Menu
OSMAN BAYRAKTAR İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • OSMAN BAYRAKTAR İLE SÖYLEŞİ

OSMAN BAYRAKTAR İLE SÖYLEŞİ

Bir tür olarak “deneme” hayatınıza nasıl girdi, bu türde yazmaya nasıl başladınız?

Galiba kendimizi ifadeye yatkın olduğunuz tür gelip bizi buluyor. Yatkınlık dediğimiz nedir? İlgilerimiz, mizacımız, becerilerimiz, yeteneklerimiz, çabamız, içinde bulunduğumuz doğal ortamın bizi yönlendirmesi, hepsi yatkınlığa dâhil. 

“Deneme” tanımlanması çok güç bir edebiyat türü. Neredeyse bütün nesir türleriyle 
karıştırılan bir tarafı var. Niçin böyle? Denemenin ayırıcı yönü sizce ne?

Üniversite öğrencisi iken yazmaya başladım. Küçük gözlemler. Okuduklarınızdan zihninizde kalan tortular. Kendi içinizde bir süre dönüp durduktan sonra bir şekle giriyor, görünür olmak istiyor. Kendi açımdan “deneme” diye ayrı bir tür yok. Zaman içinde zihnimde oluşan sorular var. Bunlara cevap bulmak ya da kendi sorularıma ürettiğim cevaplar için yazıyorum. Deneme için eğer bir sıfat koyacaksak, düşünceye sağladığı esneklik, çağrışıma açıklık, mutlaka kesin sonuçlara vurgu yapmak zorunluluğunun olmayışını söyleyebilirim. Tutarlılık yazarın zihnindedir, yazarın farklı yazılarını okuduğunuzda bu izleği görürüsünüz.

Çağdaş bilimsel yazının bir takım standartları var. Ne var ki akademik standartlar tek başına çok da tefekküre açık değil. Çağrışımlara oldukça kapalı. Oysa sadece psikoloji, sosyoloji, edebiyat gibi sosyal bilimlerde değil, fizik ve biyoloji gibi teknik alanlarda da öncü kişilere ve çalışmalara baktığımızda bunların sınırları zorlayan, standartları yeniden belirleyen kişiler ve çalışmalar olduğunu görmekteyiz. Hangi alanda olursa olsun has düşünürler sınırları yoklayan kişilerdir. Düşüncede sınırlar tefekkürle, sanatsal kavrayışla, şiirle iç içedir. Eskilerin her tür eserinde araya şiir girmesi tesadüf değildir, sözün sınırı oraya dayanmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde örneğin, coşkunluğun arttığı yerde şiir girer araya. Bazıları başkalarından alıntı, çoğu da belirtmeye gerek duymaksızın müfessirin kendi dizeleridir. Yazma sürecindeki bu yüksek esneklik ve türler arasındaki hızlı geçişlilik hem yazarın yetişme tarzı hem de özgüveni ile ilgilidir.

Kitaplarınızı “adını koyarak”, “dosyasını tanımlayarak” mı inşa ediyorsunuz, yoksa yazdıklarınızı belli bir “tema” çerçevesinde bir araya mı getiriyorsunuz?

Zihnimde her zaman bir takım temel sorular, temel izlekler var. Yazılar doğal olarak bu sorular ve izlekler çerçevesinde oluşuyor. Aynı sorunsalla ilgili yazılar farklı zamanlarda orta çıkabiliyor. Kitaplaşırken ilgililiklerine göre bir araya geliyorlar. Biraz da hayıflanarak belirteyim ki, bir kitap planlayıp yazmayı denemedim. Kısmet.

“Vakti gelip de söylenmeyen bir söz içe doğru işleyen bir burgudur” diyorsunuz. Bu cümleyi biraz açar mısınız? Bu burguyu kişisel yazı maceranızda yaşadınız mı, şayet yaşadıysanız nasıl aştınız?

Düşünmek, her anlamda canlılık belirtisi. Olup bitenleri değerlendirme konusunda zihnimizi durdurmamız mümkün değil. Düşünce üretmek, tefekkür süreci, yeni karşılaştığımız sorulara, sahip olduğumuz birikime dayanarak cevaplar üretmek, olgu ve olaylar arasında ilişkiler kurmaktır. Zihin dünyamızda olup bitenleri belki daha tam olgunlaşmadan yakın dostlarımızla paylaşırız. Sohbet biraz da sesli düşünme sürecidir. Konuştukça problem şekillenir, ardına dümeniz gereken sorular netleşir.

Bir yıldan artık süredir küresel bir salgın yaşıyoruz. Rasyonel veriler ve bilimsel bakış açısı ile bunun birçok açıklaması var. Kopmlo teorilerinin bile rasyonel bir dayanağı bulunabilir. Fakat bir de işin sezgi yanı var. Ki sezgi de düşünmenin bir parçasıdır. Amerika ve İngiltere’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin müdahalesiyle tetiklenen olaylarda Irak’ta bir milyona civarında insan öldürüldü. Şimdi yarım milyondan fazlası Amerika’da olmak üzere koalisyon ülkelerinde bir milyona yakın insan öldü. Bu iki olay arasında görünüşte hiçbir bağlantı yoktur.

Gerçekten yok mudur? Cevabını bilmesek de soru gelip beynimizi kemirmektedir. Sezgilerimizi niçin küçümseyelim?

Şiir ve hikâye hakkında yazdınız, “bir edebi metin hakkında yazarken” neyi önemsiyor, nelere dikkat ediyorsunuz? Hakkında yazı yazdığım şairler yol göstericilik veya yol arkadaşlığı yanıyla benim için öznel değeri olan kimseler. Seçtiğim şairlere bakarken beni yönlendiren başat duygu benim için değerli olanı kayda geçirmek. Elbet benim için değerli olan bütün şairler hakkında yazamadım, ancak yazabildiklerim bu çerçevededir. Hikâye ya da öykü yazıları da öyle başladı. Daha sonra Türk hikâyesini tarihi gelişimi içinde görmek istedim. Ahmet Mithat Efendi, Ömer Seyfettin, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik incelemeleri bu çerçevede ortaya çıktı.

Bir yere giderken “yazı” kaygınızı da yanınızda götürüyor musunuz? Yoksa dönüşte “bu bir yazı olmalı” diye düşünüp mü yazıyorsunuz? Gezmek yazdıklarınızı nasıl besliyor, yazmak gezilerinizi nasıl etkiliyor?

Gezmek benim için bir öğrenme ve kavrayış fırsatı. Şehirlere ve toplumlara bakarken öne çıkan birkaç boyut var. Birincisi ilgili yerin tarihi süreçteki konumu. Bunun için kaynaklara bakmak gerekiyor. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. İkincisi her türden maddi yapılar. Maddi yapılar toplumun hayata bakışına dair çok fazla hatırayı içinde barındırıyor. Okumakla öğrenmek mümkün olsa da bu bilgi de ancak görmekle, dokunmakla tamamlanabiliyor. Bir de toplumların dinamik yanı var. Yaşayan, yenilenen yanı. Bunu da o toplumun içine karışarak, şehirlerin sokaklarında gezerek hissetmek mümkün. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Yazı, bütün bu ilgilerin toplamı olarak ortaya çıkan bir sonuç.

Bugünlerde ilgi alanlarınız neler?

Bir yandan yeni eserler. Ebubekir Eroğlu’nun Sevap Defteri yeniden yayımlandı. Eroğlu’nun eserlerinde az sayıda bulabileceğimiz bütünsel bir bakış var. Yüzyıllık zaman dilimleri bir paragrafta buluşabiliyor. Modern Türk Şiirinin Doğası ve Geçmişin İçindeki Geçmiş bunun sahih örnekleri. Sevap Defteri, bizim açımızdan içeriden bir bakış. Yine şiir üzerinden hayatı kavrama. Ama bu defa bakış hayatın biraz daha ötesine ulaşıyor. 

Cemal Şakar’ın bütün yazdıklarını kitaplaşmadan okuyorum. Şakar, yazma yöntemi üzerinde 
sürekli yenilik yapan bir yazar. O nedenle her kitabı okuyucuyu şaşırtıyor. Son hikâye toplamı Utanç da öyle. Utanç, yaşadığımız dönemin soyut bir belgesi adeta. Eminim ki bundan sonra şekillenecek öykü toplamında farklı yöntem ve tekniklerle karşılaşacağız.

Mustafa Kirenci, kendisinden beklenen eseri nihayet yayımladı: Sabah Yıldızı. Sabah Yıldızı bundan böyle Sezai Karakoç hakkında araştırma yapmak isteyenler için eşsiz bir kaynak. Biyografi, Sezai Karakoç’un yazıların ilk yayımlandığı yerler, Sezai Karakoç hakkında yazılanlar. Ben özellikle Sezai Karakoç’un Çağı ve Çağdaşları başlığı altında yazılanlara dikkat çekmek isterim. Kirenci, Sezai Karakoç’un ortaya çıktığı dönemi etkileyen ve onunla çağdaş olan kilit nitelikteki düşünür ve sanatçıları büyük bir vukufiyetle tasvir etmiş.

Bir yandan kadim konulara yeniden bakış. Bir süredir yeniden peygamberlerle ilgili okumalar yapıyorum. Her yeniden bakış yeni bir duyarlılığı canlandırıyor. Fusus’ul Hikem, Yitik Cennet, Hızırla Kırk Saat; inanç, düşünce ve edebiyat açısından büyük eserler.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle