24 Ağustos 23
Şemsin ayağına bağlı ipin ucunda ki halkalar
Yazın encamında bahar kışın ramağında sonbahar
Her şey ölür değişirken;
Şehirler insanlar veya akrebin önünde ki lahzalar
Dünya aynı dünya zaman aynı zaman
Bazen kar yağar sadece bazen yağmur ya da kan
Ervahta aynı düzlükteydik ve hala aynı yerdeyiz
Binlerce yıldır
Ve kim bilir güneş kaç bininci kez salladı ayaklarını
Boyundan uzun bir duvarın üzerinde otururken
Ve bilmiyorum bu kaçıncı ayrılışımız ölürken
Yaşayanların tarafından bakıyorum sana
Ya da henüz değişmemişlerin gözünden
Geçti işte bizimde zamanımız
Değişeceğiz ölümü tadarak mecburen
Yüreğimdeki mabedinden kısık ve ince
Muhayyer bir sala ile uyandım bu gece
Bir elif saplandı bağrıma keskin ve ince
Muhayyer bir sala ile uyandım bu gece
Durdum, dinledim, hüzünlendim...
Ülgen ile Erlik ağlaşırken bir yaban kavağının dibinde
Don paça doğruldum yatağımda biçare
Yatarken ağzım bir tarafta kulaklarım nerde bilmiyorum
Rasgele çıkarmışım üzerimi hatırlamıyorum
El yordamıyla aradım buldum, kulağımı kalbimin üzerine koydum
Dinledim, hüzünlendim, durdum...
Ayrılmış zamanımız
Zaman geçmiş bizden
Bilip de bilmemezlikten gelerek
Farkında değilmiş gibi aniden
Sanki bir varmışsın bir yokmuş masal gibi
Ellerimi hiç tutmamışsın bir rüya gibi
Hayata dönmek için ölmek gerekir gibi
Muhayyer bir sala ile uyandım bu gece
Durdum, dinledim, hüzünlendim...
Sarıya boyalı sema tarlalar başak mevsimde
Pamuk fırçasıyla hasada hazırlanırken reçber-i nasut
Yarım kalsa her şey bir çocuğun gülüşünde
Yahut;
Kursaklarda hevesler ve sevinçler
Öyle ki idarakı kesilse yokun sanki hiç olmamış nafile lahut
Kıyameti koparmalısın giderken
Sana yakışan budur ey Şita
Ne gök kalsın ne de gözlerin son kez arşta
Beyaz ve donuk öyle ki aniden
Kızılı ayırmak gerekir senin kıyametinden
Buz kaplamalı başak mevsiminde ovayı
İşte dünya dev bir küre kristalden
Gergin kaskatı cam bir çelikten
Sertliği kadar kırılganlığı
İsrafil’e gerek yok sadece bir nefes si bemolden
Ya da bir kalp çarpıntısı en derinden.
Damarlarımda hissediyorum kırgınlığımı
Durdurmaya çalıştıkça artıyor kalbimin çarpıntısı
Beynimde sıçrayışlar ölümden
Senin örsünde dövülüyor kalbim
Gergin kaskatı bir cam çelikten
Senin örsünde seninle dövülüyor kalbim
Kırılganlığı sertliğinden
Senin örsünde dövülüyor kalbim
Beyaz ve donuk öyle ki aniden
Durdurmaya çalıştıkça artıyor çarpıntısı...
İçimde bir sıkıntı sanki ay ışığından
Tam geçerken sahrayı Mecnun muammasından
Tökezleyipte düştüğüm gaflet uykusundan
Muhayyer bir sala ile uyandım bu gece
Kalmadı bu dünyada ikimize tek nefes
Mutlaka duyacak bu suru değişen herkes
İşte ötelerin ötesinden yükselen ses
Muhayyer bir sala ile uyandım bu gece
Hüzünlendim, durdum, dinledim...
Şimdi kış ortasında bir harman zamanıdır
Kadere kırk beş cebimde bir avuç kuru papatya
Çıkarıp avucumu cebimden açtım semaya
Savruluyoruz.
Savruldukça azalan benim artan sen
Güya ölen sensin, elleri buz kesilen ben
Pervanenin çırpınışı şemi söndürür gibi
Gözleri yeşeren sensin karanlığa sürgün olan ben
Güya ölen sensin kaybolan ben
Tükenen benim yarınlar için değişen sen
Bu... bu nasıl ölmek ey Şita?
26 Şubat 2024
1990 Erzurum doğumlu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu.