Menu
HÜSEYİN AKIN İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • HÜSEYİN AKIN İLE SÖYLEŞİ

HÜSEYİN AKIN İLE SÖYLEŞİ

Şiire başladığın günden bugüne şiirinde neler değişti, neler aynı kaldı?

İnsan kendisindeki değişimi öyle kolay kolay fark edemiyor. Yürürken karşılaştığınız inişlere 
yokuşlara, yorgunluğunuz ve dinginliğinize göre sesiniz ve nefesinizle birlikte duygu dünyanız da yeni yeni biçim ve içerik kazanıyor. İlk şiir yazdığımda nereye ne ile gideceğimi pek kestirebilmiş değildim. Zamanla bu belli bir yörüngeye giriyor. Benim kendimde görebildiğim, şiirimin değişim ve gelişim üzere dönüşmeden yoluna devam ettiğidir. Okuyucu en büyük tanığımdır. Kendi rüzgârıyla devinim yaşayan bir şiir yazmaya çalıştım. Gelenekle şimdiki zamanı birleştirip buluşturan, geleneği gelecek öngörüsü ile yeniden yorumlayan bir şiirin peşindeyim. Bazıları buna “Yeni Hece” diyorlar.” Ben “Serbest Hece” demeyi daha uygun buluyorum. Belli bir mesafeden yazdığım şiire bakınca şiirimin en başta hafızası ve meselesinin ilk iki kitaptan sonra değiştiğini söyleyebilirim. Üçüncü kitapla (Çöl Vaazları) birlikte hafızası, bilinci ve bilinçaltı değişen şiirimi geliştirmenin imkânlarını aramaya çalıştım. Son iki kitabımla (Yan Tesir- Babam ile Mersedes) şiirde kastımı gerçekleştirmeye en yakın yerde durduğumu zannediyorum.

“Deneme” çok mesai harcadığın bir tür. Deneme yazmanın şiirine katkısı ne oldu 
sence?

Deneme benim için yazarak dinlenme ya da yazıyla dinlenme için en uygun tür. 
Düzyazıyla şiir arası bir perdeden konuşuyorum deneme yazarken. Şiirin artık malzemelerini orada değerlendiriyorum. Deneme yazmanın şiirime bir katkısı olduğunu sanmıyorum. Aksine şiir yazmanın denemeye katkısı vardır. En iyi denemeciler arasında şairlerin var olduğunu düşünürsek ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Salt deneme yazan kalemlerin sayısı günden güne azalıyor. Sanki diğer türlerde ürün veren yazarların yedekte tuttukları bir alan gibidir deneme. Deneme ile yazmaya başlamış olsaydım büyük ihtimal oradan hikâyeye geçiş yapardım. Hikâye ile yazmaya başlasaydım aklım şiirde kalırdı. Yazmaya şiir ve hikâye ile başladım, hikâyeye “bir müddet beni burada bekle” dedim ve belli bir süre sadece şiir ve onun süreği olarak deneme yazdım. Bir süre sonra hikâyeyi beni beklediği yerde buldum ve hikâyeye kaldığım yerden devam ettim. Şimdi de aklım romanda kaldı. 

“Deneme” konularını nasıl seçiyorsun? Bir konu “neye binaen” bir Hüseyin Akın 
yazısında yer almalı sence?

Bu çok kolay. Hayat konularını nasıl seçiyorsa ben de öyle seçiyorum. Hafızamda kalan, 
sabahlayan ya da sürünüp geçen her şey denemenin konusudur. Duyduğum, duyumsadığım, gördüğüm, işittiğim, dokunduğum, tattığım, kokladığım her şey buna dahildir. Aslında ben değil onlar gelip beni buluyorlar konu olarak. Sustuğum zaman şiirin konuştuğum zaman denemenin ayak pıtırtısını işitiyorum. Nereden geliyorlarsa onları oradan karşılıyorum. Günlük yaşamın yoğunluğundan varlıklarını umursamayıp üzerlerinden atlayarak geçtiğimiz sıradan şeyleri denemeye tahvil ediyorum. Bu bazen doldurulamayan bir salon olabileceği gibi bazen de yarısını kullanıp da yere attığımız sözcükler ya da kavramlar olabiliyor. Denemede sözcüklerle şakalaşmayı seviyorum. 

Hikâyeler de yazdın. Bir süre hikâye yazmaktan uzak durdun sonra yeniden başladın. 
Bu durum karar değişikliğinden mi oldu yoksa yayınlarken verdiğin öncelikten mi kaynaklandı? 

