Filmin Sinopsisi-I: Bir kadın mutfak önlüğünü takmıştır. Mutfakta dünden kalan bulaşıklar onu beklemektedir. İçinde bir kırıklık, bir yorgunluk, bitkinlik vardır. Mevsimdendir bu! Okuduğu kitabın adı bile bir tuhaftır: “Ağda Zamanı”. Yorgunum demeye hakkı yoktur annelerin, diye geçirir içinden. Okuduğu kitabı saklamıştır üç yaşındaki yaramazlık dozu gittikçe artan oğlu. “Bu böyle değildi eskiden.” der kadın, “Böyle mi büyümüştük sahi biz de? Yok, daha neler? Biz daha üç yaşına bile gelmeden bu kadar çok şey öğrenmiş miydik?” Sonra, kadın bütün bunları düşünmekten vazgeçer ve yazacağı hikâyenin adını bulmaya çalışır. “Aynalara dair olmalı benim hikâyem.” der. Aynalara, sırlı, kırık aynalara ve kırgınlıklara dair:
Küçük bir kız, yerdeki kırık aynayı aldı. Arkası isliydi. Bununla güneşe bakılabileceğini öğrenmişti okulda. Güneşe bakabilirdi kırık ve isli bir aynayla, peki geleceğe de bakabilir miydi? Neden olmasın?
(GÜN, ANIMSAMALARDA YİTİP GİDEN ZAMANLARA AİT BİR YANILSAMAYDI ARTIK…
Alabildiğine yorgundu/ Ağlamaklıydı/ Yarısı yitip gitmiş bir kent harabesiydi/ Geriye kalan/ Anımsadığımız.
Anımsıyorum.../ Yıldızlar altında/ dualardan salıncaklar/ kurduğum ellerimi ve/ Mehtabı bana getirsin/ diye ay ışığını/ çağırdığımı
Ay ışığının soluklandığı yere/ Umutları banıp da/ gözyaşını katık ettiğimi/ gecelerce.../
Anımsıyorum.
Dün, düşümde/ Güneşin gülümsediğini/ Anımsıyorum…/ Sana…/ Saçlarına ışıktan/ taçlar/ taktığını ve/ avuçlarına sarılar/ bıraktığını…
Gün alabildiğine yorgundu/ Yıkık kentin harabeleri/ Aşılmazdı…/ Kara deliklerde yiten/ tüm tanımlar/ Yaşanmazdı.
Hayret, hiç hatırlamıyorum!/ Bu bir düş müydü yoksa…/Yoksa!/ Güllerin kokusu muydu/ aklımda kalan/ bir gül bahçesinin ardından?/ Yoksa, yoksa…/ Yakılan ağıtlar ve sevda motifleri miydi/ seyre doyamadığım?
Aklımda kalan on dokuz yaş/ tedirginliği miydi yoksa/ bir türlü sevdaya cüret edemeyen?
Anımsıyorum/ Şiir yazmayı bilmediğini ama/ Şiir gibi konuştuğunu/ ürkek, tedirgin ve çekingen…/ Anımsıyorum./ Geriye bir tebessümün/ kaldığını sadece/ hafızama nakşedilmiş…
Haa, bir de/ Parmaklarım yoruluncaya/ kalemlerim kırılıncaya kadar/ yazmaya söz verdiğimi/ Anımsıyorum.-12 Temmuz 1996 )
…
Küçük kız, aynalara bakıp da düşler kurmasını işte ilk o zaman öğrendi. Bir kırık ayna parçası taşıdı o günden sonra hep yanında. Hiç kimse anlam veremedi onun kırık bir ayna parçası taşımasına, ama olsun! Her şeyin anlamı, onun için başkaydı artık. Aynadaki anlamlarıyla var etmeye çalışıyordu küçük kız nesneleri. Aynalara yansıyan nesneler değil, suretleriydi galiba. Sözcüklerden kuracağı yerde dünyayı, suretlerden kurmayı yeğlemeye başladı. O zamanlar çok küçüktü daha, düşmemişti bu kadar, dizleri kanamamıştı henüz. Bahar dallarına, eriklere, çağlalara uzanamıyordu ama tırmanıyordu ağaçlara, düşme pahasına da olsa. Sonra büyümeye başladığında baktı ki bahar dalları aslında çok yüksekti. Boyum yetmiyor, artık tırmanamam da şimdi ağaçlara, artık büyüdüm, diyordu. Küçük kız aynalara sığınıyordu her düştüğünde, her dizi kanadığında… Şehir neden bu kadar büyüktü? Ağaçlar, şehrin kuytularına saklanmıştı hep, niçin? Dallar niye bu kadar yüksekteydi? Erik dallarına sarmalanmış güneşler niye bu kadar azdı? Niye bu kadar ulaşılmazdı?
Sinopsis-II: Genç kadın öyküsünü yazmayı sürdürür. “Bulaşıkları yıkamam gerekiyor, aman dursun, birazdan yıkarım,” diye düşünür. “Olmaz!” deyip mutfağa yönelir. Sonra bulaşıkları yıkar. Tezgâhı silmez ama. Bir tabakta çilek yıkayıp salona geçer. Bilgisayarının başına oturur. “Şu tuhaf adlı kitap neredeydi? Nereye sakladı onu yumurcak? Ah! Bir elime geçirirsem…” diye söylenir. Tatlı yaramaz, kreştedir oysa. Kadın, temizlik yaparım düşüncesiyle yollamıştır kreşe ufaklığı. Ama o gün, kendini çok takatsiz hissetmektedir. Sonra, aynasını alır. Küçük, küçücük bir kız oluverir yeniden, gülümser aynalaraJ Bilgisayarı bozuktur galiba. Arada düş yordamıyla tutunduğu anılarını devşirmektedir. Yazılarını yazarken bilgisayarı kendisine gülümser. Bir J işaretiyle selam verir. Kadın, “Bu öykü benim, sadece benim, bunu benden başka hiç kimse yaşamadı ki dünyada!” der.
Aylardan mayıstı. Bahardı. Erguvan zamanıydı. Tam olarak neye benzediğini bilmezdi erguvanların küçük kız. Çünkü bulunduğu şehirde hiç erguvan yoktu. Sadece resimlerden bilirdi erguvanları… Bir de aynalardan suretlerini. Erguvan resimlerini aynalara tutardı. Birden, erguvan rengi olurdu tüm ayna. Aynası düşlerine açılan kapısıydı küçük kızın.
Aynadaki ilk düşü, dostluğa dairdi. Ötelenmiş bir dostluğa… Geç kalınmış, erken kalkılmış bir misafirlik gibi. Bir kahve içimi gibiydi bu dostluk. Bir kahve içimi kadar hatırı olan ama! Şimdi başka bir şehirdeydi dostu. Kahve içmek için bile olsa gelseydi. Yıllar sonra, bakalım neleri konuşuyor olacağız derdi ona: Sen, ben ve çocuklarımız… Acaba seninki hangi okulu kazanacak, benimki bu şehirde kalacak mı? Bütün bunları konuşuyor olacak mıyız bir on beş yıl sonra?
İkinci düşü, büyümeye dairdi. Büyümek, boyunun eremediği devasa gökdelenlere yetişmek anlamına gelirdi onun için. Asansörün düğmelerine tek başına basacak kadar büyüdüğünde ancak şehrin en yüksek binasının son katına çıkabilecekti. Büyüyecekti. Umutları da olacaktı, hayalleri de, geleceği de… Büyümek, düşlerden öte bir şeydi küçük kız için. Ama düşü bile güzeldi!
Son düşü ise karanlığa dairdi. Karanlık, korkuturdu onu hep. Karanlıkta kâbus görürdü. Gecelerden korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmadı. Geceler, insanların karanlık suretleri olurdu aynalarda. Aynalardaki suretlerinde, beyninin kıvrımlarını zorlayan bir yalnızlık biriktirirdi küçük kız. Bu yalnızlığı hep sevmişti. Çünkü biliyordu ki, sonraki zamanlara dair anlatacak bir hikâyesi olacaktı gecenin içinden çıkıp gelme. Küçük kızın, karanlıkların aslında kendi içindeki dev boşluklardan kaynaklandığını anlaması uzun sürmeyecekti. Karanlık, her zaman için büyük bir boşluk olarak kalmaya devam edecekti küçük kızın içinde. Ama karanlık olmadan da ışık gelmeyecekti. Artık bunu biliyordu. Küçük kızın tüm düşleri işte bu kadardı!
Sinopsisin Devamı-III: KOCA BİR BOŞLUK!...
Yüklemleri Geniş Zamandan Di’li Geçmiş Zamana Dönmüş Sinopsisin Sonu-: Bir masaldı anlattım, dedi kadın. Yaşlı kadın aynaya küsmüştü. Bendim aslında o. Genç kız da ilerde küsecekti aynaya. Güzellik yarışmasına katılacaktı. Kraliçe seçilecekti. Ünlü olacaktı. Film çevirecekti. Dizilerde oynayacaktı. Şarkı söyleyecekti. Sonra yalnız kalacaktı, bir başına, ıssız, tenha… Yaşlı kadın, çok uyarmıştı onu. Ama bir türlü dinletememişti genç kıza. Bulaşık yıkayan kadın, yaşlandı. Elinden aynalar düştü. Aynaların sırrı da düştü. Sırrı düşen aynaların içindeki küçük kız büyüdü, serpildi, güzelleşti. Kabuğunu beğenmez oldu. Taştı. Coştu. Aynalardan çıkmaya karar verdi. Aynaları hep sevmişti oysa…
…Çünkü aynalar, her daim onun anlatacağı hikâye kadar geniş bir hikâye barındırmıştı içlerinde:
...Elleri, bir mezarın açılan/ sıcak kucağıydı anılara ve zaten hiç yaşanmamıştı!..