Menu
GÖKHAN TUNÇ İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • GÖKHAN TUNÇ İLE SÖYLEŞİ

GÖKHAN TUNÇ İLE SÖYLEŞİ

“Rüzgâra Karşı Duran Şair”de Harold Bloom’un “etkilenme endişesi”ni niçin Yahya Kemal Beyatlı’yı merkez figür olarak seçtiniz?

Bildiğiniz gibi etkilenme endişesi, Batılı bir eleştirmen olan Harold Bloom’un özellikle William Shakespeare üzerinden geliştirdiği bir kavram. Ancak söz konusu kavramın şairlerin kolektif bilinçdışını yansıttığı varsayımı dolayısıyla farklı şairlerde uygulanmasının mümkün olduğu kanaatindeyim. Hatta Rüzgâra Karşı Duran Şair: Etkilenme Endişesi Kavramı ve Yahya Kemal’in Türk Şiirine Etkisi adlı kitabımda, Yahya Kemal Beyatlı’nın etkilenme endişesiyle yorumlanmaya William Shakespeare’den çok daha fazla olanak tanıdığını kitapta iddia ediyorum. Nitekim Fransa’dan dönüşüyle birlikte kısa sürede gerek konuşmalarıyla gerek şiir konusundaki yeni fikirleriyle gerekse ince işlenmiş şiirleri ile bilhassa genç şairler üzerinde büyük bir tesir alanına sahip olan Yahya Kemal’in etki rüzgârı, edebiyat çevrelerinde göz ardı edilemeyecek bir büyüklüğe ulaşır. Henüz tek bir şiiri bile yayımlanmadan büyük bir şair olduğu birçok edebiyatçı tarafından genel kabul gören Yahya Kemal’in Türk şiiri üzerindeki etkisi uzun yıllar varlığını devam ettirecektir. Üstelik bu etki, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Veli Kanık, Ece Ayhan, Cemal Süreya ve Sezai Karakoç gibi poetikaları ve hayat görüşleri birbirleriyle uyuşmayan ve birbirleriyle bir arada düşünülmesi pek mümkün olmayan şairler için ortak bir payda olmuştur. Böylesi büyük bir etki şüphesiz ki şairler için etkilenme endişesini doğurmaktadır. Rüzgâra Karşı Duran Şair: Etkilenme Endişesi Kavramı ve Yahya Kemal’in Türk Şiirine Etkisi kitabımda andığım üzere birçok şairin vurguladığı gibi belli bir döneme kadar şiir yazan şairlerin mutlaka hesaplaşması gereken şiirsel baba figürüdür Yahya Kemal. Etki rüzgârının karşısında duran ya da durmak zorunda kalan genç şairler ya Yahya Kemal’i idealize edip onun rüzgârına kapılmışlar ya da bu rüzgâra önce karşı koyup sonra söz konusu rüzgârı özgün şiir geliştirme çabalarında kendi lehlerine çevirerek güç kazanmışlardır. İlk boyutta Yahya Kemal’i “tanrı şair” olarak konumlandırıp idealize eden şairleri anabiliriz. Bu şairler, Yahya Kemal’in şiirlerinin ve poetikasının aşılamayacağı düşüncesiyle onun takipçisi ve taklitçisi olmakla yetinirler. İkinci boyuttaki şairler, şiire başladıkları zamanlarda hayranlık besledikleri Yahya Kemal’in etkisinde kalma ve onun taklitçisi olma endişesi duyarak farklı, özgün bir şiir geliştirme gayreti içine girerler. Ancak son kertede bu şairler hasedin yanı sıra duydukları şükranla Yahya Kemal’in kendilerine açtığı olanağı söylemekte bir beis görmezler. Örneğin Tanpınar, “Yahya Kemal’e Hürmet” adlı yazısında bir nesil olarak hızlarını ondan aldıklarını ve yaptıkları iyi şeyler varsa çoğunu Yahya Kemal’e borçlu olduklarını dile getirir. Son olarak Yahya Kemal Beyatlı’yı çalışmamın merkezine koymamın, etkileme arzusu gibi bir kavramı geliştirme konusunda bana olanak tanıdığını vurgulamak isterim. 

Yahya Kemal bu merkezi konumunu güncel şiir için de koruyor mu? İkinci Yeni sonrası için başka bir merkezi karakter seçmek mümkün mü?

Güzel olduğu kadar cevaplaması zor bir soru bu. Şiirsel bir baba figürü olan Yahya Kemal’in etkisinin, onun etkileme arzusunun da tesiriyle, özellikle yaşadığı dönemde daha yoğun olduğu gözlemlenir. Onun, konuşması, tavırları, malumatfuruşluğu, baskın karakteri vb. sonucunda şiirinin estetik gücünün yanı sıra önemli bir etki alanı oluşturduğu söylenebilir. Tabii ki bunları söylerken onun şiirinin gücünü ve poetikasının özgünlüğünü göz ardı etmediğimi bilhassa  belirtmek isterim. Söz konusu şiirsel baba rolü ve etki oranı, İkinci Yeni şiirinde her ne kadar azalmış gözükse de onların Yahya Kemal’in önemini inkâr etmeden Yahya Kemal’e yaklaştıklarını da dile getirmeliyim. Hatta Ece Ayhan gibi aykırı kabul edilen bir şairin bile Yahya Kemal’i hesaplaşılması gereken tek şiirsel figür olarak görmesi dikkat çekicidir. Ece Ayhan’a göre ya reddederek ya da kabul ederek Yahya Kemal’le mutlaka hesaplaşılması gerekir. Ece Ayhan’ın, şiirsel baba figürü olarak konumlandırdığı Yahya Kemal’le hesaplaşması daha çok onu reddederek gerçekleşir. Ancak bu reddediş şiirsel babaya saygıyı ve onun değerini bilmeyi de içerir. Ayrıca İkinci Yenicilerin önemli isimlerinden biri olan Cemal Süreya’nın da Yahya Kemal’i “başköşede” konumlandırdığını belirtmem gerekir. Diğer şairlerin de Yahya Kemal’e değer atfetme noktasında cömert olduğu söylenebilir. Tabii ki İkinci Yeni şairlerinden önce Necip Fazıl ve Nâzım Hikmet’in etki ve beraberinde etkilenme endişesi oluşturacak ölçüde bir tesir gücüne sahip olduklarını rahatlıkla dile getirebilirim. Ancak İkinci Yeni şairlerinden sonra şiirsel babaların sayısında artış olduğunu ve poetik hâkimiyet durumunun çeşitlendiğini söylemek gerekiyor. Bir tarafta İkinci Yeni şairlerinin her birinin ayrı bir şiirsel baba vasfıyla etki alanı oluşturduğunu gözlemleriz. Dikkat çekici olan şey ise İkinci Yeni’nin bahsettiğim etki alanını günümüzde bile hem okur hem de şair düzeyinde devam ettirmesidir. Yalçın Armağan’ın İkinci Yeni’nin kanonlaştığına dair savı bu kertede anlamlıdır. Bununla birlikte İkinci Yeni’den sonra çok farklı şiirsel baba figürlerinin doğduğu ve şairlerde etkilenme endişesi yarattığı gözlemlenebilir. Özellikle günümüz şiirindeki çoğulcu ve zengin atmosferin varlığının da altını çizmem gerekiyor. Bu bağlamda metafizik şiir, toplumcu şiir, imgeci şiir, neo-epik şiir, görsel şiir, gelenekli şiir, yeraltı şiiri, postmodern şiir vb. sayılabilir. Günümüzde söz konusu poetik bilinçleri inşa eden şairler, genç şairleri etkileri altına almakta ve onlarda etkilenme endişesi yaratmaktadırlar.

“Modern Türk Şiiri Okumaları”nı sadece Türk şiiri okumaları değil modern kavram ve kuramların “somut örnekler” üzerinden okumaları şeklinde tarif etmek mümkün. Şiir-kuram eşleşmelerinde neleri gözettiniz?

Sizin de isabetli bir şekilde vurguladığınız gibi Kavramlar ve Kuramlarla Modern Türk Şiiri Okumaları kitabımın iki ana düzlemde ilerlediğini ifade edebilirim. Kitapta ilk düzlemde sınır çizgisi çizmesi ve tanımlanması zor, çetrefilli kavram ve kuramları somutlama girişiminde bulundum. Bunu yaparken bilhassa güncel kaynaklara gitmeye, kavramların belirgin özelliklerini açığa çıkarmaya ve onların birbirlerinden farklarına odaklanmaya çalıştım. Bence kavramlar konusunda genelgeçer bir kabulün olması, özellikle akademide ortak bir dil konuşmak gibidir. Bu yüzden kaygan bir anlam zeminine sahip kavramlar ve kuramlar  konusunda böyle bir çaba olmasını önemsiyorum. İkinci olarak kitapta, inceleme konusu şiir örneklerini seçerken onların kuramın ya da kavramın doğruluğunu kanıtlayan bir araca dönüşmemeleri için uğraş verdim. Bunun yerine şiir ve kuram/kavram ilişkisinde her ikisinin birbirini zenginleştirmesini esas aldım. Bir başka ifadeyle kuram ve şiirlerin seçiminde hem kuram ve kavramların somutlanmasına hem de şiirlerin anlamsal zenginliğinin ortaya çıkmasına çalıştım. Bahsedilen durumu sağlayacak da kuram/kavram ile şiirin uyumlu bir izdivacıdır. Yani kavram ya da kuram şiirin zengin dünyasının içine girmemizi, burada keşiflerde bulunmamızı sağlarken şiir de kavram ya da kuramın soyut niteliğini somutlaştırmamıza yol açar. Bir daha altını çizmem gerekirse her iki unsurun  bir araya gelmesi birbirlerine zenginlik katmalıdır ki ben de temelde bunu gaye edindim. 

Kuramların edebiyata katkısı nedir? Kuramları bilmez isek tam olarak neden mahrum kalırız?

Önemli bir soru bu. Bana göre kuramlar, şiirin direncini kırma konusunda bizim büyük yardımcımızdır. Yani Ahmet Haşim gibi söylersek büyük şiirin kapıları sımsıkı kapalıysa bunları açmada kuram en büyük dayanaklarımızdandır. Ancak bunu söylerken kuramı fetişleştiren bir yaklaşımdan uzak durmaya çalıştığımı da belirtmeliyim. Daha ayrıntılı olarak şöyle ifade edebilirim: Bizim için metin esas olmalıdır. Merkez odur. Kuram ise metnin anlam derinliklerini keşfetmemizde bize eşlik eden bir kılavuzdur. Onunla birlikte şiirin daha önce fark edilmemiş dehlizlerinde yolculuk edebilir, bambaşka, kuramın ve yazarın bile öngörmediği özgün anlamları bulabiliriz. Kavramlar ve Kuramlarla Modern Türk Şiiri Okumaları kitabımda bu durumu, şiirin anlam haritasında yolculuk etmek olarak nitelendirmiştim. Bir edebiyat araştırmacısı için önemli olan husus, metnin, şiirin zenginliğini açığa çıkarabilmek. Ancak ne yazık ki metnin yerine kuramı merkeze alan ve kuramın yanında metne araçsal bir konum atfeden yaklaşımlara da rast gelmek mümkün. Özellikle belirtmeliyim ki bir kuramla şiiri yorumlamak, onun sonsuz potansiyel anlamlarından sadece birine ışık tutar. Bu anlamda kuramların işlevini çiçek dürbünü metaforu ile anlamlandırabiliriz. Çiçek dürbününü her çevirişimizde nasıl ki yepyeni bir manzara ile karşılaşıyorsak farklı kuramlar da bir çiçek dürbünü olan şiirin farklı güzelliklerini, imkânlarını okurlara gösterir. Bu bağlamda bir kuramla şiiri değerlendirerek onun bütün zengin çağrışımlarını açığa çıkarmış olamayacağımızı belirtmek isterim.

Somut “bellek” ve soyut “metafor” arasında bir gerilimden bahsetmek mümkün mü? Her hatırlama bir yeniden inşa olarak değerlendirilirse “şiirde” “bellek”in bir “metafor” olarak yer alması nasıl bir yeniden inşadır? 

Her ne kadar olguya sizin yorumunuzla bakmak mümkün olsa da Şiir ve Bellek: Modern Türk Şiirinde Bellek Metaforları adlı kitabımda, bellek ve metafor arasında bir bütünlük ve uzlaşımın olduğu varsayımında bulundum. Sözünü ettiğim uzlaşım ve bütünlüğün temelini, belleğin çok çeşitli metaforlar aracılığıyla şiirlerde görünürlük kazanması oluşturmaktadır. Metaforda var olan anlam ikamesi bu bağlamda önem kazanır. Belleğin ele geçirilemeyen, gizemli niteliği, onun anlamlandırılma sürecinde farklı metaforlarla dile getirilmesini doğurur. Bilhassa kavramsal metaforlar bizim nasıl düşündüğümüzü somutlar. Böylelikle kavramsal metaforlar aracılığıyla şairlerin belleği nasıl alımladığı belirginlik kazanır. Dolayısıyla böylesi bir uğraş, herhangi bir metafor incelemesinin ötesinde şairlerin geçmişi, hatıraları, benliği, şimdiyi ve modernizmle ilişkilerini açığa çıkarır. Sizin de vurguladığınız gibi son dönemdeki bellek araştırmalarında iddia edildiği üzere her hatırlamanın yeniden inşa olması, bellek metaforlarının incelenmesini daha önemli bir hâle getirir. Şairler, söz konusu yeniden inşayı, sabit bir metafor yerine dönüşen metaforlar aracılığıyla ifade ederler. Şiir ve Bellek: Modern Türk Şiirinde Bellek Metaforları kitabımda tam da bahsettiğim durumu somutlamaya gayret ederek şairlerin bellek yerine hangi  metaforları ikame ettiklerini tartıştım. Bu şekilde dönüşen bellek algısının izini sürmeye çalıştım.

Gündeminizde hangi konular, hangi kitaplar var?

Her yıl belirli sayıda yaptığım şiir üzerine çalışmalarla Kavramlar ve Kuramlarla Modern Türk Şiiri Okumaları kitabımı daha da genişletmeye gayret ediyorum. Ayrıca çok yakında, çalışma konularımdan biri modern Türk şiirinden örneklem olarak seçtiğim şairlerin şiir dili kullanımları üzerine olacak kısmetse. Hakikaten büyük bir şiir geleneğine sahip olmamızı önemsiyorum. Ayrıca bu zengin şiirsel birikim üzerine yazmanın, düşünmenin biz akademisyenler için büyük bir imkân olduğuna da inanıyorum. Akademisyenliğin yanı sıra bir okur olarak da güncel edebiyatımızı takip etmek beni heyecanlandırıyor doğrusu. Son olarak Türk romanı üzerine sürpriz tematik okumalar yapmayı hedeflediğimi de ayrıca belirtmek isterim.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları