
“Aplay Suite” sizin ikinci öykü kitabınız, Kitaba ismini veren öykü, dosyanın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Niçin roman veya novella olmadı “Aplay Suite”?
Aplay Suite’in yapısı, büyük oranda yazılmadan önce kurulmuştu. Denemenin imkânlarını kullanan, Yazı’yı merkeze koyan ve her birinde benim de bir yan karakter olarak yer aldığım öyküler olacaktı bunlar. Yolda elbette bazı değişiklikler oldu. Aplay Suite 1.1’in uzun olması, onu ayrıca kitaplaştırmam gerektiğini düşündürmedi bana. Nihayetinde ismi öykü değil, novella da olabilir. Ama diğer üç öyküyle birlikte aynı dosyada yer almalıydı. Bu yapı kurmak ve kitap yaratmakla ilgili bir mesele. Yoksa okur “bu öykü değil, novella” dese buna itiraz etmem. Bir yayıncı çıkıp ileride “ben bunu ayrı basacağım” derse bu da bir seçenek olabilir. Ama benim kurduğum Aplay Suite kitabı bu. Ne olduğunu biliyorum ama niye başka bir şey olmadığını bilmiyorum.
Sait Faik, Tomris Uyar, Bilge Karasu, Vüsat O. Bener, Feyyaz Kayacan, Yücel Balku… Ortak paydası ne bu yazarların? “Aplay Suite”de oynadıkları rol ne?
Bu yazarlar, Aplay Suite 1.1’deki baş karakterin etkilendiği yazarlar. Öykü 2080 yılında geçiyor ve bu yazarların arasında Mustafa Aplay da var. Yani bir gelecek kurgusu, kimine göre fantezi belki, ama benim birçok yazar hakkındaki görüşlerimi içeriyor- kendi yazarlığım dâhil. Yazı ve Yaşam’ın kendisi hakkında bazı kaygılar, gerilimler de var metinde. Bir deneme tonu taşıyor bu bakımdan yani. Öte yakada bir kurgu ve duygu da olsun istedim. Dolayısıyla hem hikâyeyi taşıyabilmek hem de bir entelektüel-düşünsel ağırlık oluşturabilmekti mesele. Bu türden bir metin yazmak istiyordum. Yazar isimleri o entelektüel derinliği sağlamak için oradalar.
Bir de Mustafa Aplay var öyküde. Öykü karakteri Mustafa Aplay ile aranızda isim benzerliği var? Yoksa daha fazlası mı söz konusu?
İsim benzerliği değil ama klasik anlamda Yazar’ın sahaya inmesi de değil. Öyle olsun istemedim yani. Denemede Ben kavramının güçlü olması ve benim çevremde kurulacak bir hikâyenin entelektüel referanslara müsait olması etken sayılabilir. Aynı zamanda bir kurgu deneyi tabii. Ama Yazar, Karakter, Okur gibi ögelerin doğrudan metnin parçası olduğu, sözgelimi Yazar’ın Karakter’i öldürdüğü numaraları falan sevmem. Bunlar biraz daha postmodern eğilimler. Aplay Suite bence bu anlamda modern bir deney.
“Aplay Suite”de nasıl bir yüzleşme/hesaplaşma var? Neyin kavgası söz konusu?
Sorunuzu biraz çarpıtarak başlayacağım önce ve içimi dökeceğim müsaadenizle. Kurmaca metinlerde bir yüzleşme ve hesaplaşma niyetiyle yola çıkmıyorum. Bunu da doğru bulmuyorum. Metinde bir derinlik olabilmesi için, bütün içtenliğinizle, kendinize bile itiraf edemediğiniz şeyleri metne dökmeniz gerekiyor. Hadi şu düzenle bir hesaplaşayım, hadi şu babamla bir hesaplaşayım gibi çıkış noktaları yüzeysel metinler doğuruyor. Yani Yazı sizden kendinize bile itiraf edemediğiniz şeyleri isterken siz ona kendinize söylediğiniz yalanları veriyorsunuz. Bugün cenah ayırt etmeksizin yazılan politik öykülerin çoğu bu sınıfa dâhil. Ataerkil düzenle hesaplaşan öyküler, Filistin’e destek verdiğini düşünen öyküler, mülteci öyküleri vs. fark etmez. Neyle hesaplaşacağına karar verip yazarsan bu senin iyi bir Yazar olmadığın anlamına geliyor maalesef. Ve Okur çok akıllı. Senin mülteci meselesinden dolayı o kadar da sancı çekmediğini, aklının fikrinin hoşlandığın kızda olduğunu anlıyor. Günümüzde feminist, İslamcı ya sosyalist hassasiyetlerle yazılan öykülerin ezici çoğunluğunun değersiz olması, feminist, İslamcı ya da sosyalist olmalarından kaynaklanmıyor. Yazı’nın aradığı türden bir sahiciliği taşımamalarından doğan bir sonuç bu. Hulki Aktunç’un zarını attığı ve bir dönem yetenekli olduğunu düşündüğümüz Seray Şahiner’in son yazdıklarına bir bakın, son romanına mesela. Öte yakada da günümüzde takip etmeye değer gördüğüm birkaç dergiden biri olan Olağan Hikaye’nin Filistin öyküleri yayımladığı sayıya bakın. Ne demek istediğim anlaşılır, sanıyorum.
Bütün içtenliğinizle kendi derinliklerine indiğinizde ve Yazı’yı oradan kurduğunuzda metin içinde bazı hesaplaşmalar ortaya çıkacak zaten. Belki bu sayede en koyu politik çıkışı yapacaksınız ama elbette ağır bir yük bu, Yazı’nın doğasını içselleştirmek zor. Edebiyat tarihi bu konuda yeterince fikir veriyor. Füruzan neden iyi bir yazar, o da toplumcu gerçekçi. Ama onun döneminde yazan diğer toplumcular bir şemayla yazıyorlar. Füruzan ise kendi yarasını yazıyor. Özetle: İçtenlikten daha önemli bir şey yok yazarlıkta. İşin teknik kısmını atölyelerde ya da okuya okuya öğrenip bir vasata ulaşabilirsiniz. Ama işin doğasına yabancıysanız olmuyor.
Şimdi soruya gelelim: Ben Aplay Suite’i yazmaya çalıştığım süreçte en derinlerimde hangi sancıları buldum ve hangi sorular, kaygılar metne yansımış olabilir?
Sanırım en temel mesele Yazı ve Yaşam. Aplay Suite 1.2 ve 1.3’te Yazı masasındaki kriz Yazar’ı Yaşam’a götürüyor. Doğa’ya sığınıyor mesela Yazar. Aplay Suite 1.4’te yine Yazar’ın enteresan bir konumu var ama orada bu mesele daha arka planda. Aplay Suite 1.1 ise bütünüyle Yazı ve Yaşam meselesi üzerine kurulu. Neden yazarız? Biz aşağılık insanlar mıyız? Herkes inancı, milliyeti, ailesi, hiç olmazsa parası pulu için savaşırken biz karşı saftaki düşman askerinin ne hayal ettiğini düşünmekle mi lanetlendik? Yazamamak nasıl bir kriz, yazmak nasıl bir lanet? Yaşam’ımız hep eksik mi kalacak? Böyle yığınla kaygının karşısında Yazı, bütün büyüsüyle, görkemiyle duruyor. Yaşamını ona adamımızı istiyor bizden. Büyük bir tutku ama yalnızca buraya da indirgenemez. Yani kimisi kendini beyzbola adar kimisi politikaya kimisi de Yazı’ya, diyemeyiz. Yazı ancak yanına Yaşam geldiğinde, bu kavramsal düzlemde anlaşılabilecek bir şey. Özel bir bilgi türü bence. Son zamanlarda Yazı’nın Yaşam’la çatışan değil, onu kuran bir anlam katmanı olduğunu düşünmeye başladım. Zihnimde uzun süredir dönen meseleler. Aplay Suite de hem Yazı içi krizleri hem de Yazı ile Yaşam arasındaki gerilimi konu ediniyor ama sorular bu kadar açık değil tabii. Ve elbette, herhangi bir cevap yok.
Kitabın ikinci bölümü, “Gerçekarkası” adını taşıyor. Muradınız ne “Gerçekarkası” ile?
Gerçekarkası kavramını, gerçeküstücülüğün ya da diğer akımların tam olarak açıklayamadığı metinler için kullanıyorum. Enis Batur’un Borges ile ilgili bir denemesinin satır arasında görüp kavramsallaştırmaya çalıştım. Bir ahiret öyküsü mesela, bana göre fantastik denemez buna, farklı bir ruhu var. Diyelim biri cinlerle ilgili öykü yazmış ve yazarın kendisi inansın ya da inanmasın, metin dini bir referansla cinleri gerçek varlıklar olarak kabul ediyor. Metnin böyle bir doğası varken buna gerçeküstü ya da fantastik demek doğru gelmiyor bana. Çok net çizgilerle ayırmak mümkün değil bu tip sınıfları ama büyülü gerçekçilik, fantastik, gerçeküstücülük gibi kümelerin içine dahil olmadığını düşündüğüm metinler var. Bu yüzden bir küme daha açmaya çalıştım. Sonra öğrendim ki bunu yapmaya çalışanlar olmuş zaten. Yan Lianke’nin Mitsel Gerçeklik kavramı sözgelimi. Onu sonra öğrendim. O bölümdeki öyküleri de gerçekarkası kavramını inşa ettikten sonra oturup yazmadım. Daha önce yazmıştım ve bence onlara fantastik ya da gerçeküstü demek doğru değildi. Yazdığım bir yazıda çerçevesini çizmeye çalıştığım gerçekarkası öykünün bazı elementlerini ve daha da önemlisi ruhunu taşıyorlardı. O yüzden üç kısa öykülük, küçük bir bölüm açarak onu da kitaba dahil ettim. Benim ilk kitabımdan sonra bir yol aradığım, Hep Peşinden’i yazmadan ve yeni, başka ilgi alanlarına sıçramaya başlamadan hemen önce öykünün içinde yeni bir çıkış aramaya çalıştığım dönemde yazıldı o öyküler. Kısa bir bölüm ama benim için önemli virajlardan biri.
Yazı masanızda neler var? Önümüzdeki günlerde sizden neler okuyacağız?
Roman çalışıyorum. Aplay Suite, 2023 yılında bitirdiğim bir kitaptı aslında. 2024 ve 2025 yılında hiç öykü yazmadım. Romana ve denemeye yöneldim. Çok sayıda deneme yazdım, portre yazıları yazıyorum. Denemeyi çok seviyorum. Öyküden yazar olarak bütünüyle koptum. Asıl enerjimi ise romana veriyorum. Epey uğraştığım bir romanı kenara bıraktım 2024 yılında. 2025’e birkaç roman taslağıyla girdim ve birini sanırım sene sonuna kadar bitireceğim. Roman yazmak, dünyanın en sancılı ve keyifli işi. İlgilerim, meraklarım nereye evrilirse deneme ve roman yazarlığımı da orada kullanacağım. O yüzden, gelecek benim için de sürpriz. Göreceğiz. Teşekkür ediyorum sorularınız için.
1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.