Menu
NECİP TOSUN’LA SÖYLEŞİ
Söyleşi • NECİP TOSUN’LA SÖYLEŞİ

NECİP TOSUN’LA SÖYLEŞİ

Önce kitabın adıyla başlayalım… Niçin Gidilmemiş Yerlerin Türküsü?

Çünkü kahramanların tümü bulundukları ortamdan, hayatlarından memnun değil,yenilmiş, kırık insanlar. Müzikle, türkülerle hayata tutunmaya çalışıyorlar. Ve özlemle arayışlara giriyorlar, iyi bir türkü, iyi bir melodi nerede bulunurun peşindeler, onlara mutluluk, huzur getirecek yerlerin arayışı içindeler. Gidilmemiş yerlerde huzur var mı, mutluluk var mı?

Bir önceki kitabınız “Emanet Hikâyeler”de Türk edebiyatının yazarları ve hikâyeleri yer alıyordu. “Gidilmemiş Yerlerin Türküsü”nde ise “Emanet Hikâyeler”deki kadar belirgin olmasa da bir müzik sevgisi var. Bilhassa da türküler. Bu bir seçim mi, yoksa dosya ilerlerken mi belirginleşti?

Gidilmemiş Yerlerin Türküsü gerçekten de nasıl şekilleneceği önceden belirlenmiş bir proje-plan çerçevesinde oluştu. Bu nedenle de birbirini destekleyen, birbirini tamamlayan, tıpkı çerçeve hikâye anlayışında olduğu gibi sonuçta bütünlüğe ulaşan bir öyküler toplamı. Ben öykü kitaplarının tematik, biçimsel bütünlük içerisinde olmasını önemsiyorum. Bu yaklaşım, okurun fotoğrafı toplu olarak görmesini sağladığı gibi öykünün kopuk kopuk olması zaafını da gidermiş oluyor. Daha proje aşamasında kitapta hangi öykülerin yer alacağı belli olmuştu. Sadece yazmam kalmıştı. Ben de bu proje çerçevesinde öyküleri yazdım. Kitabın ortak paydası ise müzik.

Müzik ve edebiyat tarihsel süreçte hep ilişki içinde olmuş, pek çok açıdan birbirini beslemiş, ilham vermiş birbirinin ateşinden yararlanmışlardır. Aslında her edebiyatçı kelimelerle güzel besteler yapmak ister. Müziğin ritmi, dolaysız anlatımı, doğrudan kalbe seslenişi ve evrensel dili edebiyatçıları cezbetmiştir. Müzik edebiyatta en çok şiir ile ilişkilendirilmiştir. Oysa düzyazı da bazen tema bazen doğası itibariyle müziğe özenmiştir.  Müziğin ses özelliği onu cezbeder. Bütün edebiyatçılar metnin okunmasının arka planında ezgilerin, melodilerin olması için çırpınır. İster ki okur metnini okurken bir Dede Efendi, Bir Wagner dinliyormuş hissi uyansın. 

“Veda Şarkısı” ile başlıyor kitap. Hüzün, hayal kırıklığı, yenilgi… Bunlar kitabın baskın duyguları. Niçin?

Benim öykülerimde yenilmişlik duygusundan çok, melankoli ve yalnızlaşma duygusu var. Descartes’tı galiba, “Yalnızlık, bir daha kırılmayacağın ve üzülmeyeceğin bir huzurdur. Onu çekilmez yapan tek şey ise ‘yenilmişlik’ duygusudur,’’ diyordu. Önemli olan yaşananlardan edinilen tecrübedir. Benim yazdığım karakterler bozulma ve yenilgiyi kabullenmiyorlar. Sonuç bu olsa da düşlerine güveniyorlar. Daha çok etrafındakiler yenilmiş, savrulmuş…

Evet, hayal kırıklığına uğramışlar; ama bu yenilgi değil. Hatta yenilen yazdığım karakterler değil, diğerleri. Çünkü yenilgi ancak yeni durumun üstün tutulmasıyla mümkün olabilir. Öykülerimde duygu yoğunluğunun etki gücünden yararlanırken melodram sınırlarını düşmemeye çalışırım. Ne var ki melankoli, bende bezgin bir kahır olarak değil, aydınlanma ânının başkaldırısı ve coşkusuyla hayatiyet kazanır. Öyküler, kaybedişlere, yitirişlere ağıttır ama açık bir şekilde umuda, geleceğe, güvene kapı aralar. Öykülerde, hayatı kapkara gösteren bir bezginlikten çok, hayatın kıymetinin bilinmesi amaçlanır. Çünkü onun anlatıcıları/kahramanları hayatın değersiz oluşunun değil, aksine bu güzellikleri kaçırmış olmanın acısını çekerler. Öykülerde yenilginin değil, öfkenin ve başkaldırının yüceltimi vardır. Amaç bu güzelim hayatı yaşanmaz kılan olumsuzlukları mahkûm etmek, insan deneyiminin altını çizmektir.

Melankoli bende içerikten çok “biçimsel” bir tercihtir. Melankoli öykülerde hayatı çözümlemek için bir keşif ve tefekkür zemini yaratır. Yazma ânındaki melankolik tutum, sanatsal verim, üretim ânıdır. Bu nedenle melankoli bende çoğunlukla hastalıklı bir hâl değil sanatsal bir tutumdur, yaratıcı hâl için yazınsal üretim durumudur. Bu anlatım ânı coşkulu, şiirsel melankoli hâlidir. Tıpkı, ironi gibi, mizah gibi. Aristo melankoliyi “imgelem genişliği ve belleğin gücü” olarak yüceltmiştir. Başka bir deyişle melankolik tutum yaratıcı anlara zemin hazırlar. Bu anlamda melankoli bende biçimdir.

Kitaba da adını veren “Gidilmemiş Yerlerin Türküsü” ve “Ödül ve Ceza” öykülerinde intihara müthiş bir direniş var.

“Gidilmemiş Yerlerin Türküsü”, “Kör Düşler”, “Kasabanın Sesleri”, “Kızılırmak Türküsü” öykülerinde mekân kasaba. Kasaba odaklı bu öykülerde sanki kasaba olumsuz çiziliyor gibi?

Mekân, atmosfer yaratmada, bir tip/karakter oluşturmada, öykücünün elindeki en önemli kozu, malzemesidir. Günümüzde, modern öykünün geldiği yerle bu önem daha da artmıştır. Klasik dönemde “olayların geçtiği yer” olarak değerlendirilen mekân, zamanla kahramanların ruh durumunu açıklayan önemli bir araca dönüşmüştür. Artık mekân, görüntüsel bir etkinin oluşturulmasında, okurda bir inanırlık duygusunun yaratılmasında etkin bir argüman olarak kullanılmaktadır.

Kasaba öykümüzün en verimli mekânlarından biridir. Özellikle taşralılık bağlamında oğun tartışmalara kaynaklık etmiştir. Taşralılık; kimine göre, dünyaya açılamama, kendi kendine yeterlilik ve karşı dünyadan habersiz, sınırlı, ufku dar bir hayatı tanımlarken, kimine göre de büyükşehrin pisliğine bulaşmamış, korunmuş, bozulmamış, özüne sadık bir kitleyi simgeler.

Taşra, birbirine mahkûm olan insanların yeridir. Burada çözülüp dağılan sonra yeniden birleşen dost ahbap ilişkileri yoktur. Bu insanlar seçeneksiz oldukları için birbirlerine yaslanırlar. Dahası birbirlerine yeterler ve ortak ilgiler bulmakta ustadırlar. Kahvehaneler, parklar, piknik yerleri, birahaneler zaman öldürülen yerlerdir. Çünkü taşrada en bol olan şey zamandır. Burası huzurlu, dingin, kendi kendine yeterli, aynı zamanda büyükşehir düşlerinin kurulduğu yerdir.  Hayatın tamamının burada geçirilemeyeceği bilinir. Taşra pek çok kişi için ya geçici bir ikametgâh ya da mecburi bir ikametgâhtır. Bu yüzden zihinlerde hep “gitmek” fikri vardır.

Bu anlamda benim öykülerimde taşra bir cennet olarak çizilmez. Kendi yaşadığım, beniboğan, nefes aldırmayan kasabamın izleri öykülere yansıyor. Bir edebiyatçı için duygu ve düşüncelerini temsil edecek bir karakter oluşturmak sadece iyi bir gözlemin sonucu değildir. Edebiyatçı hayatı boyunca onu etkileyen karakterleri kaydeder, bir ömür içinde yaşatır ve gün gelir onunla çarpışır. Bazıları buna ilham, aydınlanma ânı der. Bu öyküler biriktirmenin ve çarpışmanın eseri.

Evet. Öykülerdeki kahramanlar doğup büyüdükleri yerleri pek de özlemle anmıyorlar. Övdükleri, saygı duydukları bir geçmişleri yok çünkü. Kasaba halkı onların rüyalarını anlamamış. Çoğu da anlayışsız, kaba insanlar. Dolayısıyla kahramanlar bu anlayışsız insanlara hep kızgın, sitemli. Ama bu tüm kasaba insanlarına yönelik özel bir durum değil. 

Beşinci öykü kitabınız Gidilmemiş Yerlerin Türküsü öykü serüveninizde nerede duruyor?

Her kitabın bir kaderi var ve her kitap kendi atmosferinde, duyarlığında oluşuyor. Küller ve Uçurumlar çok daha şiirsel ve yoğun bir kitaptı. Yakıcı, sert ve sarsıcı bir biçimsel anlayışa sahipti. Otuzüçüncü Peron dingin, hayatın derinliklerini kavramaya, yansıtmaya çalışan bir kitaptı. Durumun, meselenin de amaçlandığı bir kitap. Ansızın Hayat ise bir olgunluğu ve hayat karşısında kazanılan birikimi yansıtmayı amaçlıyordu. Bu farklılık da doğal olarak anlatıma, dile yansıdı. Emanet Hikâyeler, her biri öykücülüğümüzün önemli durakları olan öykücülerin sembolik olarak emanet ettiği hikâyelerin, Necip Tosun’un yorumu, üslubu ve bakış açısıyla yazdığı öykülerden oluşur. Öyküler bu yanıyla hikâyelerin, konuların, durumların her anlatıcıyla birlikte değişeceğini bir başka şeye dönüşebileceğini örnekler. Gidilmemiş Yerlerin Türküsü ise müzik odağından hayatla, geçmişle yüzleşmenin hikâyelerini bir araya getiriyor. 

İnsanlığın en büyük kutsallarından birinin tecrübe olduğunu düşünüyorum. Yani yaşadıkları, gözledikleri, bir ömür biriktirdikleri… Bütün kitaplarımda bunları aktarmayı hedefledim.

Okurlarınız aynı anda birden çok dosya ile ilgilendiğinizi biliyor. Hatta dergilerden takip edenler muhtemel kitaplarınızı siz söylemeden açıklayabilirler. Yine de sormak isteriz. Tezgâhta neler var? Gündeminizde hangi dosyalar mevcut?

Bundan sonra kitaplarım kısmet olursa Ketebe Yayınları’ndan çıkacak. Şu an elimde Ketebe Yayınları’nın “Tahlil” serisinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü / Bir Tahlil adlı bir çalışma var. Ardından Dünya Romanının Serüveni adını verdiğim bir kitap çalışmam yayınlanacak. Bu kitapta dünya romanından kırk yazar ve roman üzerine bir inceleme yaptım. Son olarak ise uzun süredir üzerinde çalıştığım Türk Edebiyatında Kanon başlıklı bir inceleme kitabını yayına hazırlıyorum. Bunlar benim tasarılarım bakalım kader nasıl tecelli edecek, göreceğiz. 

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları