Menu
AYŞE NUR BİÇER İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • AYŞE NUR BİÇER İLE SÖYLEŞİ

AYŞE NUR BİÇER İLE SÖYLEŞİ

“Bir Delideğil Ayna Karşısında” ikinci şiir kitabınız. İkinci kitapların ilklerinden zor olduğu söylenir. Öyle mi? Nasıl bir tecrübe oldu ikinci kitap?


İlk kitap edebiyata merhaba kitabıdır. Tatlı heyecanı, acemiliği kanon ve okur tarafından fark edilse bile belirli oranda tolere edilir. Şair de nelerin etrafında dönüp durduğunu o ilk dosyayı hazırladığında fark eder. İkinci kitap ise, hem edebiyattaki ısrarınızı hem de üretiminizin niteliğini daha çok ortaya koyar. Bir pekiştireç gibidir. Artık bu aşamada şair; kendini tekrar etmek ve nitelik olarak ilk kitabın gerisinde kalmak gibi değerlendirmelerle karşı karşıyadır. İlk kitaptaki ürünlerin, yayınlanan ilk şiirler olması, şiirin özü itibariyle de çıplak bir tür olması, kollektifi de yazsanız özellikle lirik şiirdeki tüm “ben”lerin şairin kendisiyle özdeşleştirilmesi, hâliyle ketum bir insanın başlangıçta daha tutuk yazmasına neden olabiliyor. Benim ilk kitap sürecim de bunlardan bağımsız değildi. İkinci kitapla birlikte şairin sesi de gürleşiyor sanırım. Bu bahsettiğim tutukluk, ilk şiirlerin samimiyetini zedeleyen bir şey değil elbette, söylemek istediğim bambaşka bir şey. Sahicilik benim bir şiir okuru olarak da çok önemsediğim bir şey ve o açıdan şiirlerimin insana temas eden bir yerde durduğunu düşünüyorum. O iç malzemenin bittiğini hissettiğimde ilk dosyamı kapattım. Ve bana, kitaptan sonra yazdığım hemen ilk şiirin başka bir biçim ve içerikte olması, iki kitabı doğru yerde ayrıştırdığımı gösterdi. Tüm bunların yanında ben biraz bütüncül gözle de bakıyorum kitaplara. Birinci kitabımı ikinci kitabımın hammaddesi gibi düşünmekle birlikte, yazdığım ve yazacağım her şeyi bir bütün olarak görüyorum. Türkiyem ile Dünyanın En Güzel Arabistanı nasıl ki bir “Tüm Şiirler” kitabının art arda gelen şiirlerini içerisinde barındırıyorsa, benim de iki şiir kitabım art arda gelmiş ve devamı olan bir yolculuğun ürünleri. Kitaplarım ya da kitaplarımın içerisindeki şiirler birbiriyle savaşmıyor. Alaska’da Bir Kayın’ı yazmadan Bir Delideğil Ayna Karşısında’yı yazamazdım sanırım.


Kitabın adı, içindeki bir şiirin adı. Bu ismi seçmenizin bir hikâyesi var mı?


Kitaba ismini veren bu şiir ilk kitaptan sonra yazdığım ve yayınlattığım ilk şiir. O dönem kitaba ismini verebileceğini hiç düşünmemiştim ama bu ismi hep çok sevdim. Şiir, şairin de yazdıktan sonra bilinç düzeyine çıkanları, birleşen türlü deneyimler buketini fark ettiği bir tür. Bu, beni her şiirde yeniden heyecanlandıran bir şey. Ne yazacağımızı bilmiyoruz. Psikoloji bilimi bu “yaratma aşaması” için çok bir şey söyleyemiyor hâlâ. Çünkü bilinç düzeyindeki kısmının yanında bilinçdışı yanı da var. Psikanalizin ortaya çıktığı ilk dönemlerde psikanalistler, sanat ve nevroz arasında bir fark görmemişler. Daha sonraları ruhsal hastalıkların bazı belirtilerinin bir yaratı ürünü gibi görünse de estetikten yoksun olduğu, bu ikisinin asla aynı şey olamayacağı ortaya çıkmış. Çünkü sanatçı salt bilinçdışı ile hareket eden bir çocuk değildir, onda her zaman irade baskındır ve o içgüdülerinden gelen malzemeyi sanatsal bir alana çeker. Yani başka bir açıdan bakarsak sanatsal yaratı, aslında sağlıklı bireyin kendini gerçekleştirme edimidir. Buradaki sağlıklı olma hâlinin şiirime yansıması, “Delideğil” olmak. Bu şiirde önemli olan bir diğer bahis de ayna metaforu tabii. İnsan olarak kendi gözlerimizle asla göz göze gelemiyor oluşumuz bana hep tuhaf gelmiştir. Evrene açılan kapımız gözlerimiz fakat yüzümüzü ancak ayna aracılığıyla görebiliyoruz. İnsanların gördüğü ile aynada gördüğümüz şeyin birebir aynı olmadığını da düşünüyoruz zaman zaman. Fotoğraflardaki o dondurulmuş hâllerimiz zihnimizdeki görüntümüzle uyuşmayabiliyor. Aynı zamanda da ilgilendiğimiz ya da dikkat kesildiğimiz insanlar genelde bize aynalama yaşatanlar oluyor. Kendimizde olanı, olmayanı, üzüldüğümüz ya da sevindiğimiz şeyleri, tanıdık ya da yabancı olanı hatırlıyor, hissediyoruz böylece. Ve sonraki her şey Ünik Seyirci Kitlesi şiirimle devam ediyor. “Görmek bir tahmindir” diye başlıyor ve kör noktalar olmadan insanın yaşayamayacağını söylüyor… Tüm bu anlattıklarım kitabı kapsadığı için uygun ismin bu olacağını düşündüm.


Kitabı “Sezar’ın başındaki defne yapraklarına” ithaf ettiniz. Niçin?


Defne, mitolojide ve tarihte göndermeleri olan bir bitki. Burada uzun uzun hepsini yazmam mümkün değil ama kısaca bahsedeyim. Apollon ve Su perisi Daphne’nin hikâyesinde; Daphne, Apollon’un ilk aşkı olmasına karşın ondan sürekli kaçar ve onu reddeder. Apollon ise sonunda ormanda ona yaklaşmak için hızlı, çok çok hızlı koşmaya başlar. Onu kavramak üzereyken Daphne, Yunan Nehir Tanrılarından olan babasından yardım ister. Babası da onu, o anda bir defne ağacına dönüştürür. Apollon, onun dallarını kucaklar ama dallar ondan küçülerek uzaklaşır. Apollon ise onu unutmaz ve kutsal ağaç olarak seçer. Ondan aldığı yapraklarla kendine taç yapar ve bu tacı da başından hiç çıkarmaz. Yunan kültüründe bu bir zafer sembolü hâline gelir. Peki bu neyin zaferidir? Aslında baktığımızda bunun, boşu boşuna sevmenin anlatısı olduğunu görürüz. Dünyevi hazların sadece insanın kendisine değil, başkalarına da zarar verebileceğini hatırlatır. Ve Daphne sevmediği birine ait olmamak için dönüşmüştür. Apollon’un zafer saydığı şey Daphne’nin ağaç hâlini başında taşımak, ona dokunmaktır. Öyleyse onunla olmaktansa bir ağaca dönüşen Daphne’nin bu hikâyenin yüce gönüllü kazananı olmadığını kim iddia edebilir? Sezar’ın başındaki defne yaprağı; hissettiği gibi yaşayan, duygularından korkmayan ve bunun kabul görmediği yerde de durmayı reddeden Daphne’dir. Bazen bir zafer sembolü olarak taşıdığımız şeyin, aslında mağlubiyetimizin simgesi de olabileceğini hatırlatıyor bana.


Şiirinizde yer alan “ben” öznesi tam olarak kim? Okurun “beni” şiirdeki “ben” ile nasıl bir dolayımda anlam bağı kurar?  


Kitapta “ben”den “ben”e doğru geçirgen çok fazla şiir var. Hatta şöyle desem yanlış olmaz, çoğunlukla “sen” diye bahsettiğim de daha çok “ben”. Bu “ben” elbette ki şair özne olarak bazen ben kendimim. Ancak daha önce söylediğim gibi, şair salt kendi deneyimlerini yazan, tek gündemi kendisi olan bir özne değildir. Çoğunlukla bireysel gibi anlattığı her şey bir ideayı anlatır. Ben diliyle yazdığı her şey aynı zamanda kolektifi de içerir. Gündemine aldığı her neyse; tükenmeyen, doğan her insanla birlikte yeniden yeniden başka biçimlerde var olan tüm her şeydir. Şair; gözlemlediği, takip ettiği, hissettiği her şeyi bir deneyimler bütünü olarak şiir vasıtasıyla sanatsal alana dahil eder. Yer hizasında olanı, göz hizasına yükseltir.


“Koful” gibi, “organel” gibi, şiir denince akla gelmeyen kelimeler var şiirinizde. Tabii bunu söylerken bir önyargıyı dile getirdiğimin farkındayım. Sizin şiirinizin kelime kadrosunu nasıl kuruyorsunuz?  


Sanırım benim, şiirde kullanılmayacak kelimeler listem yok. Bu, şiirde olmaz dediğim bir kelime yok. Burada önemli olan nasıl, ne şekilde, hangi cümlede ve bütünlükte kullanıldığı. Bir Delideğil Ayna Karşısında özelinde konuşmam gerekirse; okumalarımın, zihinsel sıçramalarımın çok yoğun olduğu bir dönemin şiirleri olduğu için, göndermeleri de olan bir kitap oldu. Belki çaba gerektiren, ek olarak başka sanat ve disiplinlere de göz atılması gereken bölümler var. Bunu kasten yapmadım, süreç içinde şiirler böyle oluştu. Benim hem şair hem okur olarak sevdiğim de bir şeydir bu. Bir de şöyle oluyor, ben şiiri bir itki ile yazdığımda o şiir bana o an aşırı âyân oluyor. Sanki o itki artık her ne ise, ona bakan, onu duyan ya da onu okuyan herkese bu, benim yazdığımı yazdırabilirmiş gibi geliyor o an. Sonra birkaç saat, birkaç gün geçtiğinde bunun sadece benim zihnimin bir ürünü olabileceğini anlıyorum. Bu yüzden hep söylüyorum, şiir benim için bir tercih değil. Benim zihnim şiir olarak çalışıyor. Düşünme ve algılama biçimim böyle.


Kitabınızda grafik ögeler yer alıyor. Görsel şiir diyemeyiz belki ama görsel ögelere de yer verdiğiniz şiirleriniz var. Bu ögelerin şiirinize katkısı nedir? Mesela bu ögeler yer almasaydı şiirinizde ne eksik kalırdı?


Ben çok ilkel bir içgüdüyle, sezgisel yazan hatta böyle de yaşayan biriyim. Garip olacak belki ama, o şiirleri yazdığım dönem yüksek lisansa geri döndüğüm, psikanalizi çok içselleştirdiğim bir dönemdi. Zihnimin içinde sanki şiir ile psikanaliz el ele vermiş, sürekli bir ışık yakıyor, aynı yerden benliğimi yakalıyor ve beni uyutmuyordu. O eklentilerin hepsi zaten aynı kaynaktan görseller. Yaklaşık on beş yıl önce, üniversitenin ilk yılında, didik didik okuduğum kitaptaki tabloların zihnimde bu kadar net ve pürüzsüz yer edindiğini ben de bilmiyordum. Bu şiirleri yazarken onları anımsayıp, ekleyeceğim bölümleri boş bırakıp, hata yapmamak adına tabloların bulunduğu kaynağa uzandım. Bahsettiğiniz bu şiirler, zihnimde o öğelerde birlikte şekillendi ve onlarla bilinç düzeyine çıktı. Benim için çok heyecan verici bir deneyimdi. Onlar olmadan ne eksik kalırdı, buna cevap vermek zor. Yine de diyebilirim ki, onlar olmadan bu şiirler muhakkak eksik kalırdı. Okur için de benim için de.


Çocuk kitapları da yazıyorsunuz. Şiirinizle çocuk kitapları arasında nasıl bir ortak payda/farklılık söz konusu? Çocuklar için yazmak sizin için nasıl bir tecrübe oldu?


Şiir kitaplarım ve çocuk kitaplarıma baktığımda aslında üzerine düşündüğüm, çevresini dolaştığım konuların aynı olduğunu gördüm. Bir bütünlük söz konusu yazdıklarımda. Şiir, daha çok törpüleyerek, azaltarak şekil alan bir tür ve buradan arta kalan bir malzeme oluyor mutlaka. Bu malzeme de, benim çocuk edebiyatına kaydırdığım bir üretim alanı oluşturuyor. Şöyle bir önceliğim de var tabii; şairliğimi zedelemeyecek, nitelik bakımından sonrasında utanç duymayacağım eserler ortaya koymaya çabalıyorum. Pergelin merkezinde hep şiir ve şair bakışı var. Çocukların şiir ve felsefeye yetişkinlerden daha yakın olduğunu düşünüyorum. Kültürün adlandırmalarına ve herkesleştiren devlet politikalarına henüz maruz kalmamış olmaları onları daha özgün kılıyor. Sadece bunu birinin onlara hatırlatmasına ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle felsefe üzerine “çocuklara göre” yazmak, kendi doğru düşünme yolculuğum ve kavramlar üzerine daha çok kafa yormamı sağladı. Tüm bunlar şair kimliğimle de iç içe geçti.


Kitap henüz yeni. Yine de soralım. Bugünlerde neler yazıyor, okuyorsunuz? Yazı gündeminizde neler var?


Şu an için önümde, dergilerin teklif ettiği bazı yazılar, soruşturmalar ve söyleşiler var. Eşzamanlı olarak okuduğum iki kitap masamda: Claire Marin’in Kopuşlar’ı ve Georges Didi Huberman & Niki Giannari’ın Musallat adlı kitabı. Bir yandan da editörlüğünü yaptığım bir roman ve bir öykü dosyasını okuyor, üzerinde çalışıyorum. Tabii bu aralar en büyük arzum yüksek lisans tezimi tamamlamak. Ondan sonraki süreçte, şiir üzerine düzyazı formunda bir şeyler düşünmek ve yazmak niyetindeyim. Bir acelem yok. Dediğim gibi kitaplar konusunda da çok sezgisel ilerliyorum. 

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları