insanların kasveti üstüme sindi.
göz yumdukça,
saydammış göz kapaklarım,
acılara zoom yaptı.
insanlar kaça ayrılır bilmem ama
hep ayrılırlar.
zaman pis bir şeydir ve
artık çürümeyecek içimiz
hiç değilmemiş,
zaten hiç ‘öyle değil’miş gibi.
seyrederken yolsuz bir gideni,
hayat misali
‘öyle değil’ tarafına değecektim her şeyin.
difrizlenmiş kalplerine çarptım.
doğrulamadım.
dokundukça iletkenleştim.
kaygılarımın yüksek gerilimi çarptı.
nankör bir kısa devreyim.
beni utandıran iç sesimin arsızlığı.
hep bir diyeceği var,
boğazımı kesip de çıkar.
küstahlığından korktuğum
bir dil iki dudak.
anlam beşiklerine sığmayan laf bebekleri doğurdular.
bir hengamede büyümüşler.
okula başlayıp okulu bıraktılar.
her sabah,
varlığım, varlığıma armağan olsun
deyip çoğaldılar.
geçimini hep sıra bekleyerek sağlayan çocuklar,
sırası gelmeyen çocuklar.
sevdiklerinin isimleri var bir de
baş harfleri var mesela.
ve eğitim hakkının sıralara kazınarak harf harf ödendiği
bir sistem işliyor gizliden.
çaresizler şebekesi,
geleceğini yıkanlar derneği,
her anlama gelen kelimeler kurumu.
yalnızlıktan kurumsal bir efkâra tutulmuş, ayarsız melankoliyle
suçlanmıştık
ihraç edildik kendimizden.
aramıza girdi sıralandı farklar.
birbirimize, kendimize bilendik
yine ait olamadık.
keskin bir fark yakalarda,
bebeyken takılırmış nazar boncuğu
saklanıp çığlıklarına.
seçemezsin uzaktan
göz değermiş bakınca.
kalır dünyanın tüm farksız çocukları.
biri birinin aynısı.
muhtaç olduğu kudreti
hiçbir hücresinde bulamadı.
varlığı varlığına her gün ayıp ediyor artık.