Menu
YARIN İLK İŞ
Öykü • YARIN İLK İŞ

YARIN İLK İŞ

Satarım makineleri bakarım başımın çaresine diyorum. Kaç senedir diyorum bunu? Beş senedir. Satarım makineleri bakarım başımın çaresine, az etmezler. Yedi senedir. Sadece overloğu satsam bile yeter. Kumaşı kıvırıyorum. Satarım bunu da, overloğu da. Bakarım başımın çaresine. On senedir. Motora basıyorum. Satarım tabii. Üç metre uzunluğundaki kumaşı iğnenin altına sürüyorum. Parmağımı tükürüklemesem zor kıvrılır bu şifon. Dilimi usulcacık parmak ucuma değdiriyorum, ağzımdan kötü kokular geliyor, yanı başımda duran şişeden bardağa su dolduruyor ağzımı çalkalıyorum. İyice de dibine giriyorum makinenin, nedense gözlerim sık yaşlanır oldu bu sıra, bir lamba almalı, masanın başına yerleştirmeli ki daha net görebileyim, üst dikiş dediğin dikkat istiyor.

Siparişler bırakıldıkları yerde öylece öksüz. Elimi sürmek gelmiyor içimden. Müşterilere de diyemem ki mutsuzum, kocam hayırsız, elimizde avucumuzda bir şey bırakmıyor. Hadi karısını düşünmüyor, ya anasını, çocuğunu. Bir satsam şu belaları, satıp başımın çaresine baksam. Kuru başımı sokacak yer mi bulamam. Bir kuru başım var diyorum, ama başların sayısı düşündükçe artıyor. Bir baş, küçücük bir baş sokakta ip atlıyor. Öteki baş yan odada, acılı bir kütük gibi inliyor. Annenin başı, Gül hanımın başı bu inleyen. Hükümet gibi kadın derlerdi onun için. Öyleydi, sen de bilmez değilsin bunu. Boynuma beşibirliği taktığında, elime altın liraları tıkıştırdığında, sizi çekip çevirdiğinde hükümet gibi kadındı. Erini erken yaşta yitirmişti ama dimdik kaldı, siz üç kurt, üç bela, yine de bir bakışıyla dönerdiniz kuzuya. Şimdi serseri olmuşsun da karını dövüyorsun, kocalığı şehre gelince unuttun demek, şehir eşkıyalarına uyup yoldan çıktın, ilk zamanlar utanırdın çalışmamdan. Şimdi para istemeye yüzün oldu. Kalmadı arlanman. Anan bilse ya, kımıldayabilse, işitebilse, gör bak yüzmez mi derini senin. Ama bilir, ben bilirim bildiğini, gözlerinin buğusundan bilirim, yastığının neminden. Kalbinin yaralandığını en iyi ben bilirim.

En iyisi satayım şu makineleri diyorum, epeyce ederler, küçük Esma’mı da alayım yanıma, Gül hanımı da. Buluruz bir dam. Olmadı girerim konfeksiyona, elimden ne gelmez. Aynalar haram oldu bana her gün bir yerimi mor göreceğim korkusundan. Ama gideceğim gör bak. Sen de sürüneceksin meyhane köşelerinde. Sürün dur, bana ne. Hep eski günlerin hatırına katlandım, sıktım dişimi, sıktım düzelirsin belki, neye katlandımsa eski günlerin hatırına, aşağılamalarına, küfürlerine, dayaklarına aldırmadım. Ama artık yetti. Dün geceden beri düşünüp durdum. Meral, dedim kendi kendime. Salak kafalım, bak artık başının çaresine, bu adam düzelmez, düzeleceği yok bunun. Çırpınışların nafile. Kaç senedir bekliyorsun bak. Sen yaşayacağın kadar yaşadın hadi, iyisiyle kötüsüyle yolu yarıladın, ama ya çocuğun, onun böyle yaşamasına gözün yumulu kalamaz. Aç gözünü diyorum. Kaç senedir ‘aç gözünü, aç gözünü, aç gözünü’. Her sabah ‘o gün bugün’ diye kalktım yataktan. Bugün başımın çaresine baktığım gündür, dedim. Salak kafam yüzünden korkularımı yenemedim, hep salak kafam yüzünden.  Azrail olacak değildin ya. Hem olsan ne olurdu. Ölürdüm de kurtulurdum. Kaç kere düşündüm, kaç kere ölmek için küveti doldurmalar, ocağın başında gazın kanıma sinmesini beklemeler, o yalvarışlar Allah’a. Ama artık bitti. Yaşayacağım gör bak sen. Satacağım makineleri, bakacağım başımın çaresine. Daha üç gün uğramazsın nasılsa. Üç gün içinde kararımı vereceğim. Şimdi zıkkımlanacak paran var tabii. Biz ne yer ne içeriz umurunda olmaz. Nasıl beni dövüp paralarımı aldığında kafana bir şey indiremedim ona şaşıyorum, sabrıma. Nasıl öyle bakakaldım. Dayak yiyecek kadın mıydım ben, yüzü gözü morartılacak kadın mı, ha?

Beni bu hallere koymak için mi İstanbul’lara getirdin. Yerin dibine batsın İstanbul’un. Biz gideriz artık. On senedir çektiğim yeter. On senedir burada, makine başlarında, tencerede salçalı su, ekmeksiz peynirsiz yaşadığımız yeter. Çocuğun sağlığı bozuldu, doktor yeterince besin alamamış diyor. İnsan etsiz nasıl yaşar. Nasıl ayakta durur gözleri kararmadan. Yedi kat yabancılar halimize acıyor da bir şeyler getiriyorlar. Meyhane köşelerinde sürt sen de. Getirirler tabakta besin değeri kuvvetli yiyecekler. Kocalığından utan, evlatlığından. Anan eriyip gidiyor yatakta.  Erimesin, vitaminlensin diye ona veriyorum en iyilerini. Sanma senin anan diye. Bana da analık ettiği için. Zamanında pirzolayla, köfteyle bakmıştı beni. Loğusalığımda tatlılar, şerbetler, kompostolar dizmişti önüme. Hep o eski günlerin hatırı işte. Şimdi ben nasıl koyarım önüne salçalı su. Nasıl bir çorbayla doymasını beklerim. Ezer ezer yediririm kendi ellerimle. Yemez de bazen. Sanki bilir günlerce salçalı suya kaşık daldırdığımızı, yemez ki biz yiyelim. Esma’m bazen bıkar, pilav ister, tatlı ister, yoldan geçen poğaçalardan ister, bazen mısır, bazen dondurma. Yok derim, paramız yok kızım, alamayız. Başlar ağlamaya, ağlar da ağlar. Ben de ağlarım, sarılır ağlaşırız, uyuyakalır sonra, çocuktur ne de olsa, kıvrıldığı yerde uyur, bense devam ederim ağlamaya, alıp uzatırım divana, nasıl da mahzundur uykusunda, nasıl da dünyayı isteğine dökemem diye kahrolurum.

Ağlamalarım hiç eksilmiyor artık. Sonunda uykuya getirip bırakmıyor gözlerimi. Aylar olur ki tatmam uyku muyku. İsteğim bir poğaça olsa, ama değil, isteğim satıp makineleri başımın çaresine bakmak, gitmek bu evden. Kocalıktan çıkarmak seni. Kaç senedir düşünüyorum, bir gün tak diyecek canıma, atacak kafam, satacağım iki makineyi, anneni de, Esma’yı da alıp gideceğim. Nereye olsa. İşe de girerim. Üç beş kuruş kazansam neyimize yetmez. Kazandıklarımı gelip benden çalan bir kocam olmadıktan sonra pirzola da alırız, baklava da. Belki iki ayda bir, ama alırız yine de. Muhallebi de alırım aybaşlarında, sonra Esma’ma yeni elbiseler. Hiç ambalajında görmedi, hep onun bunun eskisini giydi, diğer çocuklardan nesi eksik, güzelliği desen, aklı desen, işvesi desen. Şansı yok anası gibi. Ama onu soldurtmam ben, bırakmam solsun. Satarım makineleri, kurarım ona istikbal. Belki hatıraları eskitirsem kendime de kurarım ya. Sığınırım devlete. Var diyorlar öyle yerler, ama işitilsin istemiyorum, hem eski günler, hem Gül hanımın hatırı. Oğlunun kırkından sonra bozulmasını kaldıramaz kalbi. İşitmez bizim dövüşlerimizi, ama anlar, bilirim anladığını, anadır anlamaz mı? Daha sabah beri yanına gitmedim. Yüzümü bu halde görsün istemedim. Komşu kız verdi ilaçlarını, akşama da gelip verecek. Ben de şu elbiseyi bitirip uzanacağım biraz, kemiklerimin gücü kalmadı hiç. Neredeyse bitti zaten, kollarını taktım mı, yakasını da çevirdim mi, işi tamam, boyu zaten en son. Dikişten de bunaldım iyicene. Sinirlerim dayanmıyor. Makinelerin başında boynum tutuluyor, sırtım ağrıyor, bacaklarım desem sızım sızım. Bu sızıntı kıştan kalma. Kömürümüz yetmedi bu kış. Katalitiğin tüpünü de ancak bir kez doldurabildim. O da annenin odasındaydı çoğunluk. Kadıncağızın sayısız hastalığı vardı, bir de üşütmesindi. Hadi biz yorgana battaniyeye sarılır ısınırız, ama ne yalan söylemeli, bazı geceler hırsız gibi odasına girer, katalitiği sessizce sürüp getirirdim bizim odaya. O kadar üşürdük ki, iki kat battaniye sarınmak ısıtmazdı. Dizlerim hâlâ daha sızlar, kemiklerim buzdan sanki. Şimdi yaz geldi, insan biraz olsun diriliyor, aklı genişliyor, görüşü kesinleşiyor. Annenin bile iniltisini duyurmuyor yaz. Esma’m dışarıda ip atlıyor. Yaz her şeyin üstünü örtüyor. Acıları bile daha renkli, daha çekilebilir gösteriyor.

Yarın ilk iş makinelere müşteri arayacağım. Satıp bunları başımın çaresine bakacağım. Önce komşu kızın siyah gözlüklerini istemeli. Yüzümü iyice bir gizlemeli, makineleri senden gizli sattığımı anlamasın kimse. Yine çok dertlendim. Esma’m sokaktan aç gelir, kalkıp tencereye su koymalı, çeşmeden, sonra yarım kaşık salça. Yarından sonra birkaç parça et de atarım içine, sonra biraz patates, belki havuç da katarım, olur sana mis gibi çorba. Olur ya. Yarından sonra gerçek bir çorba içebiliriz belki. Esma’m pilavı da sever çok. Pilav da yaparım yanına, şehriyeli, bol tereyağlı. En iyisi satmalı şu makineleri, satıp bakmalı başımızın çaresine.

Diğer Yazıları