Şiir ve hikâyeye aynı zamanda başladım. Büyük sözü dinleyerek, hiç olmazsa belli bir 
süre sadece birine yoğunlaşmanın daha iyi olacağında karar kıldım. Bu süreçte seyrek de olsa hikayeler yazdım. Hatta bir hikâye kitabım da yayımlandı. Şimdi bunun ne kadar isabetli olduğunu anlıyorum. Çünkü hikâyenin enerjisi ile şiirin enerjisi bambaşka şeylerdir. Şiirsel dikkat ve rikkatle hikâyeye başlamanın ne kadar zor olabileceğini, iki ayrı yoğunluğun türlerde karmaşa oluşturabileceği gibi şairde de kimlik sıkıntısına yol açabileceğini göz ardı etmemek gerekiyor. Şiir daha bir ontolojik aidiyet kesp edici özelliğe sahip olduğundan terkedilmesi de en zor olandır. Hikaye ise nispeten yazıcısını bekleme sabrına sahiptir. 

“Öğretmenlik”ten edebiyata dair neler öğrendin? Öğrencilerinden neler öğrendin?

Öğretmenlik bana şunu öğretti ki şayet bir eğitimci anlatı ve öğreti üzerinde 
otomatikleşirse ona da bir eğitici gerekli hâle gelir. Çok konuşmaya ve sürekli anlatmaya ayarlı bir öğretmen kendisine yazmak için gerekli olan sessizliği biriktirmekten mahrum olur. Konuşarak kendini tüketen öğretmen sürekli ders anlatışıyla yapay bir doygunluğa ulaşır. Kendini ifade ettiğini ve ağırlıklarından kurtulduğunu sanır. Halbuki gerçekte kendini avutmaktan öteye gitmemiştir. Öğretmenlik mesleği şiirin demlenmesine fırsat vermez. İçiniz sükût iklimini yaşamak isterken göreviniz gereği konuşmak zorunda oluşunuz bu susma özgürlüğünüzü elinizden alır. Siz kendinize dönük bir yüzünüz olmasını istersiniz, fakat öğretmenliğin kuralları yüzünüzün öğrenciye dönük olmasını ister. Bütün bu zorlu mücadelelerin üstesinden gelebilirseniz edebiyatınızı besleyecek bir damar bulabilirsiniz elbette. Ben bunu başardığımı sanıyorum. Öğretmenliğimin her aşamasında kendimi hep kendimin dışından izleyip notlar aldım. Bu notlarımı “Bana Öğretmenini Söyle” ve “Kırk Dakika Koridoru” isimleriyle bir süre önce kitaplaştırdım. Eğitimin mizahi unsurlarına karikatür çizerek cevap vermeye çalıştım. 

Bir söyleşide. “Projem yok. Zira projelerle hiç işim olmadı. Ben bir şey düşündüm, 
birileri ona proje dedi, o ayrı konu.” Biraz açıklar mısın?

Proje bana çok teknik ve kurgusal bir kelime gibi geliyor. Yaşadıklarım gibi yazdıklarım 
da kurgu değil. Doğal seyrinde bütünden kopmuş parçaları yine doğal bir akışla bir araya getirmeye çalışıyorum. Düşünmek kurgu değil; çünkü hayata dair parçalarımın hiçbiri protez değil. Ne kadar süreceği belli olmayan gayr-i muayyen bir ömür sürecinde varlığımın dökülen parçalarını en hızlı nasıl toplayabilirim, bunun gayretini güdüyorum. Yaptığım işe proje dersem sanki birden niyetim değişecekmiş ya da niyetimi bozacakmışım gibi bir his oluşuyor içimde.

Kitaplarına çok ilginç isimler seçiyorsun. Nasıl doğuyor bu isimler?

Her zaman söylediğim gibi, kitaplar yuvarlanır isimlerini bulurlar. Kitap isimleri de 
kitaba dahildir. Bu yüzden önemlidir. Kitap isimlerim zihnimde oluşan niyetle hedefin bir sonucudur. Bu kitabı niye yazdım, ne yapmak istiyorum ile bu kitapla maksat hasıl oldu mu? sorularının en kestirme cevabı kitabın isminde yer alır. Kitap isimleri sadece kitabı okumakla konulabilecek bir şey de değil. Aynı zamanda okuyucu zihnini de çok iyi okumak gerekir. Ne de olsa okuyucu bu kapıdan içeri girecektir. Okuyucu zihninin yön levhaları da diyebiliriz buna. Hülasa-i kelam bu isimleri ben seçmiyorum, hudayı nabit olarak kendileri doğuyorlar. Ben de ilginç olduklarını herkes gibi sonradan fark ediyorum.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları