“BAHT-I SİYAH İLK VE SON ÇIĞLIĞIM”
Daima Unutma'nın 'eksik' kalmış, 'yarım' bırakılmış bir kitap olduğundan söz etmiştim. Şimdi daha net konuşabilirim: Tam tersine, Baht-ı Siyâh, Daima Unutma'nın 'önünü kesen' bir kitap oldu. Daha doğrusu, Daima Unutma'daki şiir kulvarını, atmosferi, tarzı, biçimi vs. şairin karşılaştığı/yaşadığı 'hâl' dolayısıyla geri planda bırakan ve dahası, yazılması için kendini şaire dayatan bir kitap... İsmi yazılma esnasında ortaya çıkan Baht-ı Siyâh'ın,bu dünyadaki ilk ve son çığlığım olduğunu söylemeliyim.
-Niçin uzun şiire niyet etmiştiniz?
Karşılaştığım/yaşadığım "sürpriz" 'hâl', ancak 'uzun bir şiir'le soğutulabilecek/dönüştürülebilecek türdendi. Diğer taraftan, metne soluk katacak bir 'hikâye'si de vardı bunun. Bu anlamda, kısa şiir 'imkânsız'dı. Yaşadığım 'tecrübe'nin vahameti ve ruh dünyamdaki derin etkisi karşısında, kelimelere bir çılgın gibi hücum edeceğim belliydi. Baht-ı Siyâh, hiç durmadan yazdığım ve yazdıkça damıttığım/süzdüğüm bir metin olarak doğdu.
-İlk dizenin ve bitişin belli olması, şiirin kelimelere dökülüşünü etkiledi mi?
Herhangi bir etkisi olmadı. "Ne ise o olan şey" vâkî oldu! O dönem, yani yazılış süreci, benim için, ilk defa yaşadığım olağandışı bir motivasyonu da beraberinde getirdi: İçten içe hissettiğim "Dünyada yapacağım son iş" kışkırtması hiç peşimi bırakmadı. Yalnız şunu belirteyim: Fark edileceği üzere, kitabın final mısraı 'yarım'dır, eksik aktarılmıştır oraya. Bu da bana, kitabın yeni baskısında -eğer olursa tabii- okura bir sürpriz yapma şansı verebilir, belki.
-Kitap "dünyanın sesinden fırlayan bir kötülük buldum ben" diye başlıyor. Sonrasında kötülükten beslenen bir iyilikle karşılaşıyoruz...
Doğrusu, 'sebeb-i telif'i "kötülük" olan böyle bir kitap yazmak istemezdim, mecbur kaldım! Şiirin kaderi, şairin kaderiyle birliktedir! Niteliği ve niceliği ne olursa olsun; adı üstünde "kötülük"! Burada "iyilik" değil, bir 'iyileşme' söz konusu. Yoksa, Baht-ı Siyâh'ta kimse kimseye 'iyilik' yapmıyor; bilâkis, 'kötülük' üretenlerin -ironik gibi görünse de- 'iyileşmesi' dile getiriliyor! Öte yandan, şairin, mâruz kaldığı "kötülük"ten beslenen 'iyileşme'siyse, "Simsiyah bir iyileşme" ki, hiç tavsiye etmem!
-Kitap beni Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri'ne götürdü. Baudelaire "Güzelliği 'kötü'den damıtmak eğlenceli ve güç olduğu kadar, hoş bir çaba gibi göründü bana." diyordu. Sizin yaptığınız da böyle birşey mi?
-Ancak, estetik/poetik olarak "evet" diyebilirim buna. Yoksa kim -mazoşistler dışında- "kötülük"e mâruz kalmak ister? Baht-ı Siyâh'ı, hayatın beni "kötülük"le imtihan edişinin trajik bir 'verim'i sayıyorum...
-Şiirde dünyanın saldırısına maruz kalan modern zaman insanının acziyeti, aldanışı, nidası var. "Kaybettim,/ ihsanı/ ve denizi/ ve içinde İhsan Deniz'i." mısralarını da hatırlatırsak neler söylersiniz? Şair, şiirin merkezinde mi duruyor?
Elbette... Poetik anlamda şair, şiirin ve dolayısıyla 'dünya'nın merkezinde! Oysa o bölümde "şair" İhsan Deniz, bu dünyadaki İhsan Deniz'i kaybediyor. Artık biri 'eski' diğeri 'yeni' iki İhsan Deniz var: Eskisi sizlere ömür, yenisiyse iç dünyası itibarıyla güvensiz, kuşkucu, uzak, sıkıcı, tatsız-tuzsuz bir adam... Gerçekten...
-Şiirler, 22 parçadan oluşuyor. 19'uncu parçada okuru boş bir sayfa bekliyor. Son bölümde ilk iki dizeden sonra boş bırakılmış bir alan var. Son dize: "beni bu ateş kafesinden". Bu parçalar ve numaralandırmalar nasıl oluştu?
Baht-ı Siyâh, daha önce hiç yayınlanmamış 22 bölümüyle yaklaşık bir yılda tamamlandı. Bölümler arasında herhangi bir zaman takibi söz konusu değildir. İç içe geçmiş akış, dış dünyadaki periyodik yaşanmışlığı bozar, parçalar, dönüştürür. Kimi zaman ilintili, kimi zaman birbirinden ilintisiz bu 22 bölüm, elbette bir bütünün parçaları olmakla birlikte, kendi başına bağımsız adacıklar biçiminde de algılanabilir. Hatta kitabın sayfa düzeni bile, bağımsız bir göndermeyi, özerk bir duruşu imler. 19. bölüm boştur; zira, 'hikâye'nin orasında sözün, ifadenin, dilin gücü yetersizleşir. Şairin dünyayla olan mesafesinin iyice açıldığı bir 'hâl'in dile getirilmesi mümkün müdür? 18. bölümde, şairin, İhsan Deniz'i kaybettiğini okuruz. Ve fakat 20. bölüme geldiğimizde, 19. bölümde dile getirilemeyen karanlığın içinden, bir ışık huzmesinin doğmuş olduğunu da sezeriz: Şair 'dip'tedir ve fakat yeni bir ruhla seslenir, ölüm için 'Simsiyah iyileşmiştir'...
-İhsan Deniz şiirinin bu kitapta giderek düzyazıya yaklaştığını görüyoruz. Bu, şiir için handikap değil mi? Bundan sonra nasıl bir İhsan Deniz şiiriyle karşılaşacağız?
Poetik olarak, 'mensur şiir'in şaire çeşitli alanlar, kulvarlar, damarlar açabileceğini düşünüyorum. Bunu daha önce de tecrübe ettim. Baht-ı Siyâh'ın kimi yerlerinde düzyazı 'anlatım' handikabının şiire sıklet verdiği söz konusu edilebilirse de kitabın tümüyle söz konusu bağlam içinde değerlendirilmesi, olsa olsa bir algı yanılmasıdır. Fiîlen öyle değil zira. Esasen, çeşitli formların/tarzların denendiği bir kitap oldu Baht-ı Siyâh. İçeriği dışında beni memnun etti. Hâlen üzerinde çalıştığım iki şiir dosyası var: Biri uzun, yekpare bir şiir, ismi "Sırtlan Kayboldu"; diğeri kısa şiirlerden oluşacak, ismi "Kaptan-ı Deryâ"... Artık yavaş yavaş T.S. Eliot'ın "orta yaşa gelmiş şairler" için saptadığı üç ihtimale yaklaştığımı düşünüyorum.
(ZAMAN, 28.01.2009)