Gecenin ayazına bırakmışım kendimi... Savrulan bir kar tanesi gibi sokak sokak arşınlamaktayım koca şehirde mesafeleri... Ölgün ışıklar altında yorgun ve durgun, bir günü daha devirmekteyim... Bakışlarımdaki hüznü sezemesinler diye rastladıklarım, gecenin en karanlık noktasına doğru çekip gitmekteyim; alnımı, yüzümü ve ellerimi kaplayan soğuğun tesirini görmezden gelerek... Masumiyetin, saflığın ve birbiri için çarpan yüreklerin gün gün tükenişinin ruhuma yüklediği ıstırapla cedelleşmekteyim. Her an yeni bir renkle yeryüzünü boyayan akıl sahipleri, hangi hikâyenin sahibidirler diye düşünmekten mecalsiz kalıyor beynim... İstihzalarla birbirini süzen ve olmayan; ama sadece kendilerinin inandıkları bir yüksekliğin esiri olanların arttığı, yan yana gelmenin ve gözlerini gözlerine dikerek içten gelen bir sevgiyle bakmanın ve görmenin gittikçe azaldığı, azaltıldığı, yok edildiği çağımızda, bir hikâyesi olan ya da bir hikâye oluşturacak cesaret sahipleri nerede...
Korkaklık öylesine ve derin bir şekilde sarmış ki sineleri, herkes kendi gerçeğini yaşamaktan ve kendine ait olanı sunmaktan çekiniyor, ürküyor, tedirgin oluyor... Parçası olması gereken manzaranın değil de, arzu ettiği manzaranın kulu, kölesi olmuş yürekleriyle, bir gün bile kendisi olamadan çekip gidiyorlar bu dünyadan... Kendilerini dile getirecek ve onları anlatacak bir izin varlığına rastlanmayan insanların bu dünyadan geçtiğinin delili ne? Kalpte, dilde, sözde en küçük biçimde de olsa yeredemeyip, ardında koskoca bir boşluk bırakarak geçip gitmek... Ne hikâyesi ve ne de bir hikâye oluşturmak için hiçbir çabası olmadan dağılıp gitmek evrenin uçsuz bucaksız boşluğunda işte öylesine...
Nice hikâyeler vardır ki; dinlediğiniz ya da okuduğunuzda; kalbiniz tutuşur, bütün vücudunuzu bir ateş kaplar ve büyüklüğü, insanlığa verdiği mesaj, yaşattığı ruh dinginliği karşısında adeta erirsiniz... İnanılmaz ve tam anlamıyla kavranılmaz bir yüceliğin dört bir yanı saran ve sarsan güzelliğiyle bir anda baş başa kalırsınız ki; işte o an; başka bir dünyada ve başka bir anda yaşadığınızı hissedersiniz... Çok uzun sürmesine tahammül edilemeyecek ve coşkusuyla, hikmetiyle, derinliğiyle insanı kendinden geçirecek olan bu duygunun oluşmasına sebep teşkil edenler; hikâyeleri kendi zamanlarında olduğu gibi, kendilerinden asırlar sonrasında bile sayısız gönlü etkileri altına alıp, hikâyelerinin yankısının değdiği kişilerdir. Bir köyden, bir kasabadan, küçücük bir beldeden çıkıp, manevi halleri ve hikmetli yaşantılarıyla cihana hükmedenler, yüreklere velvele salmış olanlardır. Yaptıkları ve yaşattıklarıyla, bir gölgelik olan dünyada yankıları dağ dağ büyüyecek; hükümleri geçmişte, hâlde ve istikbâlde dahi yürüyecek olanlardır...
İşte onlar; hikâyeleri olanlardır ki; dilden dile anlatılırlar, zamandan zamana geçerler ve yazılıp çözüldükçe; büyüklükleriyle, hikmete ram olanların dünyasında birer hayret ve haşyet bırakırlar... Bin bir minnet içinde geceyi yolcularken ve şükürle gündüzü karşılarken hep onların hikâyeleri doldurur koca bir cihanı...
İşte onlar; hikâyeleri olanlardır.
Onların hikâyelerini öğrenip, kendilerince bundan pay çıkaranlar ise; bir hikâye oluşturmak yolunda çile çeken ve bir hüzün eşliğinde bundan hisse alanlardır. İlk önceleri şaşkın bir kelebeğin kanat vurması ve uçmayı öğrenmeye çalışması gibi; onlar da; “dünyevî arzularına” gem vurmayı becermiş ve onu; nefislerinin kendilerinden, kendilerinin nefislerinden razı olduğu bir seviyeye taşımış olanların peşinde olarak; onların yardımıyla bir hikâye oluşturmaya çalışırlar.
Yeryüzü; hikâyesi olan mihenktaşlarının etrafında sema ederken; hikâye oluşturmaya çalışanların teslimiyetini ise; onların samimiyeti belirler. Her devrin büyüklüğünü, güzelliğini; bir önceki devirden tevarüs ettikleri belirlediği gibi; hikâyelerini oluşturmaya çalışanlar da; hikâyesi olanlara gösterdikleri hürmet ve onlardan almayı becerdikleri himmet oranında kendi hikâyelerini oluştururlar.
Bu her anlamda böyledir; ister maddi; ister manevi... Hangisine daha çok yönelir ve çalışırsak, o alanda bir hikâyemiz olur ya da bir hikâye oluşturmayı başarırız.
Ya bu iki gruba da girmeyenler, girmeyecek ve giremeyecek olanlar... Onlar hakkında zaten ne söylenebilir ki?