Dört öykü kitabından sonra bir "roman"la karşı karşıyayız. Nasıl bir serüvenden sonra romana yöneldiniz? Roman yazmak nasıl bir tecrübe oldu sizin için?
Kül Ormanı’nın ilk paragraflarını yazmaya başladığımda bunun derinlikli bir serüven olacağını biliyordum. Zihnimde kesin bir son belirlemiştim ama o sona ulaşmak kolay olmadı. Azra’nın anlattıklarında yeni bir ses buldum; her adımda, her kelimede beni biraz daha derine çağırıyordu. Dalgaların getirdiklerini çözmek, Yosunlu Köy’ün yollarında yürüyüp yeni ve sıra dışı karakterleriyle tanışmak uzun ve güzel bir yolculuktu. Romanın bölümlerini yazarken “Henüz bitmedi,” diyen bir ses vardı. Kitabı yazmak dört yılımı aldı ve Kül Ormanı’nın dünyasını adım adım keşfetmek bana çok iyi geldi.
Öykü, her zaman farklı bir yerde olmuştur benim için. Kendini hemen hatırlatır. Beklemediğim anlarda önüme düşer. Ara ara romanın atmosferinden çıkıp öykü yazdığım oldu bu seneler içinde.
Azra karakteri okuyucuya, güçlü olduğu kadar öfkeli yanlarını da gösteriyor. Azra’nın yolculuğu nasıl şekillendi? Onun iç dünyasını nasıl oluşturdunuz?
Ege’nin dilini küçük yaşlarda öğrenmiş. Ailesinden kalan tek miras bu yeteneği. Azra, şu sözlerle kendini ifade etti, “Bir teknem yoktu. Kaptan değildim. Kancama balıklar takılmazdı. Kanlı dudaklarından çengeli çıkarırken ıslak pulları avuçlarıma yapışmazdı. Sadece iyi bir yüzücüydüm. Hepsi bu kadar.” Onun iç dünyasını oluşturmak için pek bir çaba harcamama gerek kalmadı; çalkantılı karakterini tüm yönleriyle açarak geldi. Onun anlatacaklarını merak ettim doğrusu.
Romanda kuşlar yeryüzünü terk ediyor, Ege Denizi de Yosunlu Köy'ü terk ediyor. Nasıl bir Dünya tasavvurundan doğdu "Kül Ormanı"?
Denizin içinde sakladığı gizemlerinin büyüsüne kapılmıştım. Bir gün, bir baktım Ege yavaşça geri çekiliyor. Her zaman kontrolü elinde tutmayı seven bir yazar olarak bu terk edişe çok şaşırdım. Ege’nin gidişini durdurabilirdim ama sonra karar verdim, “Tamam, madem gitmek istiyor, ona engel olmayacağım.” Kül Ormanı bu şekilde doğdu. Kaybolan Ege’nin izini sürmek, onun neden Yosunlu Köy’ün kıyılarından çekildiğini öğrenmek istedim.
Simurg’un hikayesiyse farklı bir vakitte, farklı bir diyarda başlıyor. Kaf Dağı’nda bin yıllık uykusundan uyanıyor ve kuşlarının onu bulmak için gelmediğini fark ediyor. Neden gelmiyorlar acaba? Bunu öğrenebilmek için kanat çırpması gerekiyor. Sadece tek bir sorunu var, uçmayı unutmuş.
Bu iki dünya tasavvurunu Azra’nın ve Sevim’in peşinden giderek ve onların yolculuklarını takip ederek oluşturdum. Bir noktada bütün hikayeler birbiriyle kesişiyordu, tıpkı hayat gibi.
Romanda doğa insanlardan daha gerçek sanki yahut insanlar doğadan daha masalsı. Bilmem ben mi abarttım? Siz ne dersiniz?
Doğa insanın önüne geçmiş doğru ama karakterlerin tamamen masalsı olduğuna katılmıyorum. Kurgusal karakterler olsa da gerçekçi yönlerini görmezden gelemeyiz. Mekânı oluştururken çocukluğumun geçtiği bir bölgeden esinlenmiştim fakat nedense doğa, insanlardan daha baskın geldi. Sadece o. Konuşmak istiyordu. Geriye dönüp baktığımda doğanın dipdiri hafızamda yerini koruduğunu ama insanların o mekânı terk ettiğini gördüm, bu benim de beklemediğim bir hadiseydi. Ege’nin taşını, toprağını, bir zamanlar var olan ağaçlarını, geçmişe sadık kalarak oluşturdum. Sanırım orada tanıdığım insanlar, taşla toprakla bir olup iç içe geçti. Ağaçlara canlılık veren, o hiç görünmeyen, konuşmayan ruhlar oldu. Aynı belleğin izlerini taşıyorlardı.
Birçok bölüm Azra’nın diliyle kaleme alınmış, onun yanı sıra Elmados Elmuhattel adında bir hayaletle karşılaşıyoruz. Bu hayaletin yolu Ege’ye nasıl düşüyor?
Elmados Elmuhattel, Kül Ormanı’ndan çok daha önce zihnimi meşgul eden bir karakterdi. Onun hakkında bir roman yazmıştım. Ama sonra baktım olmuyor, romanı da Elmados’u da bir daha hiç açmamak üzere rafa kaldırdım. Sanırım buna itiraz etti ve bambaşka bir hale bürünerek, yeni bir karakterle, hiç olmadığı kadar diri bir şekilde kurguya dahil oldu.
Baskın kişiliği sayesinde hikâyenin akışını değiştirebilecek bir güce sahip. Ölmüş olması Elmados için bir engel değil. Hiç kimsenin haz etmediği ve uzak durmaya çalıştığı kara yosunların arasından çıkıp geliyor. Bütün hayaletler gibi o da istenmeyen bir misafir. Elmados’un, farkında olmasa da sınırları reddeden bir yanı var. Ölümle hayatın sınırlarını ihlal ettiği gibi, rüyayla gerçeğin, geçmişle şimdinin arasına çizilen kalın çizgileri de yok sayıyor.
Romanda dalgalar kadar, “kara yosunlar” da söz sahibi. Farklı bölümlerde farklı isimlerle anılıyorlar. Kara yosunlara, neden bu kadar önemli bir rol verdiniz?
Kara yosunlar, aslında köye de ismini veriyor. Herkesin görebileceği bir yerde değiller. Dalgaların altındaki karanlık figürlerinin büyülü bir yönü var. Ege’nin kendini anlatma biçimlerinden birini yansıtıyorlar; karanlık, tekinsiz görünüyorlar. Kimileri “deniz çayırı” da der, çok lüzumsuz ve kötü göründükleri için sahillerden sökülüp atıyorlar ama onlar için Ege’nin görünmeyen ormanları diyebiliriz.
İklim değişikliği adeta canlı, kanlı bir roman kahramanı gibi "Kül Ormanı"nda. Niçin?
Kül Ormanı’nı yazarken doğanın sessiz dilini çözmek istedim. Onun hareketlerini ve salınımlarını takip ederken karşıma iklim değişikliğinin çıkması kaçınılmazdı. Bunun sadece bir sebepten doğduğunu düşünmüyorum. Romanı okuyanlar, gerçekliğin altındaki metaforik anlamları keşfedeceklerdir. Ege’nin sembolik anlamlarıyla, iklim değişikliğinin örtüştüğünü düşünüyorum. Okuyucuyu yönlendirmeyi pek sevmeyen biri olarak, bu değişikliğin gerçekle hayalin; geçmişle şimdinin çatışmasından doğduğunu söyleyebilirim. Ama anlamlarını açık uçlu bırakmak istedim.
Bugünlerde yazı gündeminizde neler var?
Öykülerin arasına daldım yeniden. Onun dışında, Amerika’daki edebiyat dergileriyle ilgili bir makale hazırlıyorum. Ayrıca bol bol okuyorum. Ucunun edebiyata dayandığı her şey gündemime girebiliyor.
1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.