Oblomovun kaslarına cinnet bulaştırın ey cinler
trenler eczahaneleri kuşlardan daha erken kuşansın
alnını sirkelere vursun beni hatırlamayan şehirler
ölümcül yoksulluklara mahkûm edin telefonları
perçemlerimi savurduğum sokaklara sorun beni
ağlasın cazbantlar Teşvikiyede cami avlusunda
kusmuk gibi bir ölüm ağızlarından burunlarından
gelsin gelecekse gelmesi gereken nerede yaşadığını
bilmeyen tangocu koca karılara kalsın dünya
hep sahipsiz kuzgunlar şenlendirsin hanelerini
köpekbalıklarını çitlerden atlatsın güz gülleri
Kızıl meydanda bir votka şişesine üşüşen sinekler
sahaflar sokağında sabahlasın elleri ceplerinde
saçma sapan bir zenci bulutlardan dirgenlerle
ellerinde bir roman kahramanının trajik sonu gibi
hüzünlü bir mujik fotoğrafına başını gömerek
çırılçıplak kayarken ay ışığı Klimanjarodan
İstanbul için yakılmış içli bir gazelle tüterek
çıldırsın ölü albaylar Hacı Arifin derdinden
gerinedursun Dilruba hanım buhurdanlıklarda
ihtilal sonrası sürgünde kokulu mektuplarla
hatırlasın geçmişi bol acılı heybeler yüreğinde
muallakta kalan ne kadar kırık gülüş varsa
paylaştırsın mahallenin bütün sokaklarına
ilerde lazım olur beki sansürlenen hayatlar için
istida ver denize tekrar sevdalanmasın içimiz
bir düşün maltepenin filtresi neden beyaz
çokuluslu küresel şirketlerin şiddetinden
mecal mi kaldı kainatın sırrını düşünmeye
hem Herakliti haklı çıkarmak sana mı kaldı
Hezarfen uçma fikriyle malûl olarak ağlasın kulesinde Fizan’ın
düşecekse semenderin yonttuğu ışıktan adamın gölgesi düşsün vakte
inzivaya çekilsin bir mahrem sancı kaburgalarımız arasında
dünya dönsün, Casper görünür olsun, kıvranalım uğraşlar içinde
başı döner tedirgin ve hırçın vurdukça kanatları insanın
bir sır ormanı yaratıp muhayyilemizin yakasında çiçeklerden
dökülüp saçıldıkça Ümmü Gülsüm kıyametler kopsun kalbimizde
giderek koyulaşan güzel bir gözyaşı hüsnü zanla aksın
hüzün yumağı köklerine bakarak herkesler bir yerlere gittiğinde
işlevsiz kalıp kaskatı kesilen zamanı yedeğe alarak
Fransızcayı kadifeye büründürüp Londra sokaklarında
dön başa sar başa gel başa dur başa paşa paşa
saman sarısı bir Endülüs kanasın karanfillere bulanıp
zamanın eğilip büküldüğü yerde kandan 1 nisanda
hiçbir makule inanmayan ustura kılıklı anjelik ile
en şuh haliyle Sahra-yı Cedit selam göndersin dirilere
baştanbaşa tarçınlı taraçalarda bir kokona kokar
oysa ziyadesiyle bir iç konuşmaydı gördüğü rüya
hadi çık işin içinden de yalnızlığa mim koyalım
ve bitmemiş bir şiir gibi boynu bükük kalalım
1961 Amasya – Taşova doğumlu. Evli 6 çocuk babası.Kızılırmak, Martı, Muştu, Edebi Pankart, Aylık Dergi, İzdiham, Yedi İklim, Türk Edebiyatı, Aydos, Dil ve Edebiyat, Mahur Beste ile Birnokta, Karayılkı gibi dergilerde yazdı. Eğitimci olan şairin Fena Halde İyiyim ve Siyah Kuğu adlı iki şiir kitabı bulunmaktadır.