Menu
“SERÇE RİSALESİ”Nİ OKUMA NOTLARI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • “SERÇE RİSALESİ”Nİ OKUMA NOTLARI

“SERÇE RİSALESİ”Nİ OKUMA NOTLARI

“İçeri girer girmez elindeki silahı adamın kafasına dayadı.” Akif Hasan Kaya’nın beşinci hikâye kitabı “Serçe Risalesi”nin ilk hikâyesi “Esnek Hikaye”nin ilk cümlesi bu. Bir aksiyon romanının ilk cümlesi gibi değil mi? Ama sayfalar ilerledikçe görüyoruz ki “o iş öyle değil”. Akif Hasan Kaya, okuruna bir hikâye anlatmayı dert edinen, onu karakterlerle tanıştıran bir yazar. Evet, anlattıklarında ejderha eti yediği için lanetlenen, türlü türlü olağanüstü varlıklarla karşılaşan karakterler mevcut. Yine de onun masalsılığı “gerçeği” görmezden gelen bir yazara dönüştürmüyor Kaya’yı. Tam tersine okurun dikkatini bir gerçeklik alanının varlığına işaret eden, gerçek dertleri olan ve bu gerçek dertleri edebi bir dil içinde kendi üslubuyla inşa eden ve okurunu inşa ettiği atmosferde kanat çırpmaya teşvik eden bir yazar o.

“Serçe Risalesi”, canlı, rahat, kompleksiz, nümayişsiz bir anlatımla ilerliyor. Mekân net bir şekilde kuruluyor, karakterler ve olaylar dört başı mamur bir şekilde anlatılıyor. Bir yandan konfor bozucu, huzur kaçırıcı hikâyeler olduğunu söyleyebiliriz onun yazdıkları için. Atmosferi karanlık olan ve kitaba ismini veren “Serçe Risalesi” tam bir hapishane hikâyesidir. Beton blokların içine ölmeden mezara girer gibi girmiş olarak anlatan bu hikâye, yine de ümit aşılayan ama laf olsun diye değil hikayenin anlatımını, dilini bozmadan ümit aşılayan bir hikaye “Serçe Risalesi”. Bu “ümit” pedagojik bir bohçaya sıkıştırılmadan hikâyenin kendi tabii akışı içinde hissettiriliyor. Yazarın okura “ümitvar olunacak ol” komutuyla ümit verdiği bir zaman edebiyat tarihinde hiç yaşanmadı. Yazarın öncelikli hedefi hikayeyi “metinsellikten” kurtarması olmalı. İki boyutlu bir resmin üçüncü boyutu gibi bir inşadan bahsediyoruz bu noktada. Kaya’nın Aşkar dergisinin 34. sayısındaki yazısı önemlidir: “Öykü bir muhalefet imkânı olarak önümüzde duruyor. Öykünün de kendi içinde yaşadığı problemlerin de farkında olarak ve bunları da aşma gayretinde olmaya çalışmak önemli. Öyküyü, hem kendi içinde değiştirip dönüştürme, yani metinsellikten kurtarma, yazarın bir özne olarak durmadan kendisi anlatıp durduğu bir vitrin olmaktan çıkararak asli görevine döndürmek bunlardan biri sayılabilir. Hem de, insanın asıl problemlerinden uzak varoluşsal bunalımlar etrafında kurgulanan temalardan sıyırarak, cesurca biçimler deneyerek, insanın merkezde olduğu, onun acılarının ve dünya hallerinin anlatıldığı bir imkâna yeniden kavuşturmak.”

Kasvetli atmosfer derken “Tekno Hayat 7.0 S”i unutmuş değilim elbette. Tam ve özenti olmayan bir distopya ile karşı karşıyayız. Bu mevzular yabancı romanların ve dizilerin işidir diyenlere bu hikâye yeterli cevabı verir bence. İnsanların kendilerine verilen küçük istisnalar haricinde kameraların kendilerini gördüğü şekilde yaşamak zorunda kaldığı ve bazı kelimelerin yasaklandığı bu distopyada, olan bitene karşı çıkan bir asinin çıkış yolu aramasının hikâyesini okurken hakikatle dayatılan gerçeği aynı anda zihninde yaşayan kişinin şizofrenisi çok güzel anlatılıyor. Bütün gam ve kasvet yine bir umut arayışı için seferber oluyor adeta. Bahsettiğim kof bir umut değil. 

“Mecburi Yön”de bir sayısal loto kuponun elden ele geçişi ve onun bulunduranların/bulanların tavırları üzerinden insan naturası hakkında çok özel bir metne ulaşmakla kalmıyor, “eskimeyen hikayelerin"  insana dair yansıttığı çelişkilerin bu zamanda nasıl hikayeleşebileceğine dair bir örneğe şahit oluyoruz. Hiç boşuna gülmeyelim. Anlatılan bizim hikâyemiz vesselam. Kaçarımız yok. 

“Hikaye Hırsızı” da değinilmesi gereken bir başka hikâye ve ister istemez Akif Hasan Kaya’nın önceki kitaplarındaki bazı hikâyelere atıfta bulunmak zorundayım. “Uzun ve Lacivert Günler”deki “Koleksiyoncu”, “Bu Bir Aşk Hikâyesi Değildir”deki “İtiraf” ve “Hikâye Hırsızı” bir bütün oluşturuyor. Evet, her hikâye kendi başına bir bütün ve üç hikâye bir araya gelince yepyeni bir bütüne ulaşıyoruz.

Akif Hasan Kaya, denemekten korkmuyor. Editör gözüyle bir de şunu söyleyebilirim söz konusu üç hikâye hakkında. (Bunu aynı zamanda bir temenni olarak kabul edin lütfen.) Bir gün bu üç hikâye ve eklenecek başka hikâyelerle kendi bağımsızlığını ilan edip başlı başına bir kitap olabilir.

Bu noktada “Bizim Köyden Neden Hiç Futbolcu Yetişmediğine Dair Bir Çocukluk Hikâyesi”nden bahsetmezsem yazı eksik kalır. Evet, yazılan bir futbol ve çocukluk hikâyesine düşen bir ifritin gölgesini konu ediniyor. Ancak, Simon Kuper’in bir mottoya dönüşen “Futbol Sadece Futbol Değildir”i hatırlamakta fayda var. Sadece futbolla ilgili bir hikaye olarak okumadım bu metni. Hayatın her alanında karşılığını bulabilecek sorular üretebiliriz bu hikâyeden. Mesela edebiyat da bu durumdan münezzeh değil. Çoğul okumalara açık hikayeler kaleme alan bir yazar Akif Hasan Kaya. Ancak metafor olsun diye metafor yapmıyor. Bu durum onun metaforlarını çok daha güçlü kılıyor elbette.

Doğukan İşler’in, Akif Hasan Kaya’nın ikinci kitabı “Ölmüş Oyuncaklar Müzesi” için yaptığı tespitleri “Serçe Risalesi” için de tekrar edebiliriz: “Akif Hasan Kaya, tutarlı bir gerçekçi ve yaşadığı ortamı/dünyayı iyi ölçebilen bir toplumcu. Daima mazlumdan yana; hem de basit manada bir "toplumcu-gerçekçi" tavırdan oldukça uzak, yetkin bir şekilde kotararak yapıyor bunu. Öyküyü, hikâye anlatmayı ciddiye alan, ama bu ciddiyet içinde en fazla da okuru ciddiye aldığı için onu sıkmayan, bunaltmayan bir anlatıcı. Öyküler ile okuru baş başa bıraktığı zaman, okuyucuya, öyküleri tekrar kurarak olaylara başka türlü bakabilme imkânını sunan bir kalem. Ve yine Cortázar’ın o meşhur sözünden ilhamla bitirirsek bu yazıyı, öyküleriyle nakavt eden bir yazar diyebiliriz Akif Hasan Kaya için; bu öykülerin sonunda mazlumlardan yana gardınızın düşmemesi mümkün değil, onlarla hemhal olmamanız. Kara da olsa, gerçek öyküler hepsi demiştik çünkü.” 

“Serçe Risalesi”, olgun bir yazarın beşinci öykü kitabı. Akif Hasan Kaya sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da çıtayı önceki kitabından daha yukarı taşımayı başarmış ve bir sonraki kitabı için beklenti çıtasını da yukarı taşıyor.

Ben şimdiden beklemeye başladım kendi adıma.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle