İçeride.
Bir okul. Aylardır karmaşık duygularla beklenen sınav günü. Sınav başladı başlayacak. Sınıftakiler için her şey sayılabilecek en değerli zaman. Beklentilerine kavuşacakları, ideallerindeki eğitim için adım atacakları an; en değerli an.
Dışarıda.
Dışarıda aylardır beklenen yağmur durmamacasına yağıyordu. Bekleyenleri sevindiriyor, yağmura olan hasretliği dindiriyordu.
Sararmaya yüz tutmuş ağaçların tozla kaplanan yaprakları gerçek rengine kavuşuyordu. Yeşil bir başka gülümsüyordu şimdi. Çatılar, çatılardaki enerji sistemlerinin camları, uydu antenleri bir güzel yıkanıyor, gizli kalmış gerçek yüzlerini ortaya çıkarıyordu. Kiremitler renkleri olan kırmızıyı doyasıya haykırıyordu.
Herkes camlara yumulmuş beklenen yağmurun inişini seyrediyordu. Anne-baba, çoluk-çocuk, yaşlı, bebek… Gözler parlıyor, aylardır süren hasretin sona ermesiyle, kavuşmanın büyüleyici güzelliği sevince boğuyordu. Sevinç çığlıkları camların arkasından duyulmasa da bebeklerin el çırpışları görülüyordu.
İçeride.
İçeride bir sessizlik sürüyordu. Hatta ölüm sessizliğiydi yaşanan. Ya da fırtına öncesi sessizlik gibi bir şeydi. Yüzlerde olacakları bekleyen ifade, zor bir görüntü vardı. Belki de derinlerden gelen bir sessizlik. Geleceklerini bekliyorlardı. Belirleyici olduğunu düşünüyorlar, umutların yeşermesi, umudun gerçek renginin ışıldaması için bir bekleyişti. Umudun gerçek kokusunu duyma isteğiydi yüzlerden yansıyan buruşuk ifadeler.
Soru kitapçıklarını alanlar bir çırpıda sayfaları çeviriyorlar, kaçamak bakışlarla bazı sorulara takılıp cevabını düşünüyorlardı.
Başlayın! Komutu gelince herkes başlıyor, kimisi “bismillah” diyor, kiminin dudakları kıpır kıpır. Salonun sessizliği çevrilen sayfaların çıkardığı sesle doluyor. Bir yarış başlıyor…
İlk sayfada bazı yüzler değişmeye başlıyor. Soruların zorluğuydu belki de bu değişimin sebebi. Umutlar soluyor, azalıyordu.
Dışarıda.
Dışarıda yağmur hızını artırıp bardaktan boşanırcasına yağmaya devam ediyordu. Beklenen güzelliği bir anda yok etmek istercesine iniyordu. Her yer Nuh Tufanını andırır gibiydi. Gökten su iniyor, yerden su fışkırıyordu. Kanalizasyon tahliyeleri yetersiz kalıyor, caddeler ırmaklara dönüşüyor. Sel önüne kattığı her şeyi alıp götürüyor…
İnsanların gözlerindeki umut korkuya dönüşüyor. Gözlerinin ferini alıp giden bir karartı çöküyor evlerin üstüne, caddelere, sokaklara, ağaçlara… Bıkkınlık, bitkinlik hissiyle insanlar şaşkınlık yaşıyor.
Pencerelerden hasret ve sevinçle bakanlar pencerelerden korkuyla uzaklaşıyorlardı. Kalmakta ısrar edenler kararan gökyüzüne yıldırımların yaydığı bulanıklıkla bakıyorlardı.
İçeride.
Sınıf içindekiler kendi karanlığını yaşarken, bazıları kendi kedilerini yiyip bitiriyordu. “Yeter artık bitsin” istekleri güçleniyordu. Sessizlik devam ederken bazıları için sınavın kötü gittiği belli oluyordu. Umutlarının söndüğü davranışlarından yansıyordu. Vazgeçiyor soru cevaplamaktan, dışarı çıkmayı arzu ediyordu.
İçindeki çalkantıların sıkıntısında kurtulmayı ancak kaçmakta buluyor. Vakit dolmasıyla birlikte arkasına bile bakmadan kaçarcasına salonu terk ediyor. Aylardır beklediği an hüsranla bitiyor. Bir başka sınava bırakıyor bütün planlarını.
İçeride ve dışarıda.
Yağmurdan korkanlar çığlık atıyordu. Sorulardan ürkenler de korkularını, sessiz çığlıklarla haykırıyorlardı.