Üzerine yemin edilmiş bir beldeyi düşünme deminde,
Soğuk çöl gecesinde başlayan bir hikâyenin iz düşümünde,
Uzakta yanan ateşin ihtiyaç perdesi ile kişiyi kendine çekişinde,
Ulvi hâkikâtleri idrâk deminde,
Çalılıktan duyulan o müthiş sesin gizeminde…
Dökülür kelimeler gönül göğünden…
Bir vâdi ki mukaddes mi mukaddes…
Hevânın terk edildiği bir merkez.
Oraya varanlar tüm bağlardan azâde…
Misalidir özgürlüğe kanat açmış
Kozadan yeni çıkmış kelebek bize….
Durmaktadır huzurda ol dem sadece
Zevkten, hayretten âsûde...
Öyle bir hal ki baş açık, ayaksa yalın...
Olur muydu zaten başka türlüsü?
Bir sırrı da bu değil mi ki emin beldenin…
Varlık libâsından (1) azâd olmadan,
Varılır mı sandın kutlu beldeye...
Hâsret odu (2) burnunu hiç sızlatmadan,
Varılır mı sandın kutlu mâbede?
Beklenen geldiyse vuslât (3) deminde,
İşitilen bir aks-i sedâ, kelâm tecellisidir ol dem sadece...
Ey Tûvâ (4) , ey Tûr-u Sînâ! (5)
Sıfât-ı mirâcın müşâhede (6) yeri,
Ey mübârek belde!
Kelâma mazharsın sen bak bu halinle…
Bilsen ki bu nasıl büyük bir lütuf!
Kimler imrenmez ki senin haline…
Lâkin gönül karar kılar mı burda sadece…
Hele de Zât’ının hasretiyle yanma deminde…
Sıfât nûru durdurur mu Hâk tâlibini?
Üstelik de sıfâtın ötesinde yanmaktayken Zât özlemiyle...
Bırakırsan Mûsa gibi dayandığın âsâyı,
Buldururlar sana ol dem yed-i Beyzâ’yı (7) ...
Sinendeki gizli hâzine tanıtır sana ol dem,
İçinde taşıdığın âlem-i Kübrâ’yı (8) ...
Anlarsın o zaman kelâmın indiği vahâ Tûvâ’nın
Ve “Hazel beledil emin” (9) denilen
Kutlu beldenin ve dahi Tûr-u Sinînin (10) hakikâtini...
Anlarsın ol dem derûnunda (11) taşıdığın,
Gönül göğünden gönlüne inmekte olanın hîkmetini...
Bildirilirse sana sırrı Rubûbiyet (12) ,
Anlarsın ol dem ki ne demekmiş Tûr-u Sinîn…
Neymiş “nefsini bilen Rabbini bilir” sırrı...
Aramakla bulunmaz derler ancak,
Bulanlar hep arayanlardır...
Çözemediysen hâlâ bu bilmeceyi,
Bilemediysen hâlâ sinendeki hâkikâti,
Söyle bana ey cân neyi bildin ki?
Çözemediysen nefs kitabının Elif - Bâ'sı’nı (13) ,
Neyi bilip, neyi tâlim eyledin ki?
Terennüm (14) etsen de Yunus misâli:
“İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir… “
Yaşadın mı ki bunun hâkikâtini?
Çözmediysen hâlâ bunun sırrını,
Söyle bana bu nasıl bilmektir böyle?
Sorarsın bu sırrı bilen kim diye?
Bunu çözen olsa gerek çağın Hızır’ı...
Ey mübârek yolun kutlu yolcusu!
Ey vâris-i nebi (15) , çağın Hızır’ı!
“Hızır da ne ola ki?” deme ey cân dost!
Hızır’ın sırrı talepte gizli...
Aşk ile vuslat arzusu olmalı belki
Tâlip ile matlûbun kavuşma yeri...
İki denizin kavuşum yerinde
Zembildeki balığın dirilme demi…
Hâzır (16) ile Hızır’ın hem dem olma hali…
Ve dahi Tâlip ile matlûbun kavuşum yeri...
Söyle bize ey çağın Hızır’ı,
Artık gelmedi mi vâkt-i merhûn? (17)
Gün be gün giden ömür sermayesidir…
Daha ne kadar sürer bu hâsretin yeli?
Ey gömleği mirâçta biçilmiş er, ey çağın Hızır'ı!
Tut elimizden yaşat bize, okut, öğret sırrı hikmetin…
Anlayalım ol dem Tûr-u Sînâ (18) nedir, emin belde ne?
Kibrid-i âhmer (19) kimdir yahut ne?
Anlat hâk âşığına lisân-ı hâl (20) ile
Nasıl dönüşülür Tûr’a ve nûra?
Anlatmaktan murâd yaşamak ise...
Söyle bize acep bunun yolu ne?
Çölde kavrulmuşsa aşıkân-ı Hâk,
Ateş çemberinde sanki pervâne …
Yahut misaldir bu hâli bize kelebek…
Kozasında bekler dururken hürriyete hâsret,
Birden gelivermiş nazlı yardan bir davet!
Önce Hıra dedin yandın,
Sonra Ashâb-ı kehf ve mağara sırrı...
Şimdiyse yönümüz Tûvâ’ysa eğer...
Bundan sonra açılır mı yolu acep Emîn Belde’nin?
Ve dahi açılır mı sırrı “hâzel beled-il emîn”in?
Söyle bize nasıl varılır Tuvâ’ya,
Ve dahi oradan Emin Belde’ye?
Nasıl dönüşülür Nûra?
Nasıl işler insandan “İnna erselnâke illa râhmeten lil âlemiyn” (21) ,
Ve dahi nedir sırrı hâkkal yâkiyn’in?
Çözenler bu bilmecenin Elif - Bâ'sını
Tattırır mı acep bize de Bâlâ’sını…
Ez cümle sözün sonu gelmiş iken,
Dökülüverdi birden üç beş kelâm gönül göğünden,
Kimi şair, edip, ehl-i benlikler,
Eleyip dursalar da bilip bilmeden,
Sen boş ver! Yine de çiçek der bize gönül bahçenden...
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 Libas: Elbise
2 Od: Ateş
3 Vuslât: kavuşma
4 Tûvâ: Hz. Musa’nın sıfat Miracını yaşadığı vadi.
5 Tûr-u Sînâ: Hz. Musa’nın sıfat Miracını yaşadığı ve kelam tecellisine mazhar olduğu dağ.
6 Müşâhede: şahit olmak.
7 Yed-i Beyzâ: Hz. Musa’ya verilen iki mucizeden biri. Elindeki beyazlık.
8 Âlem-i Kübrâ: Büyük alem.
9 Hazel beled-il emin: Emin belde. İrfani dilde Mekke Medine gibi kutsal topraklar.
10 Tûru Sinîn: Sina Dağı. Hz. Musa’nın vahiy ve tecelliye mazhar olduğu dağ.
11 Derûn: derinliklerinde.
12 Sırrı Rubûbiyet: Rububiyet sırrı.
13 Elif – Bâ: Arapçada harfler, Harflerin sırrı. Burada nefsin sırrı.
14 Terennüm: Söylemek, dillendirmek.
15 Vâris-i nebi: Peygamber varisi, alimler.
16 Hâzır: Hazır olan kişi.
17 Vâkt-i merhûn: Bir şeyin meydana gelmesi için takdir edilmiş belirli bir zaman.
18 Tûr-u Sînâ: Sina Dağı.
19 Kibrid-i âhmer: İksir.
20 Lisân-ı hâl: Hal diliyle.
21 İnna erselnâke illa râhmeten lil âlemiyn: Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik. Ayet-i kerime.
1970 yılında Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi’nde doğdu. Lüleburgaz Kepirtepe Anadolu Öğretmen Lisesi’ni bitirdi. 1992 yılında Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisansını 2014 Yılı’nda Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Ana Bilim Dalı, Yeniçağ Bilim Dalı’ndaki “Yüksek Lisans” Eğitimini “ 15/3 No.lu Dubrovnik Düveli Ecnebiye Defteri: (H.1057-1073/M.1647-1663) (İnceleme Metin) adlı teziyle tamamladı. Yazar SEVDA DIRAGA CANBAZ 1992 Yılı’ndan beri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Tarih öğretmenliği görevini sürdürmenin yanı sıra İstanbul Üniversitesi Siyasal bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okumaktadır.
Sahasındaki bilgi birikimini öğretmenlik tecrübesiyle de pekiştirme gayretindedir. Alan bilgisini, bu sahada yaptığı okuma ve araştırmalarla sürekli geliştirmiş ve canlı tutmuştur. Özellikle tarihî bilgilerin daha ilgi çekici, anlaşılır ve herkes tarafından okunabilir hâle getirilebilmesini ve İstanbul Kültür Bilincini gençlere aktarmayı kendisine amaç edinmekte ve bu konuda yazılar yazmakta olan yazar, bu yazılarını mekânla bütünleştirmek amacıyla kültür gezileri için yurt dışında yaklaşık 30’a yakın ülkeye geziler yapmıştır. Bu gezilerinde öncelikle Osmanlı Coğrafyasını dolaşmayı amaç edinerek bu birikimini yazılarına aktarma gayretindedir.
Canbaz, mesleği gereği lise düzeyindeki gençlere tarihi ve bu yolla kültürümüzü öğretmek ve sevdirmek amacıyla “Bir Kardeşlik Ülkesi” isminde bir kitap telif etmiştir. Fütüvvet kültürünün ele alındığı bu eserden sonra ikinci kitabı “Hikâyelerle Deyimlerimiz” Damla Yayınları tarafından basılmıştır.
Farklı dergilerde yazıları olan Canbaz’ın, “Anton Çehov’un Kırk Dört Yılı” başlıklı makalesi ise Hece Öykü dergisinde yayınlanmış (İki Aylık Öykü Dergisi, (2006): 162-8) ve bu makale uluslararası bir yayın taramasında yer almıştır (MLA International Bibliography, Web. 14 Apr. 2010.)
Çeşitli dergilerde çıkan yazıları ve basılan “Bir Kardeşlik Ülkesi”, “Hikâyelerle Deyimlerimiz” adlı kitaplarıyla tanınan Sevda DIRAGA CANBAZ, öğretmenliğin yanı sıra teorik konuları, ilmî usullerle birleştirip edebi ve orijinal ürünler vermek amacıyla halen yazı çalışmalarının yanı sıra Uzman Tarih Öğretmeni olarak MEB’deki görevine devam etmektedir.