim? Sesinde bekleyiş var -atlamak için trenin biraz yavaşlamasını bekler gibi. Tamam, hadi gidelim, elini ver, arkana bakma, dediğinde bile.’ A’ida
Şizofren birine dönüştüğünden şüphe etmez mi ki insan? Ya bazen, tüm umutlarının, çabalarının, sürdürdüğü aşkının tek taraflı olduğunu, sahipsiz kaldığını, hiçbir amaca hizmet etmeyeceğini düşünürse kişi? Kitabın sayfalarını çevirdikçe, mektuplar ilerledikçe A’ida’nın bir an bile bu kuşkuların herhangi birine düşmediğini görüyoruz ve sanki ona destek olmamız gerekiyormuş gibi hissediyoruz. Tamamen bir film gibi, her yeni karede aynı anda hem aşka hem de yalnızlığa göz kırpıyoruz. Birçok kez canımız acıyor sevgililerin cümleleri ile. Bir ses, bedendeki bir yara izi, bir gülüş…
Yıllar sonra bir aşkın en önemli, yegâne dayanakları olarak kalabilirler mi? Bir kızın âşık kalabilmesine yetebilirler mi?
‘Seninle kafamda sürekli konuştuğum için bazen mektuplara ne yazıp ne yazmadığımı bilemiyorum.’
Üzgünüm A’ida, aşkınız o kadar büyüktü ki, o kadar çok şey öğrendim ki inancından ve seninle karşılıklı aşk(ın) hakkında konuştuğuma o kadar inandırdım ki kendimi, şimdi bu yazıyı okuyacaklara konuştuklarımızdan, aşkınızdan neleri anlatıp, neleri kendime sakladığımı bilemiyorum. Affet!
[email protected]
(30 Temmuz 09 Van)