geldin ya binlerce yıllık yoldan lili!
“tâkatsiz bir söylenceydi aşk!” diyerek..
elbet ona dair hiçbir söz, acının adresinden uzağa düşmezdi
vakit dar ve çabuk düşünüp
bir ân önce, bir mersiyeyle selâsı verilip
kalkmalıydı hasadı aşkın şu sebepsiz ölümünün..
ölüm de bir /ân/dı, anlıktı ya
ve sonsuza kadar tekrarlanmayacak olan
ne takdimi mümkündü ne tehiri
bir /ân/ yalnızca /kendi/ydi
teksir ve transkriptine dair
içinden tek alâmet vermeyen
şifresi kendinden müthiş bir sırdı..
/ân/ dedik ya, bir an Lili!
en çok geçtiğimiz Yüzyıldan kalma
vatanı gayr-ı sahih, tarihte/n/ kalmış üç beş zanlı
üç beş /ân/ı aramızda ortaya alıp
etrafına haymatloslar gibi toplanıp
adaletle bölüştüğümüz bir /anı/mı hatırladım..
orda biz
yanlış zamanlarda /yalnız aşk/a düşen
vakitsiz cemrelerdik..
Eylül’ün orta yeriydi, yağmur mevsimiydi
şu meşhur Sonbahar parklarından biriydi
Sen Petersburg, belki Viyana, Rijeka belki, Zagrep ya da
belki Verona
dökülen yapraklarla birlikte
o yüzyıllık yalnızlığımızı çay bahçeleriyle paylaşıyorduk, yalnızca..
yeni bir göç öncesiydi
yine yoktu yanımızda kadınlarımız ve soluklarımız
yine şu iki büyük eksiğimizle, yola hazırdık
lâkin herkes gibi, benim de çıkınımda karınca kararınca bir azık
kemanım, şarkım, yalnızlığım sigaram
ve fazladan bir duâm!
masada Dosto vardı, önce o gelmiş
/suç/lu gibi duruyordu sanki, /cezâ/sına karşı
gözünde /geçmiş/in saf pussuz gözlüğü
bir /Ecinni/ sabitliğiyle
Krillov’un oyundan çıkış saatini kurana dek
hiç konuşmadı..
kitapkurtlarının aşk kemirmelerine henüz kapalı kitabına
eğilmiş, tersinden anakronik ön seyirle
dünden bugüne dalmıştı..
meşgûlken o ara, Nastasya fırsat bilip bunu
tam da Mişkin’le kararlaştırdıkları düğün günü
o uğursuz Rogojin’le, fırına hazır romanın sayfaları arasından
gizlice kaçıyordu ve /Budala/ca..
bu yüzden çayı, ders olsun diye
aşkı arayan o /Budala Prens/e ısmarlattı..
..
Oblomov’u bekliyorduk
gelişine dek, sustuk üçümüz de
suspustuk!..
o ara, o zaman diliminde ben
miskinliğin o olağanüstü sihrini masanın altına saklayıp, ustalıkla
ve uysallığı iyilikle /başgöz/le, biçırpı törensiz
uçsuz bucaksız steplere
Sibirya’ya
benim dilimde /sonsuz bozkır/a
sürgün gibi bir seyahate çıkardım
balayına..
ki artık şu miskin Oblomov, bir kez daha umup
yerli yersiz, aldanmasın!.
..
günahsa günah, Lili!.yazdım!
acelem vardı ya dünden
sırayı önce ben bozmuş, bir zaman
sınıfımın münkiri ve kuşağımın ilk hâini olabilmek adına
zor ve pahalı yüzleşme randevuma beş kala!
doymadan kalkmıştım ya sofradan!.
oysa benim şu Zamphir flütüyle sükut ettiğim /an/larım elbet olmuştu
teslim olup sırtımı da dönerek hayata
yaralı kabullenmişliğiyle bir aslanın..
sıyırsınlar diye kemiğinden acıyan yanlarımı
kanlı keskin dişlerine bırakmışlığım
ve özenle beslemişliğim de çok olmuştu, sırtlanlarımı..
lili!.
onca yoldan boşa geldin
doğru!.yersizdi şu /anı/ ve şu /yazış/
şu, kendim söyleyip kendim dinlemişliğime nazaran..
şâir değildim, doğru!.olsaydım yazmazdım
şunu da çok sorguluyorum inan
“bir gölgem var mı benim?!”, yok!.
“yok” muyum, bunu da bilmiyorum inan?!
varsam da, bir gölge en fazla ne kadar paylaşılabilir ki
bunu, yüzüme bakıp /anlat!/ dersen kekelerim
işte, bunu biliyorum!.
gidiyorsun Lili!.
gurbetine burdan tek kelime olsun götürmeden
dönüş yolunda sorarlarsa şayet şu /üşüyüşlerimiz/i sana
/aynı kırık dala konmuş, kırık kanadıyla iki serçe/ der ve geçersin
üzülme!
böylece, dünde kalan ne varsa
ve varsay ki varsaydığımız olacak olsun, şu /ân(ı)/lara
dil uzatıp benim yüzümden, kimseler incitmez seni..