Menu
SOL ELDE
Öykü • SOL ELDE

SOL ELDE


Onu orada daha önce kimsenin görmediğini biliyorduk. Ama bizlerden bazıları, buradan daha dün geçtiklerini söyleyip, onu görmediklerine dair yeminler etme gereği duydular. Sen de, ortalık yerde taş parçasının ne işi var, diyebilirsin. Ama sahiciydi. Hepimiz oramıza buramıza çimdik atıp kendimizi yokladık, gözlerimizi delercesine ovuşturduk, yerinden milim ırganmadı. İlk nerde gördüysek hep orada durdu. Kurşuniydi. Yanları girintili, orta kısımları çıkıntılıydı. Bir kusurlu şaheserdi o. Çıkıntılarına vuran güneş ışınları gözlerimizi kamaştırıyordu. Seyredip duruyorduk ışınla olan bu dansı. Büyülenmiştik, sessiz oluşumuzdan anlayabilirsin bunu. Aklımızdan tek satır geçmedi. Olduğumuz yerde bile olduğumuzdan şüphelendik. Birbirimize baktık. Kimimiz itelendi, kimimiz sıkıştırıldı, kimimiz arkaya atıldı, kimimizin yeri kapıldı, kimimiz hakkını istedi, kimimiz kızgınca bağırdı. Anladık ki doğru yerdeyiz. Burası dünya. Biz de aynı adları taşıyan bildik varlıklarız. İçimizin rahatlığıyla tekrar ona döndürdük gözlerimizi. Halimize vakıf olduğunu hissettik. Vakurdu. Eski zamanlardan söküp getirilmiş gibi her şeyi bilir bir edası vardı. Avucumuzla gözkapaklarımızı bastırdık. Alevlere açılmışlardı sanki. Bir süre her şeyi grimavi görüyorduk. Sonra dikkatimiz eve döndü ve içimizden biri: Üstündeki olmasa ne de seyirli olurdu duruşu, dedi. Diyeni göremedik, ya da görme ihtiyacı hissetmedik, belki de bir diyen yoktu, belki içimizdekiydi, kim olduğu önemli değildi, ama söz bizi sultasına aldı. Bakışlarımızı yukarı doğrulttuk, bazısı daha yukarı çıktı, orada lacivert bir gök ve akıp giden bulutlara rastladı. Daha bazımız sağ yukarıya yöneldi, orada uçuşan çaputlar buldu tıpkı sol yukarıya tırmananlar gibi. Uçuşan bu soluk parçalar kendilerini yoklayan bakışları asıl hedefte birleştirdi ve şimdi bütün gözler görünmesi istenen noktada. Oradaydık. Hepimiz. Görüntü ürkütücüydü. Altında muhteşem bir kaya olmasına rağmen o çirkindi. Sivri sakalları yeri süpürüyordu, uzundu uzun olmasına ama yere değmesi çenesinin yere yakın oluşundandı. Sırtında deve hörgücüne benzer bir çıkık vardı. Kamburdu. Elbiseleri bol ve rengi fersizdi. Sağ elinde bir gül, sol elinde ise toprak vardı. Bağırıyordu, sesini işitemiyordu bazımız, bazımız kısık diyordu. Görmüş olmalısın. Her ine, her deliğe girip çıktığını, her alacalığa bulaştığını söylüyor. Bir sabah var, diyor. Beni onunla hatırlayacaksınız.

Hani o sabah. Hatırla. Herkes eşiğinde toprak bulmuştu. Bazıları üzerine basıp gitmiş. Bazıları söylenerek pislik sanıp temizlemiş. Oysa önce gül dalıyla tıklatmış kapıları. Önce sevgi vardı, toprak sonraydı, diyor kayanın üstünde olan. Sağ elindekini kaldırıyor: Dünyanızın buna ihtiyacı var.

Ama etrafındakiler eteğine yapışacakları yerde onu terk ediyorlar. Bir bilgi daha edinmek işleri değil. Dinlemeyi çocuklara özgü buluyorlar. Onlar seyir istiyor, önce seyir ama ya sonra. Sonrasında kurcalanmak zorlarına gidiyor. Çünkü akıllılar, herif ise meczup. Buna mı kanacaklar. Gelecek çağlarda deliler olarak anılmak istemezler. Bir divanenin peşine takılmış üç beş çapulcu diye bahsedilmeyecek onlardan. Asla. Gittiler. Giderken dudaklarını bir kendini beğenmişlik tavrıyla büzdüler. Onu beğenmemişlerdi. O kimdi hem.

Kendini ne sanıyor, diyorlardı. Bir deli yalnızca. Bir yerlerden kaçıp gelmiş işte.

Bir hastalıktan kalkmış gibiydi hepsi de. Şükrediyorlardı. İyi ki aklımız var, diyorlardı, yoksa az daha dinlesek keklerdi bizi.

O da, sol elindekini peşlerinden saçıyor.

Diğer Yazıları